Dil, düşünce şeklimizi nasıl etkiler?
Felsefi soruşturmaların en temel başlıkları arasında yer alan dilin mahiyetine, neyi temsil ettiğine ya da yansıttığına, nasıl oluştuğuna, neyden kaynaklandığına, neyi aktardığına ya da aktarmadığına, insan varlığında neye karşılık geldiğine vb. ilişkin sorular epeyce eskidir. Tarih boyunca insanlar dile merak ve şaşkınlıkla bakmış, onu çözümlemeye çalışmışlardır. Dil ile anlam arasındaki ilişki konusunda şüpheye düşmüş, aralarında ne tür bir ilişki olduğunu tespit etme mücadelesi içerisinde olmuşlardır. Platon ve Aristoteles’ten İbn Sînâ ve Râzî’ye, Augustinus ve Boetius’tan Descartes ve Leibniz’e, Frege ve Russell’den Wittgenstein ve Ayer’e, Saussure, Eco ya da Chomsky’ye kadar birçok düşünür bu mücadelenin neferleri arasında yer almışlardır. Peki ya sonuç?
Kendi yaklaşımları baÄŸlamında dile dair birçok saptama ve yorum geliÅŸtirmiÅŸ olan bütün bu düÅŸünce insanlarının elde ettiÄŸi sonuç gelip de hep aynı noktaya dayanmaktadır: Ä°nsandan bağımsız, onun dışında bir “var olma” alanı olan bir dilden söz edilemez. Ä°nsanın zihni ile dil arasına ikisinden birini nesnel kılacak gerçekçi bir çizgi konulamaz. Bir iletiÅŸim ve anlam aktarım aracı olarak dilin belirli açılardan nesnel ve kaydedilebilir bir tarafı olabilir, fakat bu nesnelliÄŸin insan zihninde teÅŸekkül ettirdiÄŸi anlamın kaynağı söz konusu nesnellik deÄŸil, insanın nesnel olana ÅŸu ya da bu ÅŸekilde temas eden öznel idrak yetisidir ve bunun da “matematiksel bir saÄŸlaması” yapılamaz. Ä°nsanın bizatihi içerisinde olduÄŸu, dışına çıkıp da objektif bir inceleme nesnesi olarak ele alamayacağı bir “ÅŸey” (“sistem” ya da “yapı” gibi kelimelerle tarif edilemeyecek, kendisine herhangi bir ÅŸekilde sınır konulamayacak, çerçeve çizilemeyecek bir “ÅŸey”) olarak dil, oldukça karmaşık bir ÅŸeydir. Belirli bir zemine sabitlenemeyeceÄŸi gibi, boÄŸazından soluÄŸu ya da damarlarından kanı çekilip alınarak “olup bitmiÅŸ” bir kadavra gibi teÅŸrih masasına da yatırılamaz.
Bunları söyleyerek dil bilimi incelemelerini reddetmek ya da anlamsız bir uÄŸraÅŸ olduklarını ilan etmek gerektiÄŸini iddia ediyor deÄŸilim. Bilakis, tanımlanmış bir alan içerisinde keÅŸifler yapmaya devam eden dilbilim, insan tarihini anlamlandırmaya iliÅŸkin güçlü bir manivela olmasının yanında yeni dillerin yaratıldığı bir vasata da tekabül ediyor. Fakat benim (elbette kendi dilsel evrenim içerisinde) anlayabildiÄŸim kadarıyla, ister psikolojik (hatta nöropsikolojik) ya da sosyolojik, ister kültürel ya da siyasal olsun herhangi bir dil analizinin dil hakkında söyleyebileceÄŸi her ÅŸey son tahlilde fenomenaldir. Dilin mahiyetine temas edemez. Olsa olsa biraz formuna dokunabilir. Fakat bu birazcık dokunma bile, söyleyenin kullandığı dilin taşıdığı varsayılan anlamın, söyleyenin zihnindeki biçimine zorunlu olarak paralel olmayacak biçimde dinleyenin zihninde yeniden inÅŸa edildikten sonra aynı dilin aynı söz dizilimi ile bile olsa baÅŸka bir dil formu ile yeniden kurulduÄŸu ve bunun da nihai noktada sübjektif olduÄŸuna dönük bir yorumdan çok daha geride yer alır. Bir baÅŸka söylemeyle, evet, birkaç gün önce izlediÄŸim bir TED konuÅŸması üzerine zihnimde cevelan etmeye baÅŸlayan fikirlerin serdedildiÄŸi bu metin, her ÅŸeyden önce yazarının otobiyografisini ihtiva eden bir fragmandan ibarettir. California San Diego Üniversitesi’nde çalışan “biliÅŸsel bilim çalışmaları” uzmanı Lera Boroditsky’nin “Dil, düÅŸünce ÅŸeklimizi nasıl etkiliyor?” baÅŸlıklı konuÅŸmasından söz ediyorum.
