Kürsü
Gökhan Özcan: Edebiyatın yeni zamanlardaki hikâyesi, insanın yeni zamanlardaki açmazını aşikâr ediyor
![](resimler/detay/177661.jpg?1549860663)
Follow @dusuncemektebi2
Gökhan Özcan- Yeni Şafak
''Yeni bir gün baÅŸlıyor!” dedi perdeleri açan. “Sonunu biliyorum!” dedi perdeleri hep kapalı olan.
Kurgunun krallığı, hayatın geniÅŸ coÄŸrafyasında bütün kaleleri tek tek ele geçiriyor. Hayatın ritmini deÄŸiÅŸtiriyor, olan biteni aslî yapısından, kendi özgül ağırlığı ve derunî anlamından kopararak daha kolay, daha hızlı, daha rahat tüketilebilir ve dolayısıyla daha gerçeksiz kılıyor. Bu, insanın hayatın önüne geçme çabasından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil... Hayatın getirdiklerini yaÅŸamak yerine, kendine yaÅŸayacak bir hayat kurgulama arzusu, ihtirası içindeyiz az çok hepimiz. Bir çocuÄŸun elindeki oyun hamurunu yoÄŸurup biçimlendirebildiÄŸi gibi biçimlendirebileceÄŸimiz günlerimiz olsun istiyoruz. ÖngörülmüÅŸ, planlanmış, sürprizlere kapalı... Bu sadece hayatın gündelik faaliyetleri için böyle deÄŸil; zihnimizin ve kalbimizin de çizdiÄŸimiz güzergâh dışına çıkmasını istemiyoruz. Hangi sosyal çevrede bulunacağımızı, kimi seveceÄŸimizi, kimlerle aramıza mesafeler koyacağımızı, neyi ne zaman ne ÅŸekilde hatırlayacağımızı, günleri neye göre sıraya koyacağımızı hep kendimiz belirlemek istiyoruz. Sanıyoruz ki böyle yaparsak, hayatın tadını kaçıracak kötü sürprizlerden yakamızı kurtarır, daha mutlu yaÅŸarız. Oysa insanı zenginleÅŸtiren ÅŸey hayatın ona getirdikleridir. Kendini tamamen hayata kapatarak yaÅŸamak diye bir ÅŸey mümkün olsaydı, kupkuru bir döngünün içinde, adeta bir girdaba kapılmış gibi dönüp dururdu insan. YaÅŸamak ve hayatın karşımıza çıkardığı iyi-kötü sürprizleri tecrübe etmek cesaretini gösterebildiÄŸimiz için aslında hayatlarımız yaÅŸamaya deÄŸer... Yeni insan, her ÅŸeyi kurgulama ihtirası ve vehmiyle aslında hayatı kısıtlıyor ve daraltıyor. Ne yaparsak yapalım tatmin olamıyor oluÅŸumuz, kendimizi varacağı yer belli kurgulara tutsak kılışımızdan. YaÅŸama korkumuz, bizi hayatsız bırakıyor.
“TrajiÄŸin ne olduÄŸunu artık bilmediÄŸimiz bu ortamda roman nasıl mümkün olabilir ki? Ulvi olan yok olmuÅŸsa, tüm öngörülebilirliÄŸi ve daha da kötüsü, yıkıcı tesadüflerinin cılız gizemiyle hayatımızda sadece gündelik olan kalmışsa, romanın düÅŸüncesi bile nasıl mümkün olabilir ki?” diye soruyor Georgi Gospodinov, ‘DoÄŸal Roman’ adını verdiÄŸi kitabında.
Edebiyatın yeni zamanlardaki hikâyesi, insanın yeni zamanlardaki açmazını aÅŸikâr ediyor. Tasvirlerden sıkılan, aramayı bırakan gözler... DerinliÄŸine idrakin yerine hızı önemseyen, ritmik, akışkan, hafif, sıçramalı bir kurgusal zihin... Mesele edinmeyi bırakan eÄŸlenmeyi, haz almayı, hiç olmadığı süreçlerde kendi gerçekliÄŸinden kaçmayı zevk edinen tüketici, güdülerin peÅŸinden giden taklit kiÅŸilikler... Sadece edebiyat deÄŸil, mesela sinema, mesela müzik, mesela görsel sanatlarda da durum böyle... Hayatın gerçekliÄŸini neredeyse tümüyle terketmeye ve kendini kaygısız kurgunun sürükleyiciliÄŸine bırakmaya meyyaliz artık hepimiz. Ä°nsan hayata dair bütün ağırlıklarını bırakarak yeni insana taşıyor. Gerçekten gerçek olmayana, gerçekte olmayana...
‘KötülüÄŸün Åžeffaflığı’ kitabında ÅŸöyle diyor Fransız düÅŸünür Jean Baudrillard: “...insanlar özgün ve dâhi makineler düÅŸlüyorsa, kendi özgünlüklerinden umut kestikleri ya da bundan vazgeçip üçüncü ÅŸahıs olan makineler aracılığıyla bu özgünlükten yararlanmayı yeÄŸledikleri içindir. Çünkü bu makinelerin sunduÄŸu ÅŸey düÅŸüncenin gösterisidir; insanlar da makineleri kullanarak, kendilerini düÅŸüncenin kendisinden çok düÅŸüncenin gösterisine verirler.”
“BaÅŸlarını kaldırıp yıldızlara bakmayanlar için” dedi beyaz saçlı adam, “Mehtap kartondan bir dekordur!”
Henüz yorum yapılmamış.