Hüseyin Çelik: Sultan Abdülhamid’i 'yerli ve milli' yapacağız diye onu başka bir insan olarak takdime de sanırım hakkımız yoktur
Sultan Abdülhamid’le ilgili gerçeği yansıtmayan iddialardan biri de, onun Batılılaşma karşıtı, bugünkü moda tabirle “yerli ve milli” bir padişah olduğudur.
KAYNAK: http://huseyincelik.net
Gerçek şu ki, Batılılaşma serüvenimiz Sultan Abdülhamid’ten çok önce başlamıştır. Osmanlı’nın güçlü dönemlerinde, yükselme devrinin zaferleri arasından tepeden bakılan, hatta bazen sefaletlerine acıdığımız Avrupa, kabuğunu kırmış,Reform veRönesans hareketleriyle orta çağ skolastik düşüncesinden, kilisenin hegemonyasından kurtulmuş, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmiştir.
Müslüman Doğu dünyası ise, Bilim ve teknolojideki liderliğini daha 13. Asrın sonunda terk etmiş, 17. Yüzyıldan itibaren de hayatın her alanında üstünlüğü Batı’ya kaptırmıştır. Osmanlı, ilk defa savaş meydanlarında karşılaştığı Batı’nın teknolojisi karşısında önceleri şoke olmuş, sonra bunları elde etme ve aradaki uçurumu kapatma gayreti içine girmiştir. Malumdur ki, zayıf güçlüye özenir ve onu taklit etmeye çalışır. Bu genel kaide,Osmanlı için de değişmemiştir. Özenme ve taklit bilim ve teknoloji ile sınırlı kalmamış, hayatın her alanında kendisini hissettirmiştir.
Lale Devri olarak bilinen III. Ahmet Dönemi’nde, 1721’de Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin “Takrir” isimli Sefaretnamesi, bir Osmanlıaydınının gözüyle Avrupa’nın nasıl görüldüğünün tipik bir örneğidir. Mehmet Çelebi, mimariden musikiye,operadan baleye, kadın erkek ilişkilerinden adab-ı muaşerete, bahçe düzenlemesinden giyim kuşama kadar Batı’nın adeta röntgenini çekmiş ve yer yer hayranlığını da gizleyememiştir.
18. Asırdan bu yana her sektör ve alanda Batı tesiri ivme kazanarak devam etmiştir. Bazılarının zannettiği gibi biz Cumhuriyet Dönemi ile birlikte Batı’ya açılmadık. Batı’ya açılma Osmanlı Sarayı’nda başladı. Mimariden musikiye, plastik sanatlardan giyim kuşama kadar her alanda Batılılaşmanın hem merkezi hem pompalandığı yer Saray’dır.
Saray’ın Batılılaşma tercihi, II. Mahmut döneminde hız kazanmış, Sultan Abdülmeciddöneminde zirve yapmış, Sultan Abdülhamid döneminde de kararlılıkla sürdürülmüştür.
Sultan Abdülmecid, ilk Saray tiyatrosunu Dolmabahçe kompleksi içinde inşa ettirmiştir.
Dieterle ve Hammond isimli mimarların projelendirdiği İtalyan üslubundaki tiyatro binasının iç dekorunu Paris Operası dekoratörü Sechan yapmıştır. Tiyatro, 1859’da Naum Tiyatrosu sanatçılarının sahnelediği Luigi Ricci’nin ‘Scaramuccia’ operasıyla açılmıştır.
Sultan Abdülhamid de babasının bıraktığı yerden devam etmiş, o da Yıldız Sarayıiçinde özel tiyatrosunu yaptırmıştır.Binanın mimarı, Kalfa Vasilaki’nin oğlu Yanko’dur.
Yıldız Sarayı Tiyatrosu‘na İtalyan Arturo Stravolo‘yu yönetmen olarak atanmıştır.Stravolo‘nun çocukları ve damatları da sanatçıdır ve hepsi de II. Abdülhamid‘in tahttan indirildiği 1909 yılına kadar, Yıldız Sarayı Tiyatrosu‘nda sahneye konan eserlerde rol almıştır. Hünkar’ın sahne sanatlarında tercihi İtalya olmuştur.
Sultan Abdülhamid, çocukluğunda Paul Dussap’tan musıkî, Guatelli’den piyano dersleri almıştır. Şehzadeliğinde ise Donizetti ve Lombardi’den de dersler almıştır. Esasen tercih ettiği musiki de Batı müziğidir. Özellikle opera ve operetlere bayılır, Türk musikisinden hazzetmediği de çok iyi bilinir. Hünkar 17 çocuğuna da Batı müziği dersleri aldırmıştır.
Sultan Abdülhamid dönemi mimarisine yön ve şekil verenler de ya gayrimüslimler veya yabancı mimarlardır. Mimar başı Sarkis Balyan’ın yanı sıra, Mimar Vasilaki, Mimar Yanko, Mimar Ohannes, Amasyan Efendi, Dikran Kalfa, Başmühendis Bertier gibi isimler en çok bilinenlerdir. Yabancı mimarlardan en ünlüleri ise, Alexandre Vallaury, Raimondo d’Arenco, Guilio Mongeri, Philippe Bello, M. Rene Dukas, Jachmund, Otto Ritter veHelmuth Cuno gibi isimlerdir. Batılılaşma dönemi mimarisine,bilindiği gibi, Mimar Sinanveya Sedefkâr Mehmet Ağa ilham kaynağı olmamıştır.
Sultan Abdülhamid’in kendisi de sanatkâr bir insandır. Yaptığı mobilyalar da Batı tarzındadır. Bu dönem camilerinde bile mimari üslup ağırlıklı barok olmak üzere, neo-barok, neo- rönesans, neo-grek, neo- gotik üsluptur. İstanbul Üniversitesi merkez kampüsü, (Eski) Haydar Paşa Lisesi binası,Düyun-ı Umumiye Meclisi binası olarak yapılan şimdiki İstanbul Erkek Lisesi, taşra vilayetlerinde hâlâ ayakta olan bazı hükümet konakları, eğitim tesisleri, birçok askerî bina, kışla ve boğazdaki birçok cami,Sultan Abdülhamid dönemi eserleridir ve yukarıda belirtilen mimari üsluplarla inşa edilmişlerdir.
Başta İstanbul Darülfünun’u (1900) olmak üzere, Batılı tarzdaki birçok eğitim kurumu, birçok hastahane, postahane de Sultan Abdülhamid dönemi eseridir.
Batılılaşma sevdamızı beğenirsiniz, beğenmezsiniz, bu bir tercih meselesidir. AmaSultan Abdülhamid’i “yerli ve milli” yapacağız diye onu başka bir insan olarak takdime de sanırım hakkımız yoktur.
Henüz yorum yapılmamış.