Kürsü
Taha Kılınç: Ayetullah Hüseyin Ali Muntazerî, sıradan bir muhalif din adamı değildi
Follow @dusuncemektebi2
Taha Kılınç- Yeni Şafak
Ä°ran’ın Kum kenti, 21 Aralık 2009 Pazartesi günü, oldukça kalabalık bir cenaze törenine ev sahipliÄŸi yapıyordu. Ülkenin dört bir yanından kalkıp ÅŸehrin sokaklarını dolduran yüz binlerce kiÅŸi, önceki gün 87 yaşında hayatını kaybeden Ayetullah Hüseyin Ali Muntazerî’yi uÄŸurlamak üzere toplanmıştı. Ä°ranlı yetkililer her ÅŸeyin yolunda gitmesi için devletin ilgili tüm birimlerini alarma geçirmiÅŸ, törende güvenliÄŸi ve asayiÅŸi temin için Tahran’dan özel birlikler Kum’a nakledilmiÅŸti.
Cenaze töreni konusunda gösterilen bu titizlik, Ayetullah Muntazerî’ye resmi makamlarca gösterilen saygıdan deÄŸil, ülkenin içinde bulunduÄŸu siyasal gerilimden kaynaklanıyordu. O günlerde, kendilerine “YeÅŸil Hareket” ismini veren muhalif kitle siyasî, ekonomik ve sosyal reform talepleriyle Ä°ran gündemini ciddi biçimde meÅŸgul ediyordu. Mehdî Kerrubî ve Mir Hüseyin Musavî ikilisinin liderlik ettiÄŸi hareket, ülke çapında geniÅŸ ilgi görmüÅŸ, sokakları dalgalandırmayı baÅŸarmıştı. Ayetullah Muntazerî, kendisinin zaten eskiden beri savunduÄŸu noktaları dile getiren “YeÅŸil Hareket”e desteÄŸini açıklamakla kalmamış, hareketin lider kadrosuyla da yakın temas kurmuÅŸtu.
Ayetullah Hüseyin Ali Muntazerî, sıradan bir muhalif din adamı deÄŸildi. 1960’lardan itibaren Ayetullah Humeynî’nin yanı başında yer almış, Åžah döneminde 4 yıl (1974-78) hapis yatmış ve iÅŸkence görmüÅŸ, devrimden sonra “Velâyet-i Fakih Doktrini”ni temellendiren beyin takımının içinde bulunmuÅŸ, ardından bizzat Humeynî tarafından “halef” tayin edilerek “Ä°slâm Devrimi”nin ana sütunlarından biri haline gelmiÅŸti. 1980’lerin ilk yarısında, Humeynî’nin ölümü halinde yerine Montazerî’nin geçeceÄŸi konusunda kimsenin ÅŸüphesi yoktu. Ancak kamuoyunda önceleri pek fark edilmeyen bir çatışma, Humeynî-Muntazerî ikilisinin arasını hızla açmaya baÅŸlamıştı:
1980’de Saddam Hüseyin’in Ä°ran’a saldırmasıyla patlak veren Ä°ran-Irak Savaşı’nın yarattığı olaÄŸanüstü atmosfer, Humeynî ve ekibine, ülke içinde iktidarı saÄŸlamlaÅŸtırma fırsatı vermiÅŸti. Bu çerçevede, Halkın Mücahitleri Örgütü ve diÄŸer bazı silahlı fraksiyonların saldırılarından sonra baÅŸlatılan tutuklama ve idam furyasında, çok sayıda muhalif isim etkisiz hale getirildi. 1986 itibariyle, binlerce kiÅŸi idam mangalarında ve hapishanelerdeki iÅŸkence odalarında can vermiÅŸti. Muntazerî, bazılarına bizzat ÅŸahit olduÄŸu bu infazlarla ilgili ilk ÅŸikâyetini 1986’nın ekim ayında yazdığı bir mektupla Humeynî’ye bildirdi. Muntazerî’nin mektubunda, zindanlarda katledilen hamile kadınlardan, iftar vakti asılan Müslüman gençlerden, atılan dayak sebebiyle komaya girenlerden söz ediliyordu. Mektuba herhangi bir cevap gelmedi.
