Özel / Analiz Haber
Erhan Afyoncu: Harem Yüzlerce güzel kızın olduğu eğlencelerin yapıldığı bir yer olarak düşünüldüğü için insanlar merak ediyor
Follow @dusuncemektebi2
Laciver Dergi - Röportaj
Biz tarihi seviyor muyuz?
Bizim tarihe karşı hissettiÄŸimiz sevgi mi, hayranlık mı? Burada kelimeyi bulmak zor. Lafta seviyoruz ama sevgi böyle olmaz. Bizim durumumuz babasının paltosunu giyip içinde kaybolan çocuk gibi. Åžu anda Türkiye'nin tarihe bakışını sevgi kelimesi pek karşılamıyor. Bir pop ÅŸarkıcısı ÅŸarkı söyler, izleyiciler kendinden geçmiÅŸ bir ÅŸekilde onu dinler ya, o haldeyiz biz. Ä°çinde bulunduÄŸu durumu Türkler hazmedemiyorlar.
Ä°flas etmiÅŸ bir adamın ruh hali gibi geldi bana. Senelerce villada yaÅŸamış sonra da tek göz odaya mahkûm olmuÅŸ.
Üç dört nesildir zengin olan bir ailenin bir anda aşırı fakirleÅŸmesi gibi Türkiye'nin durumu. Çünkü sıradan bir devletin küçülmesi deÄŸildi bizimki, dünyada kurulmuÅŸ ve bu denli tesir etmiÅŸ iki-üç büyük imparatorluktan biriydi Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu.
Peki, biz bu travmayı nasıl atlatacağız?
Travmaya karşı Türkiye'nin ilk tepkisi kendi içine kapanmak ve geçmiÅŸini reddetmek oldu. Åžimdilerdeyse hayranlık olarak devam ediyor. Tabii böyle olunca da tarihe baktığımız zaman saÄŸlıklı analiz yapma ÅŸansımız yok.
Osmanlı konusunda dizilerin nasıl bir rolü var?
Osmanlı tarihi dizileri yeni baÅŸladı. MuhteÅŸem Yüzyıl'la ilgili büyük bir tartışma oldu. Ondan sonra da bir sürü tarihi dizi yapıldı, kimisi tuttu kimisi tutmadı. Bu dizilerdeki önemli ÅŸeylerden birisi, tarihe merak uyandırıyor olmaları. Ä°nsanlar daha fazla kitap okumaya çalışıyor, Osmanlı ile ilgili aksesuarlar satılmaya baÅŸlıyor, fakat bizim iyi bir alt yapımız yok, zaman içerisinde oturacak bu iÅŸler. Batı bir diziyi pazarladığı zaman her ÅŸeyi ile pazarlıyor. Oyuncağı, giysisi vesaireyle kültür olarak bir ekonomik enstrüman haline getiriyor.
Yabancı dizilerde işlenen tarihi nasıl buluyorsunuz peki?
Yabancı tarih dizileri kendi çekildikleri döneme göre deÄŸiÅŸiyor. Mesela Ä°ngiltere Kralı VIII. Henry çok meÅŸhur bir hükümdardır, altı defa evlenmiÅŸtir. Ä°ki karısını idam ettirmiÅŸtir. Tam dizi konusu olan bir kiÅŸi olmuÅŸtur. Bu yüzden birçok dönemde hikâyesi filme ve dizilere çekilmiÅŸtir. En son çekilen Tudors dizisi, MuhteÅŸem Yüzyıl'a örnek olmuÅŸtur. Daha önceki dizilerde saray kadınları daha kapalıyken Tudors'ta daha açıktır. Cinsellik daha ön plandadır. Orada da kurgu yapılıyor ama ÅŸöyle bir avantaj var onlar için; birçok tarihi binaları taÅŸ yapı olduÄŸu için duruyor. Ä°kincisi, çok sayıda tarihi dizi ve film çektikleri için dekor altyapıları var. Türkiye'de dizi yaparken at bulamıyorsunuz mesela.
Biz en çok haremi mi merak ediyoruz Osmanlı ile ilgili?
