Dücane Cündioğlu: Elma olgunlaşınca düşer. Peki ama niçin?
Bir güç onu toprağa doğru çektiği için mi? Sapı kuruduğu için mi? Güneşte kurumaya başladığı için mi? Ağırlaştığı için mi? Rüzgar estiği için mi? Yoksa aşağıda duran bir çocuk o elmayı yemek istediği için mi?"
Tolstoy sorar bütün bu soruları. SavaÅŸ ve Barış'ta. Israrla.
Oysa soruların hepsi anlamsızdır. Anlamsız, yani saçma.
Sanatçı duyarlılığı mı acaba? Eh, birazcık.
Ne yazık ki sanatçılar sezginin kendilerine sunduklarıyla yetinmedikleri takdirde kendilerini böylesi durumlara düÅŸürürler. Zevkedeceklerine fikrettiklerinde. Haddi aÅŸtıklarında. Anlamakla, anlatmakla yetinmeyip bir de açıklamaya kalkıştıklarında.
Sanatçının yapacağı anladığını anlatmaktan ibarettir, açıklamak deÄŸil. Anlamak ve açıklamak düÅŸünürün görevi. Anlamak ve anlatmak ise sanatçının.
Açıklamayla kendini yoran sanatçılara ÅŸöyle bir bakın, tasvir ederken ne kadar heybetli, tahlil ederken ne kadar zavallı görünürler.
Kimseyi incitmek niyetinde deÄŸilim ama iddiamı görselleÅŸtirmek amacıyla farklı alanlardan birer örnek vermek isterim:
Bedri Baykam, Metin Akpınar, Berhan ÅžimÅŸek, Zülfü Livaneli, Fazıl Say...
Niçin sanatçılar anlatmakla, ifade etmekle yetinmezler de açıklama iÅŸine soyunurlar?
Elbette, anlatamadıklarında. Sanatlarının hakkını veremez hâle geldiklerinde.
Hiç istisnası yoktur.
Åžiir söylemeyi beceremediÄŸinde nutuk atar ÅŸairler. Hicvetmek kolaylarına gelir.
Doktora yapan Kemal Sunal.
Gülmecenin özü.
"Anlatabiliyorsam, yani sesimle, sözümle, mimiklerimle, fırçamla ifade edebiliyorsam, yapıp ettiÄŸimi açıklayabilirim de!" diye düÅŸünürler. Oysa bilmezler ki baÅŸka yollarla ifade edemeyecekleri için kendilerine sezgi denilen o büyük nimet bahÅŸedilmiÅŸtir. Ä°yi göremedikleri için iyi duymaktadırlar, iyi yürüyemedikleri, iyi koÅŸamadıkları için iyi uçmaktadırlar. Ya da tersi.
Bazılarının kokusu nefis, bazılarının görünüÅŸü muhteÅŸem, bazılarının tadı, bazılarınınsa sesi...
"Hepsinden de olsun!" diyenler, ellerindekini kaybedenlerdir.
Duygu ve düÅŸüncelerini teorik olarak temellendirmesini Nazım Hikmet'ten istemek büyük haksızlık deÄŸil midir?
Necip Fazıl denemiÅŸti nitekim. Peki sonuç?
Kısa vâdede deÄŸil ama, uzun vâdede.
Osmanlıca ne güzel ayrıştırır oysa, düÅŸünmek ile düÅŸünüyormuÅŸ gibi yapmanın arasını.
Ä°lki felsefe, diÄŸeri tefelsüf.
Biri hikmet, diÄŸeri hikemiyat.
Zavallı halk, çokluk, "mış gibi yapma"yı sahih düÅŸünmenin kendisine tercih eder. Parlak olanı seçer öncelikle. Yüzeysel olanı.
Tefelsüf felsefeden, hikemiyat hikmet'ten daha sevimli görünür gözüne.
Uzun vâdede deÄŸil ama, kısa vâdede.
