Kürsü
Fikrî tembellik, asılsız propaganda ve peşin hüküm, bize bir koca asır kaybettirdi.
Follow @dusuncemektebi2
Evvela şunu belirtelim ki şahısçılık, şuculuk-buculuk yapmak gibi bir niyetimiz yoktur. Bir devrin devlet adamını, kendi zamanından koparıp yaşadığı çağdan geriye veya ileriye doğru bir başka isimle çatıştırmak da doğru değildir. Her vak’a ve o vak’aların failleri kendi zaman, zemin ve şartları içinde değerlendirilir. Kıymet hükmü buna göre verilir.
Keza devletin idare tarzı her ne olursa olsun hiçbir devlet adamı, kusurdan, hatadan münezzeh deÄŸildir. Ä°nsanın günahsızlığı mümkün olmayacağı gibi unvanı, Han, Hakan, Sultan, PadiÅŸah, Reis-i Cumhur veya Vezir-i azam, Sadrazam, BaÅŸvekil, BaÅŸbakan yahut, nazır, vekil, Bakan vs. olması da hatadan azadelik anlamına gelmez. Ä°craat varsa kusur olur.
Bu hakikat, herkes tarafından bilinir ama herkes tarafından kabul edilmez. Galiba yalnızca bizde deÄŸil, ÅŸark milletlerinin tamamında övmekte ve yermekte sınır tanımazlık, bir türlü bu toprakları bırakıp gitmeyen kötü bir alışkanlıktır.
Bizim hayat tarzımızda doÄŸum günü kutlaması vardır. Fakat ölüm günü töreni yoktur. Sevgili Peygamberimizin -aleyhisselam- doÄŸumlarıyla âlemleri aydınlattıkları takvim olan Rebi’ül evvel ayının 11-12’nci gecesi kendilerini anarız. Buna “Mevlid-i ÅŸerif” yahut “Mevlid-i Nebi” denir. Bizzat da doÄŸum günlerini kutlarlardı. Hâlbuki ölenlerin arkasından yas tutulmasını menetmiÅŸlerdi.
10 Åžubat 1918, Osmanlı devlet dilindeki adıyla Sultan Abdülhamid-i Sani’nin, II. Abdülhamid Han’ın vefat tarihidir. Kendisi ve ailesi, nezaret altında tutulduÄŸu Beylerbeyi Sarayı’nın ancak iki odasını kullanabiliyorlardı. Ä°slam Halifesi ve Devlet-i ali Osman’ın Hükümdarı Sultan, bu Saray’da hürriyetinden mahrum iken dar-ı bekaya irtihal eyledi.
Abdülhamid Han’ın babası, Abdülmecid Han ve annesi Tirimüjgan Kadınefendi’dir. 21 Eylül 1842 tarihinde dünyaya gelmiÅŸtir. Annesini küçük yaÅŸta kaybetti. Öksüz kalan Åžehzade Efendiyi, Rahime Perestu Kadınefendi, öz annesini aratmayacak bir ihtimamda yetiÅŸtirdi. Bu kadirÅŸinas Hanım, son Valide Sultandır.
Abdülhamid Han, 31 AÄŸustos 1876’da Cülus etti, tahta geçti. Selefleri ve halefleri gibi Türklerin Hakanı, Müslümanların Halifesi ve bütün teb’anın/ vatandaÅŸların Sultanıydı. MeÅŸrutiyet ve Kanun-ı Esasi ilan etmek ÅŸartıyla tahta oturabilmiÅŸti. Ä°lk 1,5-2 yıl ipler Midhat PaÅŸa Cuntasının elindeydi. Bu sebeple o yıllarda kötü gidiÅŸata müdahale edemedi. Cunta, devleti 1877 Türk Rus Harbine soktu. Tarihteki en büyük kaybımızı yaÅŸadık. 1878’de Meclis-i Meb’usanı kapattıktan sonra devletin hâkimiyetini ele aldı. 93 Harbi denen Türk-Rus Harbi’nin zararlarını asgariye indirmek için büyük bir maharetle diplomatik zekâsını kullandı. Ä°mparatorluÄŸun her köÅŸesinde, saÄŸlık, ulaşım, maarif, millî müdafaa ve bayındırlık baÅŸta olmak üzere müthiÅŸ bir kalkınma seferberliÄŸi baÅŸlattı. O gün inÅŸa edilen yol, hastane, mektep ve binalar bugün de kullanılmaktadır.
Çanakkale ve KurtuluÅŸ Harplerimiz, savunma harpleridir. Son taarruz harbimiz, 1897 tarihli Türk-Yunan veya Teselya denen harptir. Yunanlılar hudut ihlalinde sözden anlamayınca tekdir ÅŸart olmuÅŸ, PadiÅŸah orduya Atina’yı iÅŸaret etmiÅŸ yüz bin kiÅŸilik Mehmetçik, kısa zaman zarfında Atina kapılarına dayanınca Rusya ve Avrupa devletleri araya girerek Yunanlıların harp tazminat ödemesi karşılığı sulh yapılmıştır.
