Kürsü
Yasin Aktay: Bu muyuz biz? Şu şehir aynasında gördüğümüz biz miyiz?
Follow @dusuncemektebi2
Yasin Aktay- Yeni Åžafak
Hazır ÅŸehirlerimizin kimin tarafından ve nasıl yönetileceÄŸi üzerine bir seçime gidiyoruz, vesile edinip bir süre ÅŸehir üzerinde düÅŸünmekte büyük fayda var.
Åžehir üzerine düÅŸünmek insanın kendisi üzerinde düÅŸünmesi, hatta bu düÅŸüncede önemli bir aÅŸama kaydetmesi demek. Ä°nsan, tabiatı itibariyle kendisi üzerinde düÅŸünebilen tek varlık.
DüÅŸünebiliyor olması, bu imkanını kullanıyor olduÄŸu, yani düÅŸündüÄŸü anlamına gelmiyor tabi. Tıpkı düÅŸünebiliyor olması her düÅŸündüÄŸünün isabetli, saÄŸlıklı olduÄŸu anlamına gelmediÄŸi gibi.
Ä°nsanın kendi üzerinde düÅŸünmesi, kendini tanıması, kendinin farkında olması, aklının sınırlarını bilmesi, kiÅŸiliÄŸinin güçlü ve zayıf yanlarını öÄŸrenmesi, iyi duyguları kadar kötü duygularının farkına varması; mesela kibrinin, nankörlüÄŸünün, kıskançlığının ve çekemezliÄŸinin, bencilliÄŸinin ve sadizminin, bir dizi kompleksinin canlandığı anları izlemesi, dolayısıyla kendini kontrol etmesi. Bütün bu farkındalığı saÄŸlayacak bir ÅŸehirlilik mi arıyoruz?
Aslında ÅŸehir içinde yaÅŸayanın en canlı ve en yoÄŸun ÅŸekilde yaÅŸadığı bütün bu duyguların farkına varmak kendi üzerinde düÅŸünmenin bir erdemi. Ä°nsan salt akıldan ibaret deÄŸil tabi. Ä°nsan salt felsefi metinlerde adını sıkça zikrettiÄŸimiz ÅŸu büyük harfli “Ä°nsan” da deÄŸildir.
O resimlerde çizilen bir insan da yok aslında.
Ä°nsan hep ete kemiÄŸe bürünmüÅŸ bir anne ve bir babadan doÄŸmuÅŸ, kendi özel hikayesiyle, kendini mutlaka baÅŸkalarından ayırt eden özel yanlarıyla temayüz etmiÅŸ, bir yaşı, bir cinsiyeti, bir mesleÄŸi, bir memleketi, bir tipi, bir kendine özgü bedeni, bir dili, bir cemaati, bir akrabalıklar bağı, bir sosyal çevresi olan bir özne olarak var oluyor.
Åžehir böyle insanların toplamının oluÅŸturduÄŸu bir birliktelik. Bu birliktelikler de yine büyük harfli her yerde aynı özelliklere temayüz eden bir ÅŸehir ortaya çıkarmıyor. O ÅŸehirleri oluÅŸturan küçük harfli insanların oluÅŸturduÄŸu, organize ettiÄŸi, renklerini, karakterlerini ve canlılıklarını verdikleri yerdir ÅŸehirler.
Oysa daha önce yine bir vesileyle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın büyük bir edebi zarafetle resmetmiÅŸ olduÄŸu BeÅŸ Åžehir’den geleceÄŸin Türkiye’sinde bir eser kalıp kalmayacağını sormuÅŸtuk. O BeÅŸ Åžehirin temsil ettiÄŸi, her birini ayrı bir gezegen farklılığında, canlılığında ve kimliÄŸinde mütemayiz kılan o ÅŸehir ruhu, betonarme binalar, her biri birbirine benzeyen cadde, sokak, alışveriÅŸ merkezleri ve sair modern kent mekanlarıyla nasıl da klonlanmış gibi durmaya baÅŸlamıştı.
Artık bir ÅŸehri merak etmenize, merak etmiÅŸseniz onu zahmet edip gidip gezmenize gerek yoktur Anadolu’da, birini gördüÄŸünüzde hepsini görmüÅŸ gibi oluyorsunuz nasılsa. Hepsi birbirinin aynısı bu türden binalar ve mekanların serpiÅŸtirmeleri.