Boroditsky: “Bilimsel” dilbilime göz kırpmak
Öncelikle ÅŸu önemli noktanın altını çizelim: Lera Boroditsky ile alakalı biraz araÅŸtırma yapmış olsam da, okumakta olduÄŸunuz mütevazı metin onun çalışmalarından, ürettiÄŸi dilbilimsel eserlerden ya da projelerinden ve ortaya koyduÄŸu fikirlerden deÄŸil, “Dil, düÅŸünce dünyamızı nasıl etkiliyor?” baÅŸlıklı TED konuÅŸmasındaki ana temalardan hareketle yazıldı. Bundan dolayı da bir Boroditsky eleÅŸtirisi olarak deÄŸil, onun konuÅŸmasında ortaya konulmuÅŸ olsa da oldukça yaygın bir intiÅŸar alanına sahip bulunan dile dair “iyi niyetli” ve “büyük” düÅŸüncelerin cilasını biraz zımparalama giriÅŸimi olarak okunmalıdır.
Boroditsky’nin konuÅŸmasının en dikkat çekici özelliÄŸi, dilin insanın düÅŸünce dünyasına biçim verip vermediÄŸi ile ilgili kadim soruya cevap verme noktasında ortaya koyduÄŸu cesur tutumda kendini göstermektedir. “Son zamanlarda dünya üzerindeki laboratuvarlarımızda araÅŸtırma yapmaya baÅŸladık ve artık bu soru üzerinde çıkarım yapacak gerçek bilimsel verilerimiz var” diyen Boroditsky, belki de “niyeti” bu deÄŸildir, bilemiyorum, bugüne kadar yapılmış olan bu yöndeki giriÅŸimlerin “gerçek bilimsel verilere” dayanmadığını ve bundan dolayı da kifayetsiz kaldıklarını ima etmektedir. Dolayısıyla konuÅŸmasının her cümlesinde takip edilebilen “bilimsellik iddiası” da doÄŸal bir anlam kazanmaktadır. KonuÅŸmak suretiyle “hava titreÅŸimleri” çıkarmakta, dinleyicilerin beyni de “kulak zarlarına gelen bu titreÅŸimleri yorumlayarak” düÅŸünceye çevirmektedir. KonuÅŸmacı, bizatihi kendisinin, çıkardığı titreÅŸimlerle ürettiÄŸi “dil” ile muhataplarının düÅŸünmesini, mesela onların “kuantum mekaniÄŸi üzerine kafa yorarken kütüphanede vals yapan bir denizanası” hayal etmelerini saÄŸlamaktadır.
Borodistsky’nin, dilin düÅŸünce dünyamızı etkileme biçimini açıklığa kavuÅŸturmakta olduÄŸunu söylediÄŸi ve “laboratuvarlarda elde edilmiÅŸ bilimsel veriler” olarak nitelendirdiÄŸi malzemenin ne kadar bilimsel olabileceÄŸine odaklanmak lazım. Avustralyalı bir Aborjin topluluÄŸu olan Kuuk Thaayyore insanlarının dillerinde saÄŸ ve sol sözcüklerinin yer almaması, bu sözcüklerle kastedilen anlamların sözü edilen insanların idrakinde olmadığı anlamına gelir mi? Yön isimlerini bu amaçla kullandıklarına göre, gelmiyor. Ya da Ä°ngilizce konuÅŸanların zamana göre dizilimi soldan saÄŸa yapması ya da Ä°branice ve Arapça konuÅŸanların bunu saÄŸdan sola doÄŸru yapıyor olması, Boroditsky’nin ifade ettiÄŸi gibi insanların zaman ve mekân algılarının belirlenmesinde dilin belirleyici olduÄŸu anlamına mı geliyor, yoksa daha baÅŸka kültürel, dinsel, mitolojik, antropolojik, zihinsel, hatta coÄŸrafi anlamları mı var? Mesela tarih içerisinde zaman zaman saÄŸdan, zaman zaman soldan baÅŸlayan yazı ve alfabe formlarını, hatta aynı anda her ikisini de kullandığını bildiÄŸimiz dillerin zaman ve mekân algısının belirlenmesindeki rolü nedir? Dilin kullandığı yazı ve alfabe ile birlikte bu algılar da deÄŸiÅŸmekte midir?