Daha önce Batılılar da merak ediyordu. Harem bilinmeyen bir ÅŸey olduÄŸu için hayali kurgular kurulmuÅŸ. Yüzlerce güzel kızın olduÄŸu eÄŸlencelerin yapıldığı bir yer olarak düÅŸünüldüÄŸü için insanlar merak ediyor. Topkapı Sarayı'nın o soÄŸuk duvarları arasında insanların üÅŸüye üÅŸüye gezdiÄŸini bilseler o kadar da merak etmezler. Yani Batılıların çizimleri vardır, yarı çıplak yüzlerce kızın eÄŸlendiÄŸi partiler, ondan dolayı çok merak ediliyor fakat haremin ne olduÄŸunu bizim hiçbir zaman bilme ÅŸansımız yok. Çünkü haremdeki hayatı son dönem hariç hiç bilmiyoruz. Kimse giremiyor, bu yüzden de bilinme, anlatılma imkânı yok.
Sizin Osmanlı'da en çok saygı duyduÄŸunuz kadın karakter kim?
Turhan Sultan. Kendisi IV. Mehmet'in annesi. Ben onun bir kitabını da yazdım. OÄŸlu küçükken valide oluyor. Devleti çok iyi yönetiyor fakat en önemlisi çekilmeyi biliyor. Gücünün zirvesindeyken kuvvetli bir sadrazam ailesi, Köprülüleri bulunca 26 sene devlet iÅŸlerinden uzaklaşıyor. Yani devleti bizzat yönetmekten çekilmiÅŸ. Müstakillik illetine müptela olmamış Kösem Sultan gibi.
Peki, Osmanlı'yı mahvetti dediğiniz bir kadın var mı?
Hayır, niçin mahvetsin? Genelde tarihi erkek tarihçiler yazdığı için kadın yönetimlerine karşı olumsuz bakılmıştır. En olumsuz karakterlerden birisi Kösem Sultan olarak gösterilmiÅŸtir. Kösem Sultan, iktidar mücadelesine girmiÅŸtir, yanlışları da olmuÅŸtur ama devleti ayakta tutan ÅŸahsiyetlerdendir. Tarihçiler bu döneme 'Kadınlar Saltanatı' adını veriyorlar ve olumsuz gösteriyorlar fakat bu doÄŸru deÄŸildir. Çünkü yapılan yeni araÅŸtırmalarda bu durumun devleti ayakta tuttuÄŸu görülüyor. Küçücük çocuk mu yönetecek devleti? Bizde, 'kadın devlet iÅŸine karıştı, devlet çöktü' mantığı vardır, bu hiç doÄŸru deÄŸil.
Åžehzade Mustafa'nın ölümü o dönemdeki halk arasında nasıl bir etki yarattı?
Onlarca ağıt yakılmış. Åžehzade Mustafa devletin başına geçecek bir insan olarak görülüyor o dönemde. Bir de cömert olduÄŸu için kendisini halka ve askerlere sevdirmiÅŸ. Böyle olduÄŸu için kendisi çok liyakatli birisi olarak görülürken birdenbire öldürülünce büyük yasa düÅŸmüÅŸ insanlar. Baba da yaÅŸlı, normalde Kanuni Sultan Süleyman o dönemdeki normal bir insanın ömrünün çok üstünde yaşıyor. Ve yaÅŸlanıyor, hareket kapasitesi azalıyor. Mustafa'nın öldürülmesi ve yerine ondan daha zayıf kiÅŸilikli olan Selim'in getirilmesi büyük bir teessüre sebebiyet vermiÅŸ.
Bu dönemde dizideki ölümü sonrasında yaÅŸananları nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Kanuni'yi mahkemeye veren bile olmuÅŸ. Bu iÅŸin magazin tarafı ama normal seyirci üzerinde çok büyük etki yaptı. Günümüz insanı bile hazmedemedi.
Nedeni, son Türk anneden bir ÅŸehzade olması olabilir mi?
Yok, halk orada TürklüÄŸe bakmıyor. Çünkü o dönemde bizim mantığımızdaki gibi bir ÅŸey yok. Sadece Müslüman diye bakılıyor. Günümüzde bile insanlar acıklı olay olmasından ve kendi çocuklarının akıllarına gelmesinden ötürü müteessir oldular.
"Fatih'in Ä°stanbul'u fethettiÄŸi yaÅŸtasın" telkiniyle büyüdük. Åžimdi siz bana anlatabilir misiniz, Fatih Ä°stanbul'u fethettiÄŸinde nasıl bir eÄŸitime sahipti? Bu aynı duruÅŸ ve dirayet ÅŸimdiki gençlerden beklenebilir mi?