Dikkat ediniz lütfen, farkedemez demiyorum, farkeder ve fakat tefrik edemez.
Aradaki fark, fark-ı azîmdir.
Elma düÅŸer.
Niçin?
Cevabı cümlenin kendisinde saklı.
Olgunlaşınca.
Gayet tabiidir ki elma olgunlaşınca düÅŸer.
Yani kemâline erince.
BaÅŸladığı noktaya geri dönünce.
Zevâl kaçınılmazdır. Ä°bn Sina'nın tabiriyle âfet.
OlgunlaÅŸmanın bir diÄŸer anlamı da çürümedir bu yüzden.
Kemâle varılmışsa zevâl kaçınılmazdır.
Tolstoy'un Yasnaya Polyana'daki yazlık evinin çevresi elma aÄŸaçlarıyla doluydu. Henüz olgunlaÅŸma evresindeki elmalarla...
Toplamaktan kendimi alamamıştım. Dönerken bir iki tane de Ä°stanbul'a getirdim, ve ziyarete gelen iki talebeme ikram ettim. "Tolstoy'un elmaları!" dedim, "afiyetle yeyin!"
Zavallı Tolstoy, aklıyla sezgileri arasındaki gelgitlerin trajedisini yaşadı.
Anlattıklarının yanısıra hangi açıklaması bugün umurumuzda?
DüÅŸünmeye baÅŸladıkça yüzeyselleÅŸir ifadeleri. Dili bile buyurgan bir hâl alır, Sonya'ya inat.
Malum ego patlaması.
Zevâle razı olmamak.
Yönetmenlik yapmaya kalkışan oyuncular, kaset çıkaran mankenler, roman yazmaya çalışan gazeteciler, siyasete atılan ilâhiyatçılar, sunuculuk yapmaya karar veren iÅŸadamları, oyunculuÄŸu deneyen yazarlar, vb. ancak kendi alanlarında olgunlaÅŸtıklarına inandıklarında, zirveye çıktıklarını düÅŸündüklerinde, ya da aksi hâlde, yeni alanlarda boy göstermeyi marifet bilirler: Tiyatroda yapacağımı yaptım biraz da ÅŸarkı söyleyeyim. Müzikte geleceÄŸim yere geldim, biraz da vatanı kurtarayım. Yeter bunca kurduÄŸum fabrika, biraz da film çekeyim. Darbeyse darbe, en a'lasını yaptım, ÅŸimdi biraz da resim yapayım.
Burada "zevâl korkusu"nu iki anlamda kullanıyorum.
Birincisi, kişinin kendi alanında yetkinliğe ulaşamaması anlamında, ikincisi, ulaşması anlamında.
Ä°ddialı olduÄŸu alanda kemâle varamayacağını anlayanlar, bir oradan, bir buradan deyû eksikliklerini kapatmaya çalışırlar. Veyahut, iddialı oldukları alanda iddialarının sonuna geldiklerinde...
Her iki hâlde de elma düÅŸer. Kaçınılmaz olarak. Çünkü biri olgunlaÅŸamadan çürümüÅŸtür, diÄŸeri olgunlaşınca...
Hiçbir müdahale çürümeyi sonsuza deÄŸin saklayamaz.
SeçtiÄŸin yerde dur ey talib, hiç deÄŸilse, seçildiÄŸin yerde.
Zevâlden korkma, yaÅŸlanmayı bil, güzelce yaÅŸlan, severek...
Sonbahar da güzeldir. Hele eylül.
Hazan ve hüzün ayı.
Yaprak gibi ol.
Seni alıp kavramasına izin ver rüzgârın.
Ä°nsan ayrıldıkça olgunlaşır çünkü.
VE olgunlaşınca düÅŸer.
YaÅŸamdan.
Böylece ölümün zevkine varır.
Zevâlin.
Ne güzel deÄŸil mi, bugün 12 Eylül!
Yeni Åžafak
Henüz yorum yapılmamış.