Burası gerçekten tam da ÅŸehirlerin ÅŸehirlere ulandığı yer gibi (tabii ki, ÅŸehir deÄŸil “ölüm” dü ÅŸirdeki). Oysa ÅŸair Ä°smet Özel’in dediÄŸi gibi, hayat bir baÅŸka hayata karşıdır ve bu karşı olmaklığında bulur hayatiyetini.
Buraya kadar mıdır peki? Ä°nsanın bu dünyadaki hikayesinin sonuna mı gelmiÅŸ olacağız? Bütün insanların da birbirine ulandığı yerde insanın da sonuna gelmiÅŸ olmaz mıyız?
Tam olarak böyle olması mümkün deÄŸil tabi, ama bu sözde modern dünyada ortaya konulmaya çalışılan ÅŸehir pratiklerinde hayat boyutunu yoksayan, bütün ÅŸehirleri birbirine benzetirken, ÅŸehrin hayatına kast eden bir yaklaşım sözkonusu
Neticede şehirleri bu hale getiren, kendi hayatiyetinin tam aksi bir noktaya getirip donduran, canlı olan insanın kendisi. Bir tercihle olmuştur herşey ve bir başka tercihle başka bir yere doğru gelişebilir.
Tarih boyunca bu dünyaya dair bir iddiası olan bütün medeniyetler, iddialarını, kurdukları ÅŸehirler üzerinden göstermeye çalışmışlardır. Åžehirler sadece kurulan medeniyetlerin görkem ÅŸovlarının ifadesi olmamıştır. Böyle olanları da olmuÅŸtur tabii. Ä°nsanın kibrinden, baÅŸka toplumlara, medeniyetlere hatta Tanrı’ya meydan okumaktan baÅŸka bir anlamı ve amacı olmayan ÅŸehirler de kurmuÅŸtur insanoÄŸlu.
O tür ÅŸehirler sadece böylesi bir iddiaya dayanmışsa onları kuran irade ömrünün sonuna geldiÄŸinde, kurdukları ÅŸehirler de kendileriyle birlikte sönüp gitmiÅŸtir. Çünkü Ä°bn Haldun’un dediÄŸi gibi, onları besleyen badiyeler de yoksa hele, o ÅŸehirleri ayakta tutacak bir gerçeklik de olmadığı için önce zayıflamış sonra yok olup gitmiÅŸtir.
Åžehirlerin yönetimi olayını elbette kimin ÅŸehirler üzerinde iktidar kuracağı basitliÄŸinde almamamız gerek. Åžehirler insanların bütün medeniyet iddialarını gösterme imkanı bulabilecekleri yegane mekanlardır.
Medeniyet iddiası lafı oldum olası pek yakınlık duyduÄŸum bir deyim olmamıştır, ama bir netice olarak içimizde ne varsa dışa vuranın da o olduÄŸu gerçeÄŸinde anlaÅŸtığımız taktirde, bugünkü ÅŸehirlerimizde ÅŸikayetçi olduÄŸumuz ne varsa bunun bizim içimizdekinin bir yansıması olduÄŸunu gözardı etmemeliyiz. Kendi üzerimizde düÅŸünmemize yol açacak olan ÅŸehir üzerine düÅŸünmeye belki buradan baÅŸlamamız lazım.
Åžehirlerimize bakarak içimizi bir kez daha kontrol etme fırsatı bulabiliriz. Bu muyuz biz? Åžu ÅŸehrin aynasında gördüÄŸümüz biz miyiz?
Ä°yi de bu ÅŸehirleri biz kaç yıldır yönetiyoruz ki diyen sesleri duyar gibiyim.
Mevzuyu sadece mimariden ibaret görmüyoruz tabi. Ä°nsan iliÅŸkilerinden, birbirimize bakışımızdan, bir ÅŸehirde organik iÅŸbölümünü ve beraberliÄŸi kurgulayıp uygulama biçimlerimizden, dayanışma eksiklerimizden veya fazlalıklarımızdan bahsediyorum.
Beden siyaseti de diyebiliriz buna. Bir toplumu bir bedenin bütünlüÄŸü, uyumu, güzelliÄŸi ve iÅŸlevselliÄŸi içinde tutabilme mahareti.
Eskiler ÅŸehir ve siyaset üzerinde düÅŸünürken tam da bu noktadan hareket ederlerdi. Biz de bu hattan biraz düÅŸünmeye devam edelim..
Henüz yorum yapılmamış.