Bu, gençliÄŸi motive etmek için Arif Nihat Asya'nın yazdığı bir ÅŸiirdi aslında. Fatih bir kere Allah vergisi çok farklı yeteneklere sahip, özel bir insan. Osmanlı padiÅŸahları arasında da özel biri. O devleti yönetmek için eÄŸitilmiÅŸ bir insan. Åžiirde denilmek istenen ÅŸu: 'Sen 21 yaşında gününü gün ederken, Fatih Ä°stanbul'u fethetti. Sen de bir ÅŸey yap!' Sizden gelip Ä°stanbul'u fethetmenizi istemiyor. Türkiye'deki en büyük problem insanların çoÄŸunun iÅŸinden memnun olmaması. O yüzden de çoÄŸu iÅŸini iyi yapmıyor. Üniversite hocası da, gazeteci de, çöpçü de iÅŸini iyi yapmak zorunda. Bu ülke, herkes iÅŸini iyi yapar ve yapmaya çalışırsa bir yerlere gelir. Gayri memnun bir hal var, eski kelime ile mutmain olmuyorlar. Ä°nsanın yaptığı iÅŸten mutlu olması lazım, mutlu olmadığında zaten yapamıyorsun. Herkes kendi iÅŸini iyi yaptığında, onun için Ä°stanbul'un fethi odur.
Peki, Fatih nasıl bir eÄŸitim sürecinden geçmiÅŸti?
Yalnız Fatih'e mahsus deÄŸil, Osmanlı ÅŸehzadeleri ufak yaÅŸtan itibaren sarayda özel hocalardan eÄŸitim alıyorlar. Arapça, Farsça ve o anda sarayın konumuna göre hangi Batı dili ön plandaysa o öÄŸretiliyor. Mesela, son dönemde Fransızca öÄŸretiliyor. Fatih Sultan Mehmed'e Ä°talyanca ve Grekçe de öÄŸretiyorlar. Dinî eÄŸitim veriliyor. Edebiyat eÄŸitimi, tarih, musiki, yeteneÄŸine göre bir sanata yönlendiriliyor. Mesela Kanuni, mücevher yapıyor. II. Abdülhamid marangoz. Kimi padiÅŸah ok yapıyor. III. Ahmed çok iyi hattat. Bu tür mesleklerle padiÅŸahlar devlet iÅŸlerinin stresini atıyor. Åžehzade, pratik devlet yönetimi eÄŸitimi alması için Manisa, Kütahya gibi bir sancaÄŸa gönderiliyor. Ä°stanbul'daki devlet yönetiminin birebir küçük bir kopyası kuruluyor. Divan oluyor. Åžehzade, adaletle, ekonomiyle ilgili bir meselede kararlar almaya alışıyor. Kabiliyeti ölçülüyor. Tabii çevresinde bir grup oluyor. Büyük âlimler, hocalar geliyor, bunlar aynı zamanda ÅŸehzadeyi himaye ediyorlar.
Onlar not veriyorlar mı ÅŸehzadeye, yani böyle bir deÄŸerlendirme kurulu var mı?
Son dönemlerde var. Galatasaray filan açılınca orada not alıyorlar. Ondan önce nottan ziyade babaya ÅŸikâyet ediliyor. Mesela Fatih Sultan Mehmed'i hocaları çok ÅŸikâyet etmiÅŸ çünkü eÄŸitim vermesi zor bir ÅŸehzade. Zapt edilmesi zor bir delikanlı. Hatta bir hikâye anlatılır; Molla Gürânî bir sopayla derse geliyor, dersleri öÄŸrenmezsen ben ÅŸehzade filan anlamam diyor. Bizim atalarımız çok güzel bir söz bulmuÅŸ: 'Delikanlı.' Bu kelime çok güzel tarif ediyor o dönemde olmuÅŸ haÅŸarılıkları.
Günümüzde en büyük problem bu; biz eÄŸitim-öÄŸretimi sadece öÄŸretim zannediyoruz. Rahmetli Erol Güngör bir eserinde, 11 yaşındaki bir çocuÄŸa bütün ilkokul bilgilerini altı ayda öÄŸretebilirsiniz diyordu. Önemli olan ilkokulda eÄŸitimi vermek. En baÅŸta iyi bir insan olmayı, toplumun deÄŸer yargılarını, devletin mantığını öÄŸretmek. Peki biz ne yapıyoruz? ÇocuÄŸa öyle bir matematik, Türkçe yüklemesi yapıyoruz ki sanki büyüyünce ansiklopedi yazarı olacak!