Özel yazışma yoluyla mesafe kat edemeyen Ayetullah Muntazerî, infazların zirveye çıktığı 1988 yazından itibaren alenî muhalefete baÅŸladı. Açıklamalarında en az 3 bin 800 kiÅŸinin feci ÅŸartlarda öldürüldüÄŸünü belirten Muntazerî, “Ä°slâm Devrimi’nin hapishanelerinde iÅŸlenen suçlar, Åžah rejimini geride bıraktı” sözüyle Ä°ran’ın yeni yönetiminde büyük kızgınlığa yol açtı. Humeynî, cevap olarak Muntazerî’yi kendisinin siyasal verasetinden azletti.
Humeynî’nin 3 Haziran 1989’daki ölümünden sonra rejime muhalefetinin dozunu daha da artıran Ayetullah Muntazerî, yeni Dini Lider Ali Hamaney’in yeterliliÄŸini ve ehliyetini sürekli sorguladı. Vaaz verme ve halka açık konuÅŸmalar yapma hakkı elinden alınan Muntazerî, 1997’de Hamaney’e hitaben söylediÄŸi “Sen taklit mercii deÄŸilsin” sözü üzerine ev hapsine konuldu. 2003’e kadar insanlardan izole edilen Muntazerî, bu süre içinde tesirini daha da artırdı. Özellikle din adamlarının yönetimdeki rollerinin kısıtlanması, ilahî misyon iddiasında bulunmamaları, siyaset ve ekonomiye müdahil olmamaları gerektiÄŸine dair yorumları, ölümüne dek ülke çapında dikkatle izlendi.
Böylesine sembolik bir ismin cenaze töreninin, Ä°ranlı yetkililer için kâbus potansiyeli içermesi elbette normaldi. Öte yandan, Muntazerî’nin ölümüyle Ä°ran’da bir dönem kapanıyor, bir dönemin ÅŸahitliÄŸi de onunla birlikte mezara gidiyordu. Ä°ran devlet aklı için, artık rahat bir nefes alma imkânıydı bu.
***
Dün itibariyle, 1 Åžubat 1979’da Ayetullah Ruhullah Humeynî’nin, Air France’a ait bir uçakla, Fransa’nın baÅŸkenti Paris’ten Tahran’a dönüÅŸünün üzerinden tam 40 yıl geçti. O günden bu yana, ABD’nin sürekli saldırıları nedeniyle, -kuruluÅŸundaki gösteriÅŸli iddialara ve Ä°slâm dünyasının tamamını kucaklama söylemlerine raÄŸmen- yolun sonunda mezhepçi bir ulus devlete dönüÅŸen Ä°ran’ın politikalarını saÄŸlıklı ve dengeli bir ÅŸekilde tartışabilme imkânından mahrumuz. Sırf ABD saldırdığı için Ä°ran’ın etrafında halkalanan sempati dalgaları, OrtadoÄŸu’nun bu sıra dışı ülkesinin yakın tarihini soÄŸukkanlı ve tarafsız biçimde okumaktan bile alıkoyuyor bizi. ÖrneÄŸin, yukarıda özetlenen hapishane katliamlarını ve Ayetullah Muntazerî’nin tek başına buna gösterdiÄŸi direniÅŸi, çoÄŸumuz belki de ilk kez duyuyoruz.
Günümüzde OrtadoÄŸu ve Ä°slâm dünyasına ÅžiîliÄŸi ihraç etme hedefine kilitlenen Ä°ran dış politikası, yöneticilerinin dilindeki “ABD”, “Ä°srail”, “emperyalizm” gibi sloganların da yardımıyla, kendisini eleÅŸtirilerden büyük ölçüde korumayı baÅŸarıyor. Ancak yakın ve uzak tarihin bize gösterdiÄŸi bir husus var: Tozlar bir gün halının altına süpürülemeyecek kadar çoÄŸaldığında, gürültülü bir elektrik süpürgesinin açılması ÅŸart haline gelir. Onu da kim açar, bilinmez.
Henüz yorum yapılmamış.