Kürsü
Nüfuz sahibi bir hanım şair: Hubbi Hatun
Hubbî Hatun, Sultan II. Selim ve III. Murad devrinin şuara tezkirelerine geçmiş kadın şairlerin en bilineni olarak gösterilir. Şairliği yanında iyilikseverliğiyle de ün yapmış. Nidayi Sevim, Ayşe Hubbi Hatun'u ve Eyüp'teki türbesini yazdı. / DünyaBizim
Mehmet Arslan’ın “Şeref Hanım Divanı” isimli kitabının tanıtım yazısında Divan edebiyatında 50’ye yakın kadın şairin yetiştiği, bu kadın şairlerin hayatları ve eserleri incelenmeden, divanlarının metinleri ortaya konmadan Divan edebiyatı tarihinin tam olarak yazılamayacağı, hatta Osmanlı'nın kadına bakış açısının sosyolojik ve estetik yönlerinin anlaşılamayacağı ifade edilir. Bu tespite katılmamak mümkün değil. Biz dahi bu isimlerin pek çoğunu mezar taşları ile ilgili çalışmalarımız esnasında tanıdık. Zaman zaman da yazılarımızda bunları paylaştık.
Eyüp Sultan’da yine bir türbenin yanıbaşındayız. Daha evvelki yazılarımızda da sık sık dile getirdiğimiz gibi her mezarın, mezar taşının ayrı bir hikâyesi, tarihte ayrı bir yeri ve önemi vardır. Tabi bu mezar bir türbe olunca, tarihi, sosyal ve edebi açıdan daha da bir önem arz eder. Görkemli türbelerde daha ziyade padişahlar, hanım sultanlar, paşalar, vezirler, kısacası önemli devlet adamları medfun bulunur. Ancak bazı istisnalar da vardır. Buradaki türbe de bu istisnalardan biridir ve hanım divan şairlerimizden Ayşe Hubbî Hatun’a aittir.
Şairimizin asıl adı Ayşe’dir. Şiirlerinde “çok sevilen, çok beğenilen, güzel” anlamındaki Arapça hubbâ kelimesinden gelen Hubbî mahlasını kullandığı için genellikle Hubbî Hatun diye anılır. Hubba Hatun diyenler de vardır. Biz yazımızda Hubbî Hatun olarak zikredeceğiz.
Nüfuz sahibi birisiydi
Hubbî Hatun, Sultan II. Selim ve III. Murad devrinin şuara tezkirelerine geçmiş kadın şairlerin en bilineni olarak gösterilir. Şairliği yanında iyilikseverliğiyle de ün yapmıştır. Bazı kaynaklarda Amasyalı olduğu kaydedilir. Kâtib Çelebi de bu bilgiyi Keşfü’z-Zünun isimli eserinde teyit eder. Kanuni’nin sütkardeşi Beşiktaşlı Yahya Efendi’nin torunu olan Hubbî Hatun, İstanbul’un manevi fatihlerinden Akşemseddin’in torunlarından “Tabakāt-ı Hanefiyye” müellifi Şemseddin Çelebi’nin de eşidir. Şemseddin Çelebi, şehzadeliğinde II. Selim’e hocalık yapması ile biliniyor. Bu yakınlık Hubbî Hatun’un saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II. Selim'in, daha sonraları da III. Murad'ın nedimesi olarak saray muhitinde önemli bir mevki edinmiştir. Şiiri için gerekli kültür atmosferini bu ortamda bulmuş, zamanın hocalarından dersler almış ve Arapça'yı da çeviri yapacak düzeyde öğrenmiştir.
Devrin ulemâsından Vüsûlî Mehmed Efendi, Hubbî’nin kızıyla evlendikten sonra İstanbul kadılığına kadar yükselmiştir. Molla Çelebi olarak da bilinen Vusûlî Mehmed Efendi, âlimliğinin yanı sıra şairliği ile de bilinir. İmâm-ı Tartûşî'nin "Sirâc-ı Vehhâc" isimli eserini Türkçeye tercüme etmiştir. (Ölm. 1589-90) Bazıları tarafından Vüsûlî Mehmed Efendi’ye “Hubbî Mollası” lakabı takılmış ve bu, Hubbî Hatun’un nüfuzunu gösteren önemli bir delil olarak kabul edilmiştir. Padişaha yakınlığı yanında güzelliğiyle de dikkatleri çeken Hubbî Hatun hakkında farklı dedikodular da çıkmıştır. Onun “Râsttır reftârımız mânend-i mîl-i tûtiyâ / Biz hezâran dîde-i mahmûra girmiş çıkmışız” beytini bu dedikodulara ve hodgamlığa karşı söylediği belirtilmektedir.