Türkiye'deki eÄŸitim sisteminin en büyük problemi ne?
Bana göre en önemli problem Türkiye'nin seçkin eÄŸitimi yapamaması. 78 milyonluk bir ülkede kitle eÄŸitimi planlayarak yapmanız lazım. Bizde, yanlış hatırlamıyorsam 18 milyon öÄŸrenci var ve bunların içerisinde çok üstün zekâlı olanları var. Bunları arayıp bulmak lazım. Bu çocuklar ilerde ülkeyi çekip çevirecek çocuklar. Osmanlı böyle çocukları Enderun'a alıyordu ve devleti yetiÅŸtirecek olanları seçiyordu.
Osmanlı'nın ardından yaÅŸanan travmaya karşı Türkiye'nin ilk tepkisi kendi içine kapanmak ve geçmiÅŸini reddetmek oldu. Åžimdilerdeyse hayranlık olarak devam ediyor. Tabii böyle olunca da tarihe baktığımız zaman saÄŸlıklı analiz yapma ÅŸansımız yok. Bu anlamda Osmanlı bizim neyimiz olur?
Osmanlı biziz. Biz hem Osmanlıyız, hem Selçukluyuz, hem de Türkiye Cumhuriyetiyiz. Yani biz 2200 yıllık Türk tarihinin devamıyız. Osmanlı da bizden önceki dönemimiz. Devletimizin adı deÄŸiÅŸti sadece.
Bizimle Osmanlı arasında hiç fark yok mu?
Fark var tabii. Biz ÅŸu an Osmanlı'nın zayıf haliyiz. Osmanlı, Türkiye Devleti'nin Osmanlı Hanedanı dönemidir. Yani Osmanlı, Türkiye Devleti'nin belli bir dönemidir. Cumhuriyet kurulurken redd-i miras yapıldığı için uzun süre tartışılmıştır. Hatta 1999 yılında 700'üncü yıl kutlamalarında tartışmalar oldu. 'Biz Osmanlı'nın devamı mıyız, deÄŸil miyiz?' diye. Bu lüzumsuz bir tartışmaydı. Osmanlı'nın devamıyız ama biz ÅŸu anda Osmanlı'nın askeri, siyasi ve ekonomik gücünde olan bir devlet deÄŸiliz.
Tarihte Türklerin ÅŸöyle bir farkı var: Türkler dinamik bir tarihe sahip bir millet olduÄŸu için dünyanın dört bir tarafına gitmiÅŸler, ama asıl olarak Türk tarihinin cereyan ettiÄŸi iki yer var; biri Asya, diÄŸeri ise Anadolu. Anadolu Türk Devleti'nin ismi ise Türkiye Devleti. 1071'den sonra Anadolu'da Türkiye Devleti'nin başına önce Selçuklu hanedanı geçti. Daha sonra Osmanlı hanedanı geçti. Ardından rejim deÄŸiÅŸti, yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Bizim farkımız ne diye sorduÄŸunuz soruya gelirsek; tarihi bir devamlılık var ama 1950'den sonra cumhuriyet kendi nesillerini yetiÅŸtirmeye baÅŸladı. 1950'lere kadar Osmanlı döneminde eÄŸitim gören o nesiller hâlâ iÅŸ başındaydı. 1950'den sonra cumhuriyetin kendi nesillerini yetiÅŸtirmesi ile birlikte biraz daha farklılaÅŸma baÅŸladı. Burada en büyük fark ÅŸu: Osmanlı çok kuvvetli bir devletti, dünyanın en büyük gücüydü. Bir süper güçtü. Biz ÅŸu anda bölgesel güç olmaya çalışan bir devletiz. Aramızda, bizim hayallerimizin ötesinde çok büyük bir sıklet farkı var.
O zaman ÅŸunu diyebiliriz; biz ruh olarak Osmanlıyız ama onun daha zayıf haliyiz. Peki, redd-i miras kültürü sosyolojiyi nasıl etkiledi?