23 Temmuz 1908’de MeÅŸruti idarenin yeniden yürürlüÄŸe girmesi üzerine hâkimiyet yine Hakan’ın elinden çıktı. 31 Mart Ä°syanı denen 27 Nisan 1909 darbesiyle hal edildi, devrildi. Selanik’ten gelen Harekât Ordusuna müdahale ettirmedi. Almancı Cunta Ä°ttihadçıları, Halifeyi Selanik’teki Alatini Biraderlerin köÅŸküne sürerek burada nezaret altında tutup dünya ile irtibatını kestiler.
Abdülhamid Han, devleti, Ä°ttihadcılara bırakma mecburiyetinde kaldığında memalik-i ÅŸahane, ülkenin topak varlığı, 5 milyon km2 idi. Sultan, idareyi kendinden gasbeden emek ve ekmeÄŸiyle büyümüÅŸ bu romantik subay, milis ve cuntacılar için ÅŸöyle demiÅŸti:
-Deveti, 10 sene idare etsin, bir asır idare ettik desinler!
Nitekim, bu malum isimler, Alman oyununa düÅŸerek devleti lüzumsuz yere Harb-i Umumiye sürüklediler. 1918 senesine kadar devleti batırmış olarak her biri bir ülkeye kaçıp gittiler.
Selanik’in, düÅŸman eline geçme tehlikesi belirince, Hükûmet, eski Sultanı, Beylerbeyi Sarayı’na nakletti. Vefat ettiÄŸi yer de burasıdır. Vefat haberi ilkin BaÅŸkumandan Vekili Enver PaÅŸa’ya bildirildi. O da Sultan ReÅŸad’a telefonla arz etti. Mevtayı, gasil ve tekfin iÅŸi Topkapı Sarayı’nda yapıldı.
PadiÅŸah, defin için II. Mahmud Türbesini münasip görmüÅŸ, merhum Sultanın ailesi ise Fatih Camii haziresini istemiÅŸti. Enver PaÅŸa’nın bunu uygun bulmadığı nakledilir.
Abdülhamid Han, dedesi II. Mahmud Han’ın türbesine defnedildi. Ahalinin cenaze merasim ve namazına iÅŸtiraki, muazzam sayılardaydı. Divanyolu Caddesi’nden sanki insan seli akıyordu. AÄŸaçların üstü bile salkım-saçak dolmuÅŸtu. Åžefkatli bir Baba kaybedilmiÅŸti. Tahammül edilen yokluk ve yoksulluk anlatılır gibi deÄŸildi. Aziz vatan, tarumar ediliyordu. Bunları yaÅŸayan millet, o gün gözyaÅŸları içinde hançeresini paralarcasına “Sultanım, bizi bırakıp da nereye gidiyorsun?” diye haykırıyordu…
Milletin ve ümmetin çok sevdiÄŸi Sultan, tahttan çekilmek zorunda kaldıktan sonra iç ve dış muhaliflerinin ağır hakaretlerine maruz bırakıldı. Kızıl Sultan, müstebit, cimri, vehimli gibi insaf ve vicdan dışı sözlerle kalplerden silinmek isteniyordu. Ä°ÅŸin kötüsü, bu hakaretler ders kitaplarında da yapıldı. Aslında O büyük PadiÅŸahın ÅŸahsında Osmanlıya hakaret ediliyordu. Bu haksızlıkların bitmesi için, 31 Mart 1909’un üzerinden bir asır geçmesi gerekecekti. PeÅŸin hükümlerden doÄŸan bu bir asırlık yalan ve iftiralara raÄŸmen, Abdülhamid Han da Devlet-i ali Osman da iade-i itibar etti. Devlet, tarihiyle barıştı. Bugün hiçbir siyasi hareket, Osmanlı, Abdülhamid Han ve ecdadı karalayarak iktidar olamaz. Bir avuç peÅŸin hükümlünün bugün de olmasının bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Fikrî tembellik, asılsız propaganda ve peÅŸin hüküm, bize bir koca asır kaybettirdi. Yirminci asır, sadece kavga asrıdır, kayıp yüzyılımızdır.
Hâlbuki Mutlakiyet, MeÅŸrutiyet ve Cumhuriyet dönemleriyle bu dönemlerde söz sahibi olan insanlar, ilmî soÄŸukkanlılıkla tahlil edilseydi o kayıplar yaÅŸanmazdı. Süregelen illet, övme ve yerme arasındaki çıkmaz, bugün de devam etmektedir.
Ä°stanbul’un Fethi bir ihtilaf mevzuu deÄŸildir. Ä°htilaf, çekiÅŸme, anlaÅŸmazlık 19’uncu asrın başından, 21’inci asrın başına kadarki zaman dilimindedir. Namuslu fikir ve tarih insanları, bu iki asrı, haysiyetli kalem ve vicdanlarının sesi kelamlarıyla tahlil etmelidir.
DiÄŸer taraftan; deÄŸerli Hanedan mensupları, bilhassa gençler, attıkları adıma, dedikleri söze çok özen göstermeli, gündelik politik kavgalardan sakınmalılar.
Rahim Er - Türkiye Gazetesi
Henüz yorum yapılmamış.