Yedi ve sekiz gibi sözcüklerin olmadığı dilleri kullanan insanlar gerçekten de sayma konusunda zorluk yaşıyorlar mı? Buradaki zorluk kelimesi ile kastedilen tam olarak nedir? Mesela yedi pengueni tanımlamak için çok çaba mı harcamaları gerekiyor, yoksa bunu hiç mi baÅŸaramıyorlar? Ya parmakları? Ellerindeki parmakları sayarken, “beÅŸ parmak” demek için ne diyorlar? Dillerinde beÅŸ kelimesi olmadığı için parmak sayılarına anlam mı veremiyorlar, yoksa beÅŸ parmakları olduÄŸu için ÅŸu ya da bu ÅŸekilde kendilerine özgü bir sayma biçimini mi kullanıyorlar? Bütün bu soruların ötesinde, sayılar ile sözcükler arasında gerçekten de sözcüklerin kurucu olduÄŸu bir “yaratım iliÅŸkisi” mi var? MatematiÄŸin kendine özgü bir dile sahip olduÄŸu iddialarını nasıl karşılamak gerekir? Özellikle “atom çağında” teÅŸekkül eden bilgisayar dilleri, kodlamalar, programlama biçimleri vs. mevcut bir dilin yansıttığı anlam dünyasına mı karşılık geliyor, yoksa kullandığımız dilin anlam veremediÄŸi baÅŸka bir sanal ya da hiper gerçeklik alanını falan tarif etmek için yeni dillerin inÅŸa edilmesi anlamına mı geliyor?
Nasıl anlaşıyoruz?
Lera Boroditsky’nin benim açımdan en ilgi çekici saptaması, “insan aklı ve beyni hakkında bildiÄŸimiz her ÅŸeyin genellikle üniversitelerdeki Ä°ngilizce konuÅŸan Amerikalıların çalışmaları üzerine kurulu olduÄŸu” iddiası… KonuÅŸmasında bu temel saptamadan hareket ederek “insan aklı hakkındaki bilgilerimizin inanılmaz derecede sınırlı olduÄŸunu” ileri sürüyor ve bütün bu çalışmaların neredeyse (kuÅŸkusuz Ä°ngilizce konuÅŸmayan) bütün insanları “hariç” tuttuÄŸunu belirterek “bilimin daha iyisini yapması gerektiÄŸini” vurguluyor. Saptama oldukça ilgi çekici ve fazlasıyla da radikal bir iddiayı dillendiriyor. Fakat bu iddia, aynı zamanda Boroditsky’nin konuÅŸmasını biz “Ä°ngilizce konuÅŸmayan” dinleyicilerin anlama biçiminden onun Kuuk Thaayyore insanları hakkındaki tespitlerinin geçerliliÄŸinin kuÅŸku bulutuyla kaplanmasına kadar birçok soru iÅŸaretini de beraberinde getiriyor. Tercüme nedir? Boroditsky’nin oldukça ilgimizi çeken ve bizi ÅŸaşırtan tespitlerini nasıl anlayabiliyoruz? KuÅŸkusuz kendi dilsel ve zihinsel evrenimize iliÅŸkin kavrayışlarımız ile teÅŸebbüs ettiÄŸimiz baÅŸkalarının dilsel ve zihinsel evrenine iliÅŸkin kavrayışlarımıza nasıl güveneceÄŸiz? Bütün bu sorular bir kenara, sözünü ettiÄŸim videoyu izleyenler ile izlemeyenlerin bu metni okurken farklı düÅŸünüÅŸler ile hemhal olmasını nasıl anlamlandıracağız?
Salt dilden hareket ederek (anlam ve düÅŸünceye dilden giderek) bu sorulara olumlu cevaplar verebilmenin mümkün olmadığı açıktır. Bütün radikal (bu kelime ile Türkçedeki hangi anlama iÅŸaret ediyorum acaba?) fikirler eksik, dolayısıyla da yanlıştır. Körler ve fil ile ilgili meÅŸhur hikâyeyi herkes bilir. Görme engelli bir grup insandan, dokunarak fili tasvir etmeleri istenir ve her biri dokundukları yerden hareketle farklı fil tarifleri yaparlar. Bu tarifler, filin sıfatları itibarıyla doÄŸru olsa da mahiyeti itibarıyla eksik, dolayısıyla da yanlıştırlar. Hiç ÅŸüphesiz bu son derece doÄŸaldır ve tarifi yapanlar durumun bilincinde oldukları sürece de herkes tarafından doÄŸal karşılanacaktır. Fakat file iliÅŸkin tariflerden birini yapan görme engellilerden biri kendi tarifinin mutlak olduÄŸunu iddia etmesi gülünç olacaktır. Hele bu mutlaklık üzerinden bir “düÅŸünce ve anlam” dünyası kurmaya giriÅŸmesi, fantastik bir kurgu giriÅŸiminden öte bir anlam ifade etmeyecektir.