Çok olumsuz etkiledi. Tarihi devamlılıktan zaman zaman kopmalar yaÅŸandı. Bir dönem Osmanlı'dan en son ayrılan devlet Türkiye Cumhuriyeti dedik, geçmiÅŸ tamamen yok sayıldı. Åžimdi devlet, geçmiÅŸi kabul ediyor.
Bu beraberinde eÄŸitimi de etkiledi.
Tabii. En baÅŸta dil etkilendi. Türkçe ahenkli, geniÅŸ kelime hazinesine sahip olarak konuÅŸulan bir dil iken takır tukur bir dil haline geldi. Ne kadar farklı kelime kullanırsan, ne kadar nüanslı kelime kullanırsan ufkun o kadar geniÅŸler. Ama artık bu yok. Her ÅŸeye aynı kelimeyi kullanıyoruz. Mesela Osmanlı'da tartışmaya müzakere, münakaÅŸa, münazara diyor, biz bir tartışma deyip gidiyoruz. Aradaki nüans gidiyor. Bunun aşılması lazım. Dilimizin zenginliÄŸi ve ahengi 1960'lara kadar gelmiÅŸ. Cumhuriyetin ilk döneminde dilde bir sadeleÅŸtirme teÅŸebbüsü oluyor, Atatürk daha sonra vazgeçiyor. 60'lı yıllardan itibaren o anki Türkiye'nin siyasi yapısından da ötürü dil bugünkü haline geldi. Türkçede kelimeler ahenkli kelimelerdi, ÅŸimdi olasılık, kanıt, dinleti diyorsun. Karşındakinin kafasına çekiçle vurur gibi kelimeler kullanıyorsun. Yani kelimelerde o ahenk yok ÅŸu anda, en büyük meselelerimizden birisi bu.
Redd-i miras olayına toplum psikolojisi açısından bakarsak, acaba bizim kendimize güvenimizi, inancımızı da etkilemiÅŸ olabilir mi? Pasifize mi etti bizi?
Bizi pasifize etmedi ama millet-devlet çatışması oldu. Devlet tabii yeni yetiÅŸtirdiÄŸi nesillere de bunu enjekte etmeye kalktı. Anadolu'daki köylü halk bundan etkilenmedi. Ama ÅŸehirdeki eÄŸitimli halk bundan etkilendi. Sadece Osmanlı mirası reddedilmedi, Osmanlı'nın taşıdığı deÄŸerler, en baÅŸta da dini anlayış reddedildi. Çünkü bunlar birbiri ile özdeÅŸleÅŸmiÅŸti. Osmanlı ve onun deÄŸerleri kötüydü diye öyle bir anlatıldı ki, bu sefer dinle ilgili her ÅŸey kötü görünmeye baÅŸladı. Cumhuriyetin yetiÅŸtirdiÄŸi nesiller tarihinden nefret etsin ve tarihle irtibatı kalmasın diye yapılmadık ÅŸey kalmadı. Redd-i miras, yeni bir rejimi oturtmak için olabilir diyebilirsiniz belki ama bu kadar kökten redd-i miras yapılınca ve bu dönem uzun sürünce olmadı. Bu durumun sebeplerinden biri de ÅŸudur, onu da unutmamak lazım; Cumhuriyet kurulmadan 14 sene önce devletimizin yaklaşık 5 milyon kilometrekare toprağı vardı. Cumhuriyet kurulmadan önce Milli Mücadele döneminde bu birkaç yüz bin kilometreye düÅŸtü. Milli Mücadele ve Atatürk 780 bin kilometrekare toprağı kurtardı, fakat baÅŸta Atatürk olmak üzere Cumhuriyeti kuran nesillerin birçoÄŸunun doÄŸum yeri Türkiye'nin dışında kaldı. Elimizde devletimizin 6.5'te 1'i kaldı ve bu yüzden büyük bir travma yaÅŸandı. Bu travma neye sebep oldu? Batı medeniyeti çizgisinde ilerlemediÄŸimiz için bu hale geldik diye geçmiÅŸ suçlandı. Ben bunu günümüzle de baÄŸlantılı görüyorum. Åžu anda biz 1900'lü yılların devamını yaşıyoruz. Yani 1900'lü yıllarda Abdülhamid'in son, Ä°ttihat ve Terakki yönetiminin ilk yıllarında Türkiye büyük bir kargaÅŸa içindeydi, parçalanmak üzereydi, Suriye'de, Irak'ta, Balkanlarda, Kafkaslarda kargaÅŸa vardı. Biz buralardan çok kötü bir netice ile çıktık ve paramparça olduk. Ana topraklarımızı kontrol altında tutabilseydik, ÅŸok ve travma da daha az olabilirdi. Åžimdi Türkiye'de 20'nci yüzyılın baÅŸlarına benzer bir ortamda. ÇoÄŸumuz fark etmiyoruz ama bu bir var olma savaşı.
