Kürsü
Özlem Albayrak- Değişen dünyanın değişmeyen halleri
Follow @dusuncemektebi2
Özlem Albayrak- Yeni Şafak
Hepimizin gözü önünde oldu her şey; önce Venezuela’nın muhalefet lideri Juan Guaido kendisini Maduro’ya karşı ülkenin yeni lideri ilan etti; ardından Trump, Guaido’yu Venezuela’nın geçici devlet başkanı olarak tanıdıkları açıklamasını yaptı.
Yaptırımlar da bu gelişmelerden sonra sökün etti. Önce, Venezuela’nın İngiltere’deki 1 milyar dolarlık altın rezervlerine Maduro yönetimine verilmemek üzere el konuldu. Dün de ABD, daha önceki yaptırım karar ve uygulamalarına ek olarak Venezuela’nın petrol şirketlerinden PDVSA’ya ekonomik yaptırım uygulama kararı aldı. Venezuela’nın ABD’deki 7 milyar dolarlık finansal varlığı donduruldu; ABD hükümeti tarafından Maduro yönetimine yönelik petrol ödemelerinin de artık yapılmayacağı ifade edildi. Bu da yetmiyor gibi, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton “Venezuela’ya 5 bin asker” notunu “tesadüfen(!)” basın mensuplarının görebileceği şekilde açık unuttuğu bir defteri koltuğunun altına alarak toplantıya geldi, böylelikle ABD “aba altından müdahale gösterme” yöntemiyle Maduro’yu açık bir şekilde tehdit etmiş oldu.
ABD’nin, hinterlandında bulunan ve doğal olarak kendi alanı saydığı bir Latin ülkesinin, Rusya ve Çin’le yaptığı anlaşmalardan duyduğu rahatsızlık çok fazla olacak ki; Trump –karakterine de yakışır şekilde- diplomasi kurallarını filan boşverdi, İngiltere ve Kuzey Batı ülkelerini de yanına alarak bodoslama yaptırım ve tehditlere girişti…
Artık zorbalık mı denir, yağmacılık diye mi tanımlanır; son yıllardaki popüler deyimle “çökmek” olarak mı adlandırılır bilmiyorum; ama tüm gelirleri petrol üretimi ve altın rezervlerine dayalı bir ülkeyi bitirmenin herhalde en kestirme ve etkili yolu, yurtdışındaki varlıklarına el koymaktır. Üstelik, Batı ülkelerinin Maduro ile ilgili en çok eleştirdiği konu, Maduro’nun Venezuela halkını açlık ve sefalet içinde bırakan yönetim biçimiyken; Maduro’yu devirme yöntemi olarak Venezuela’nın varlıklarına el koyarak; o halkı daha da yoksullaştırmanın verilebilir bir taviz olarak görülmesi de ilginç…
Olanların ardından Çin ve Rusya; Batılı ülkeler tarafından izole edilmiş Venezuela’ya destek veren açıklamalar yaptılar. Sonuç; tıpkı son yıllardaki pek çok tartışmalı uluslararası meselede olduğu gibi, ABD ve Batı ittifakı ile Çin ve Rusya’nın başını çektiği bazı doğu ülkeleri karşı karşıya gelmiş oldu. Başka çatışmalarda denge politikası gütse de; en azından Maduro konusunda Türkiye’nin safı, tartışmasız Doğu bloku tarafında…
Peki, biz bu durumu nasıl yorumlamalıyız?
Bana kalırsa; artık çıplak gözle bile görülmeye başlayan gerçek şu; İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan soğuk savaşta Rusya’nın kaybetmesinden itibaren “tek kutuplu” diye tanımlanan dünya sistemi hızla değişiyor. Suriye konusunda da bu durum anlaşılmıştı ama Venezuela örneği daha da net biçimde gösteriyor ki; ABD istediği her yerde istediği her şeyi yapan “süper güç” konumunda değil artık. Bunu bilmenin endişesi de; ABD karar vericilerinin stratejiyi, diplomasiyi es geçmelerine, en azından yaptıklarına kılıf uydurarak moralite teminini elden bırakmalarına ve politikalarının ahlaki olarak sorgulanmaya açık, savunmasız kalmasına neden oluyor.
İkincisi; egemen bir ülkenin varlıklarına el koyma durumu, Batılı ülkelerin inkar etmedikleri ama konuşmaktan da pek hoşlanmadıkları sömürge tarihini ister istemez akla getiriyor. Dünyaya vermek istedikleri nizamı, son 50 yılda “demokrasi”, “insan hakları”, “uluslararası etik” kavramlarıyla bütün ülkelere ulaşılması gereken bir hedef olarak ihraç eden Batılılar’ın sömürge ahlakından pek de kurtulamadığı Venezuela örneğiyle bir kez daha tescillendi. Görünen o ki, tüm insanlığın ortak paydası haline gelebilmiş bir ahlak anlayışı hala kurulamamış. Demokrasi ve halk iradesinin üstünlüğü de twitterda gördüğüm bir yorumdaki tabirle söylersem; Batılılar tarafından yapılan ve sonra yine Batılılar tarafından yenen bir “put”muş.
Üçüncüsü; Bu konu uzun, ama kısaca evrensel eşitlik projesinin çöktüğü zaten çoktandır biliniyor, yazılıyor çiziliyordu. Ama eski hegemonya biçimlerinin, farklılıklar üzerinden kâh yabancı düşmanlığı (Avrupa’da yükselen ırkçılık ve popülizm), kâh yeni sömürgecilik (Batı ülkelerinin Güney ve Doğu ülkelerinin yönetimlerini darbe, müdahale gibi çeşitli yollarla değiştirerek bağımlı ve zayıf hale getirme çabası), kâh ben-merkezci bir kültürel-etnik duruş (Meksika’ya duvar meselesi) olarak yeniden üretiminin bu kadar hızla gerçekleşeceği beklenmiyordu.
Geçmiş olsun diyeceğim, ama maalesef yeni başlıyor…
Henüz yorum yapılmamış.