Güncel
İbnü’l-Arabi 'evet ve hayır' arasında İbnü’r-Rüşd’e ne dedi
Ömer Lekesiz - Yeni Şafak
bnü’l-Arabî’nin Ä°bnü’r-RüÅŸd’le görüÅŸmesinde, “evet ve hayır” kelimelerini aynı durum içinde peÅŸpeÅŸe kullanmasının nedeni, oldum olası merak edilegelmiÅŸtir.
Jacques Lacan bile, kendi meslekî seçimini (veya seçimsizliÄŸini), bu görüÅŸmeyle örneklendirmek zorunda kaldığına göre (Dinin Zaferi, çev.: Deniz Kurt, AltıkırkbeÅŸ Yayınları, Ä°stanbul 2015), sıradan insanların merakını anlayışla karşılamak gerekir ki, “Nefisler” de, “bilinmezleri idrak etmek, hazineleri ortaya çıkartmak, remizleri çözmek, kapalılıkları açmak, içlerin gizlediklerini ve hikmetlerin sırlarını araÅŸtırmayı sevmek özelliÄŸinde” yaratılmamış mıdır zaten? (Fütûhât-ı Mekkiyye, c: 16/74).
Yıllar yılı kulaktan kulaÄŸa aktarılarak, ferdî (ve hayâlî) katkılarla efsaneleÅŸtirilen ve bu nedenle mahiyeti de yer yer deÄŸiÅŸtirilen, söz konusu görüÅŸmenin doÄŸru ÅŸeklini, (Ekrem Demirli çevirisiyle) bizzat Ä°bnü’l-Arabî’nin kendisinden aktaralım önce:
“Bir gün Kurtuba’da ÅŸehrin kadısı Ebu’l-velîd Ä°bn RüÅŸd’ün huzuruna girdim. Halvetimde, Allah’ın bana açmış olduÄŸu ÅŸeyleri duyup öÄŸrendiÄŸi için benimle karşılaÅŸmak istiyordu. Duyduklarından dolayı ÅŸaÅŸkınlığını izah ediyordu. Babamın arkadaÅŸlarından birisi olduÄŸu için babam beni Ä°bn RüÅŸd’ün arzusu üzerine, benimle bir araya gelsin diye bir vesileyle beni ona gönderdi. O esnada bıyıkları henüz terlememiÅŸ bir delikanlıydım. Huzuruna girdiÄŸimde sevgi ve saygıyla kalkıp beni kucakladı ve ÅŸöyle dedi:
—Evet!
Ben de cevap verdim:
—Evet!
SöylediÄŸini anladığım için sevinci arttı. Sonra sevincinin sebebinin farkına vardım ve ona ‘hayır’ dedim. Bunun üzerine üzüldü, rengi deÄŸiÅŸti ve sahip olduÄŸu ÅŸeye karşı kuÅŸku duydu. Bana ÅŸöyle dedi:
—KeÅŸif ve ilahî feyizde, iÅŸin nasıl olduÄŸunu gördün? Acaba teorik düÅŸüncenin bize verdiÄŸi gibi midir?
Åžöyle cevap verdim:
—Evet ve hayır! ‘Evet ile hayır’ arasında ruhlar maddelerinden, boyunlar bedenlerinden uçar.
Bunun üzerine rengi sarardı ve kendisini sıkıntı bastı, baÄŸdaÅŸ kurup oturdu ve iÅŸaret ettiÄŸim ÅŸeyi anladı.”
Ä°bnü’l-Arabî’nin bu nakline göre, Ä°bnü’r-RüÅŸd ile görüÅŸmesi iki mertebede gerçekleÅŸiyor: Birinci mertebe halvet mertebesi, ikincisi ise zahirî (gerçek) mertebe. Ancak zahiri mertebede olan da batınî bir boyut taşıyor. Tıpkı, Ä°bnü’l-Arabî’nin “... iÅŸin zahiri bozulma ve fesat iken, bâtını ve iç yüzü salah ve iyiliktir” deyiÅŸindeki gibi (Fütûhât, c: 12/210).
Ä°bnü’l-Arabî’nin, tek nakilde iki mertebeyi birden veriÅŸini ve bu yolla mezkur görüÅŸmenin formunu da aynı yerde açığa çıkarışını, yine onun ÅŸu yorumuyla verebiliriz:
“Ä°lk düÅŸünce, hiçbir zaman yanılmayan ilahi–doÄŸru düÅŸüncedir. Masumiyet ve geçerlilik ilk düÅŸünceye ait olduÄŸu gibi kader ve kaza da onda ortaya çıkar. Aynı ÅŸey, ilk bakış, ilk duyuÅŸ, ilk hareket için de geçerlidir. Ä°lk olan ‘zecr’ ilmini kazandıran bilgidir. Bu bilgiler hiçbir zaman yanılmayacağı gibi doÄŸruluk da onların yanılmaz özelliÄŸidir. Demek ki ilk olanlar öne geçmiÅŸ hakikatlerdir. Ä°lk düÅŸünceden sonra gelen her ÅŸey, ilkin izini takip ederek gelmiÅŸ iç konuÅŸmadır. Hazırlık ve ön deÄŸerlendirme ilk düÅŸünceye aittir. Ä°lk düÅŸünce akıllara arkasında bulunan ÅŸeylere ulaÅŸma coÅŸkusu verir. Kavrayışlı ve derin zeka, bütün hakikatlerini kavrayıp suretinin kendisine verdiklerini öÄŸrenip ve en gizli sırlarını anlayana kadar kendisine gelen ilk ve açık durumdan ayrılmaz. Bir ÅŸeyin zahirinin verdiÄŸi bilgiyi tam olarak öÄŸrendiÄŸinde ise bâtın –ki zahirin izinde gelmiÅŸtir– demek olan kendisine gelen baÅŸka düÅŸünceye geçer. Bu itibarla zahiri bilmeyen bâtını hiç bilemez, çünkü zahir bâtının delilidir.” (Fütûhât, c: 16/74-75)
Ä°bnü’l-Arabî / Ä°bnü’r-RüÅŸd görüÅŸmesinde, ÅŸunu özellikle ve öncelikle belirlememiz gerekiyor: Bu görüÅŸme bir rekabeti, haliyle bir galibiyet / maÄŸlubiyet durumunu deÄŸil, bir farkı çerçevelemektedir.
Bu fark, alim ile arif arasındaki farktır ki, evvelindeki ayırıcı hüküm de, alimin ilahi, arifin rabbani oluÅŸudur. (bkz.: Fütûhât, c: 15/137)
“Evet ve hayır”ın peÅŸpeÅŸe tahakkukuyla ilgili merakımızı, onu aklî yorumlarımızla yorgun düÅŸürerek açıklamaktansa, yine konunun hem muhatabı hem nakledicisi olması bakımından Ä°bnü’l-Arabî’nin, zikrettiÄŸimiz nokta esasında felsefe tanımında temellenen yorumları üzerinden gidermemiz daha doÄŸru olacaktır. Çünkü aktardığımız diyalogda, “evet ve hayır”ın beraber söylenmesinin nedeni gayet açıktır ve açık olan bir ÅŸeyi, muhatabının açık ediÅŸinin ötesinde açıklamaya kalkışmak, onu karıştırmak olacaktır.
—Nasipse, buradan devam ederiz inÅŸallah.—
Henüz yorum yapılmamış.