Boroditsky’nin savlarının baÅŸlı başına dikkate deÄŸer oldukları doÄŸrudur ve bunlardan hareketle de birçok önemli çıkarımlar elde edilebileceÄŸi açıktır. Hatta bunlardan, mesela sömürge haline getirilmiÅŸ bir coÄŸrafyada yaÅŸayan insanların zihinlerinde bir tür rıza ve kabulleniÅŸ oluÅŸturmak için çeÅŸitli siyasal perspektifler bile üretilebilir. Sömürgecinin “bu bilimsel verilerden hareketle” her halükârda kurgusal nitelikli olacak olan “algı” inÅŸa etmesi de mümkün olabilir. Fakat yine bunlardan, dilin kendisine iliÅŸkin bir genelleme kurmak, bin yıldan beri kimsenin keÅŸfedemediÄŸi pozitif bir kavrayış ilkesi çıkarmak, yanlış anlaşılmak istemem, lâkin vülger pozitivizmin ÅŸimdiye dek binlerce kez “yanlışlanmış” olan mutlaklık anlayışının izlerini yansıtmaktadır. Tahrik edici olduÄŸu açıktır, fakat aynı zamanda tahrif ve tahrip de edicidir. Felsefi deÄŸil, “kötücül bir oryantalizm” örneÄŸi olarak politik ve stratejiktir. Üzerine iyi niyetli ve sevgi dolu bir keÅŸiÅŸin kıyafetini giymiÅŸ olması, tahrip gücünün artırılmak istenmesi ile ilgilidir.
Denizanası ve kütüphanede vals
Kütüphanede vals yapan bir denizanası hayal etmeyi baÅŸaran var mıdır, bilemiyorum. Ben baÅŸaramadım. Evet, uçan süpürgesi ile gökyüzünde dolaÅŸan bir cadıyı hayal edebiliyorum, fakat “vals yapan denizanası” imgelemimde bir türlü canlanmıyor. Bunun sebebini elbette biliyorum: Åžu ya da bu ÅŸekilde zihnimde oluÅŸmuÅŸ bir uçan süpürge ve cadı imgesi mevcut olup bu imgeler bazı tarihsel verilerle de desteklenebilir durumda. Söz konusu tarihsel verilerin kurgusal olup olmamasının çok bir önemi yok, bütünüyle uydurma da olabilirler. Neticede zihnimde bir karşılıkları var ve bu karşılıklar da hem dilimi hem de idrakimi bir ÅŸekilde etkiliyor. Biçimlendirmiyor, etkiliyor. Zihnimdeki karşılıkların ise dil tarafından oluÅŸturulduÄŸundan çok emin deÄŸilim, bunda dilin etkisi olabileceÄŸi gibi, dinî inanışımın, dünyaya bakışımın, doÄŸduÄŸumda kendimi içerisinde bulduÄŸum kültürün, ailemin, kardeÅŸlerimin, aldığım eÄŸitimin ve okuduÄŸum kitapların, yaÅŸadığım coÄŸrafyanın, evimin önündeki aÄŸacın, karşıdaki yalçın daÄŸların ve ÅŸu anda dışarıda yapmakta olan karın da etkisi olabilir. Var. Hangisinin ne kadar etkisi var diye sormayacağım, bu herhalde baÅŸka bir düÅŸünce teÅŸebbüsünün konusu olabilir.
Sosyal medyada binlerce etkileÅŸim almış olan Lera Boroditsky’nin konuÅŸma videosu, ihtiva ettiÄŸi iddialar dolayısıyla pek çok insanın ilgisini çekmeyi baÅŸarmış olabilir. Ä°nsanların konuÅŸtukları dile dönük ilgilerini yansıtması bakımından bunu önemli de bulmalıyız. Fakat insanın düÅŸünce ÅŸeklinin dil tarafından belirlendiÄŸi iddiasını doÄŸru kabul etmek için elimizde halen yeterince kanıt bulunmadığını unutmamak kaydıyla… Åžahsen ben, bu heyecan verici konuÅŸmayı dinledikten sonra da “dilin, zihnin aynası olduÄŸunu” söyleyen Leibniz’e hak vermeye devam ediyorum. Aksi halde kendimi harflerden yapılmış bir zindanın içerisine hapsetmiÅŸ olurdum. Bu ise sürekli yeni “gerçeklikler” ve diller yaratmaya devam eden insan zihnine haksızlık etmek olurdu.
Lera Boroditsky'nin yazıda bahsi geçen TED konuÅŸması için tıklayınız:
https://www.ted.com/talks/lera_boroditsky_how_language_shapes_the_way_we_think/transcript?language=tr&fbclid=IwAR0TxE9yXOJhosKwNt9EBJFyAIeJnzAoiq0NTJDYqr16_Kc32asCDKAOjh0
Kaynak: Dünya Bizim
Henüz yorum yapılmamış.