Tarih tekerrür mü ediyor?
Tarih birebir tekerrür etmez ama Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu'nun tasfiyesi devam ediyor. Dünyanın iki en büyük imparatorluÄŸundan birisi, Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması ile tasfiye edildi. Suriye, Lübnan, Ürdün diye devletler kuruldu. Åžu olsaydı anlaşılabilirdi ki Ä°ngilizlerin baÅŸta verdiÄŸi söz de oydu: Tek bir Arap devleti. Ama tabii ki tek bir Arap devleti kendi aleyhlerine olacağı için yapmadılar. Kendi anlaÅŸmalarına göre Fransızlara, Ä°ngilizlere göre bölündü ve suni devletler ortaya çıktı. DediÄŸim gibi, tasfiyesi devam ediyor Osmanlı'nın, tabii bu durumun bize sıçramaması imkânsız, çünkü biz de aynı coÄŸrafyadayız, çevremizle aynı tarihten geliyoruz. Türkiye, kendi konjonktürünü deÄŸiÅŸtirmek istiyor. Çok basit hatalarla ve hayallerle bir anda her ÅŸey alt üst olabilir. Ä°yi bir yönetimle Türkiye çok daha iyi bir yere de gidebilir.
Ne yapılabilir mesela?
Devlet yönetmek kolay bir iÅŸ deÄŸil. Bizim milletimizin özelliÄŸi hükümet kurup, hükümet yıkmaktır. Onu beÄŸenmez bunu beÄŸenmez. Bir tarihçi olarak ben ÅŸunu görüyorum: Tarih bizi zehirliyor. Çünkü tarihe bakıyorsun çok kuvvetli bir devletin var, geçmiÅŸinde coÄŸrafyalara hükmetmiÅŸsin, çevrendeki bölgeye tesir etmiÅŸsin, bir ÅŸeyler yapmak istiyorsun sen de. Beyin emir veriyor, vücut yapamıyor. Osmanlı'nın yaptığı ÅŸeyleri yapabiliriz zannediyoruz ama yapamıyoruz. Arada çok büyük bir kuvvet farkı var fakat tarihin bize yüklediÄŸi bazı sorumluluklar da var. Kosova'da Müslümanlar katledilirken, BoÅŸnaklara etnik temizlik yapılırken Türkiye bîtaraf kalamaz.
Bu bir denge iÅŸi o zaman, çünkü sorumlulukları var.
Orada gücünüzün yettiÄŸini yapmaya çalışmanız lazım. Gücünüzün üstünde iÅŸ yapmaya çalışırsanız olmaz. Osmanlı'nın son döneminde bu yapıldı. Suriye'yi muhafaza etmeden Mısır'ı kurtarmaya çalıştılar. Yani devlete gücünün üzerinde yük yüklediÄŸin zaman devlet taşıyamıyor ve çöküyor. Hatta kırılmış cam gibi dağılıyor.
Åžimdi aynısının olmaması için devleti yönetenlerin çok ölçülü, sakin ve makul hareket etmesi lazım. Çünkü bu bizimle alakalı bir husus deÄŸil, ÅŸu anda her yer kaynıyor. Burada Türkiye'nin bîtaraf kalması mümkün deÄŸildir fakat taraf olurken de ölçülü hareket edilmeli. Åžunu unutmamak lazım; büyük emperyalist devletler kendi düzenlerini korumak için çelme takarlar. Bu tarih boyunca olmuÅŸtur. Bunlar göz önüne alınıyordur büyük ihtimalle. Bakın, Suriye kaç tane devletin oyun alanı bir yer haline geldi birden. Türkiye'nin dezavantajı ÅŸu; kendisini ne batıda ne de doÄŸuda konumlandırabiliyor. Batı ile müttefik NATO'dan dolayı, kendi kültürel geçmiÅŸinden dolayı doÄŸunun bir parçası, iki arada bir derede kalıyor.
TeÅŸekkür ederiz hocam..
Henüz yorum yapılmamış.