Hem şahsı hem de kocası tarafından pek nezih, pek itibarlı bir geçmişi bulunan Hubbî Hatun hakkındaki dedikodular insanı ister istemez bazı düşüncelere sevk ediyor ve üzüntüye gark ediyor. Ancak gerçek şu ki Peygamber torunlarını, ashab-ı kiramı didik didik edenler ne Yahya Efendi dinler ne de Akşemseddin dinlerdi! Sözün burasında Şeyh Edebali'ye atfedilen meşhur nasihati hatırlıyoruz. Hazret şöyle der: "Ey oğul! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir." Ne kadar manidar değil mi? Ancak ne hikmetse bu nasihatleri kimse üzerine alınmaz. Yeter ki tırmanayım. Ne pahasına olursa olsun… Yaz gelmiş, kış gitmiş kimin umurunda!
Gazellerinde gazanın önemi üzerinde durdu
Âşık Çelebi ve Kınalızâde Hasan Çelebi gibi devrin önemli isimleri Hubbî Hatun’un sanatından övgü ile söz eder. Hatta Âşık Çelebi, onun İran ve Osmanlı kadın şairlerinin en üstünü olduğunu söyleyerek her türde şiir yazdığını belirtir. Gazel ve kasideler yazdığı, “Cemşîd ü Hurşîd” adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisinin olduğu çeşitli kaynaklarda zikredilir. Tezkirelerde de bir divan teşkil edecek kadar şiirinin bulunduğu söylenmekteyse de son dönem araştırmacılar bunu teyid edememektedir. Mustafa Uzun, “Hubbi” isimli makalesinde “Cemşîd ü Hurşîd” adlı mesnevisinin bugüne kadar nüshasına rastlanmadığını, eserden sadece Âşık Çelebi’nin naklettiği yirmi yedi beyitle Hasan Çelebi’nin zikrettiği bir beyitinin bilindiğini ifade eder. (M.Uzun, TDVİA, cilt: 18; sayfa: 265)
Emine Ersöz, “XV. - XVI. yy Osmanlı Döneminde Kadın Şairler” isimli makalesinde Hubbî Hatun ile ilgili bölümde şu değerlendirmeyi yapar: “Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki kadın şairlerden daha kuvvetli olduğu ifade edilirse de, kadın duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî’nin önüne geçemediği fark edilir…” (E.Ersöz, Dört öğe, 2014, Sayı:5, s.181-182)
Murat Öztürk de Müjgan Cunbur’un “Osmanlı Dönemi Türk Kadın Şairleri” isimli yazısına atfen Hubbi Ayşe Hanım’ın gaza gazelleri ile ilgili bazı bilgiler verir ve divan edebiyatında örneğine çok az rastlanan bazı örnekler sunar. Murat Öztürk, hamaset içerikli gazeller yazan Ayşe Hubbî Hatun’un gazellerinde gazanın önemi üzerinde durduğunu, gazâya teşvik ettiğini, Kur’an-ı Kerîm’deki gazayla ilgili ayetlere ve Hz. Peygamber’in nasihatlerine gönderme yaparak dini referansları ön plana çıkardığını dile getirir:
Gicesi efdâl Kadr’den didi çün Hayru’l-beşer
Rükn-i İslâm’dur didi hem ümmete kâr-ı gazâ
Ehlini Kurʿan’da Hak taʿzîm ü tafdîl eyledi
Daimâ meftûh ola Yâ Rab esfâr-ı gazâ
San’atum didi gazâya fahr-ı âlem Hubbîyâ
Daimâ meftûh ola gâzilere kâr-ı gazâ
Gazilerin canlarından, mallarından geçtikleri, bunları Allah yolunda kurban ettikleri vurgulanır:
Hak yolunda bezl ider mâl ü dil ü cân gâzîler
Karşu dergâh-ı Hudâya dutdı meydân gâzîler
Varlığın bezl eyleyüp makbul-ı hazret oldılar
Baş u cân meydân-ı Hakda kıldı kurban gâzîler
Gazilerin halis niyetle, Allah yolunda can ve baş feda etmeyi alışkanlık haline getirdikleri, bütün varlıklarını bu yolda vermeyi cömertlik kabul ettikleri ve onların bu dünyanın sefasına rağbet etmedikleri ifade edilir.
Hak yolunda âdetidir cân u baş etmek fedâ
Daimâ hâlis ola bu niyyeti gâzilerün
Râh-ı Hakda cân virüp sarf eylemekdür varını
Dâimâ cûd u atâdur âdeti gâzilerün
Rağbet itmez işret-i dâr u fenaya cân virür
Sâkî-i Kevser elinden şerbeti gâzîlerün
(M. Öztürk, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2015, Sayı:12, s. 96-99)
Biz bir nevi gezgin sayılırız. Şair ve edebiyatçı değiliz. Bu sebeple gözlemlerimizden, araştırmalarımızdan elde ettiğimiz bilgilerle bir sonuca varıp hüküm bildiremeyiz. Sadece bir nebze de bu yolda ileri seviyede araştırma yapacaklara ışık tutabiliriz diye düşünüyoruz. Hubbî Hatun’un sanatı, ancak eserlerinin tamamı ortaya çıkarılarak konunun uzmanları tarafından incelenip öyle değerlendirilebilir. Ancak öyle ya da böyle beş asırdan beri kendisinden söz ettirmeyi başarmış bir değerimizle karşı karşıya olduğumuz tartışma götürmez bir gerçek. Tarihimize mal olmuş bütün değerlerimizin eserleriyle birlikte milletimize tanıtılması, haberdar edilmesi, onlardan ilham alınması ve ders çıkarılması en büyük dileğimiz. Bu minvalde zaman zaman fevkalade gelişmelere de şahit olmaktayız.
1589-90 tarihinde vefat eden Hubbî Hatun’un türbesi, Feshane Caddesi ile Kızıldeğirmen Sokağı’nın birleştiği yerde ve cadde üzerindedir. Sol tarafında, bir yanlış sebebiyle Fitnat Hanım Türbesi denilen, Mehmet Vusûli Efendi (Molla Çelebi) Türbesi bulunur ki bu türbede dört sanduka vardır. Mehmet Nermi Haskan’ın Eyüp Sultan Tarihi isimli eserinde verdiği bilgilere göre bu sandukalar Mehmet Vusûli Efendi ile oğlu ve torunlarına aittir. (M.N. Haskan, İst, 1996, s.188) Birbirlerine yakın mesafede olması ve benzerlikleriyle Hubbî Hatun türbesi ile Mehmet Vusûli Efendi’nin türbeleri de günümüzde karıştırılır. En belirgin farkları birinin altıgen, diğerinin sekizgen planlı olmasıdır. Karışıklığın esas sebebi orijinal kitabelerinin zamanımıza kadar ulaşmamasıdır. Bereket versin Eyüp Belediyesi, Hubbî Hatun Türbesi cephesine son onarım esnasında Latin harfleriyle oluşturulmuş bir tanıtım yazısı astı.
Mehmet Vusûli Efendi Türbesi içerisinde, “Şair Zübeyde Fitnat Hanım Türbesi-1780” yazılı mermer bir kitabe hâlâ yer almaktadır. Karışıklığa meydan vermemek için tabelanın buradan kaldırılması gerekiyor. Fitnat Hanım’ın mezarı bilindiği üzere Eyüp Sultan Türbesi haziresindedir ve mezar taşı hâlâ ayaktadır. Türbenin arka kısmında, Kızıl Mescid yönünde, Mehmet Vusûli Efendi’nin ihdas ettiği “Molla Çelebi Tekkesi” günümüze ulaşmamıştır. Çoğunluğu Kâdirî şeyhlerine ait mezar taşlarından oluşan bir haziresi bulunmaktadır.
Hubbî Hatun Türbesi’nin özellikleri
Hubbî Hatun Türbesi, muntazam kesme taştan sekiz cepheli olarak yapılmış ve kurşun kaplı kubbesi sekiz yüzlü bir kasnağa oturtulmuştur. Alt ve üst pencerelerinden ışık alır. Türbenin ahşap kapısı üstünde bulunması gereken kitâbenin yeri boştur. İçeride bir tek ahşap sanduka bulunur. Vaktiyle var olduğu söylenen süslemelerden günümüzde herhangi bir iz kalmamıştır. Mehmet Mermi Haskan, uzun yıllar harap vaziyette kalan türbenin 1942 tarihinde Vüsûlî Mehmed Efendi Türbesi ile birlikte restore edildiğini zikreder. (M.N.Haskan, a.g.e. s.177)
Bazı kaynaklarda Mimar Sinan'ın eseri olarak gösterilen yapı yakın zamanda haziresiyle birlikte tekrar elden geçirilmiştir. Hubbi Hatun Türbesi haziresinde ilginç mezar taşı örnekleri de bulunmaktadır. Bunlardan biri de Hattat-Hafız Habibe Hanım’a ait lahana motifi başlıklı sütun mezar taşıdır.
Hanımlara ait görkemli türbeye pek rastlanmaz. Bunlar genellikle Padişah eşleri ve kızları içindir. Bir şair, bir sanat ehli için ancak bu kadar belirgin bir makam ihdas edilebilirdi. Bunda belki Hubbî Hatun’un akrabalık ilişkileri de etkili olmuştur. Zira gerek Yahya Efendi gerekse Akşemseddin Hazretleri başlı başına birer kutuptur. Bu iki isim de Osmanlı insanının gönlünde adeta taht kurmuşlardır. Her ne sebeple olursa olsun burada yer alan türbenin de diğerleri gibi sosyal, kültürel tarihimizde önemli bir yeri ve önemi vardır.
Nidayi Sevim
Henüz yorum yapılmamış.