Güncel
İstanbul'un yüzük taşı: Şemsi Paşa Câmii
Mîmar Sinan’ın çıraklık-kalfalık-ustalık silsilesinde ismi geçmese de son inşâ ettiği câmi olarak bilinen Şemsi Ahmet Paşa Câmii, onun bir bakıma en kâmil meyvesi sayılabilir. Bu câminin Sinan'ın kendi inşâ ettiği eserler arasındaki “en küçük” külliye olması da dikkate değerdir. Salih Karaduman yazdı.
Ahmet Hamdi Tanpınar, meşhur eseri Beş Şehir’de, hastalandığı zaman aklına İstanbul’un sularını getiren ve adetâ vird gibi bu suları teker teker sayarak ferahlayan bir pîr-i fanî kadından bahseder. Sonraları vefât ettiğini söylediği bu kadıncağızın su perisi olduğuna inanır. Bu kısa ve mistik hikâyenin Tanpınar’a âit olduğunu düşünmek güç gelebilir; nitekim o da üstâdı Yahyâ Kemal gibi İstanbul’un ve tüm güzelliklerin mâzide kaldığına çoktan inanmıştır. Mezkûr eserinde övgüler yağdırdığı İstanbul’dan “Eski İstanbul” diye bahseder; tıpkı üstadının Türk mûsikîsine “eski mûsikî” dediği gibi…
Güzellik duygumuzu diri tutan ve bizâtihî güzelliğin kendisi olan şeylerin başında şiir gelir. Şiir hem tek başınadır hem de ardında ve yanında yüksek bir “kültür”ün taşıyıcısıdır. Tek başınadır çünkü şâirin sadrından ve satırından doğar. Biriciktir. Taşıyıcıdır çünkü bir lîsâna âit olmaklığı onu millet mahsulü kılar. O lisana mensup herkesten hisse taşır; hissesi olmayanlara neyin mirasçısı olduğunu hatırlatır, hattâ haykırır. Bu veçhesiyle şiir bir nevi zikirdir. Hatırlatır ve hatırlanır. Lâkin şiir ansızın patlak verebilir. Moğol istilâları, Haçlı işgâlleri, siyâsî ve sosyal tahribat Yûnus Emre’nin, onu izleyenlerin ve onun izlediği ipek yolunun ortaya çıkmasına engel olmaz. Şiir hüdâyînabit vasfıyla “o an”da, bir anda bütün bir milleti (ümmeti) taşıyabilecek yegâneliği gösterir. Târihimiz buna geçmişte olduğu gibi şu anda da şâhitlik etmektedir. Târihin bugüne şahitliği! Biz Türkler târih kelimesini “târih atmak” olarak kullanmak suretiyle onun bu diri ve diriltici vasfını hatırda tutarız, tutmalıyız. Târihe şiirle şâhit olur, onu tarihe şâhit tutarız.
İstanbul şehrinin yüzük taşı Şemsi Paşa Câmii’dir
Mîmarî yukarıda şiirle ilgili söylenenler kadar talihli değildir; çünkü mîmârî seyr-i sülük gibidir, nefsin mertebeleri gibi safha safha tekâmül eder. Mertebelerin basamaklarını çıkmak için bir mimarın muazzam birikimi ve becerisi kâfi gelmez. “Dünyânın en güzel yapısı” cümlesi mânâsızdır; çünkü bir yapıyı hürmete lâyık kılan şey, onun neyin parçası olduğunu gösteren diğer unsurlardır. Büyük mimarların, milletlerin büyük hamleler yaptıkları zaman dilimlerinde ortaya çıkmaları bu bakımdan tesâdüf değildir. Milletin seyr-i sülûkunda en ileri mertebede olması, bir mîmârî eserin olmazsa olmazıdır. Nefsini bilenin Rabbini bilmesi gibi, kendisinden yapılacağı taşı, üzerinde yükseleceği toprağı, kendisini var kılan târihi ve her türden malzemeyi doğru tanıyacak ve tanımlayacak eşyâyı bilmekle mîmârî mümkün olur. Her mümkün muhakkak değildir. Büyük mimarlar bu safhada devreye girerler.
Eserler kendilerini tahakkuk ettirecek, âdetâ bir yüzük taşı gibi parlatacak ve yerli yerine oturtacak bir taş ustası, elmas işçisine ihtiyaç duyarlar. Bu bakımdan İstanbul şehrinin yüzük taşı Şemsi Paşa Câmii’dir demek zinhar mübalağa olmaz. Onda yer ile gök, uzak ile yakın, deniz ile kara birbirinin mütemmim cüzü bile değildir; tüm bu unsurlar bir anda birleşik hâle gelir. Tevhîdin güzelliği de, sırrı da gören gözler için açığa çıkar. Onda büyüklüğün ihtişamından çok küçüklüğün zerâfeti, az malzemeyle çok şey anlatabilmenin hikmeti vardır.
Hepimizin bildiği Mîmar Sinan’ın çıraklık-kalfalık-ustalık silsilesinde ismi geçmese de son inşâ ettiği câmi olarak Şemsi Ahmet Paşa Câmii, onun bir bakıma en kâmil meyvesi sayılabilir. Sinan’ın bu câmiinin kendi inşâ ettikleri arasındaki “en küçük” külliye olması da dikkate değerdir.
Üsküdar sâhilinin nârin elleri güyâ makyajla güzelleştirilmek isteniyor
Bugün Şemsi Paşa Câmii’nin de içinde bulunduğu meydanlaştırma, seyir terası ve kıyı genişletme projesinin, milletin seyr-i sülûkunda hangi mertebeye(!) denk geldiğini hakkı gören gözler bilmektedir. Şemsi Paşa Câmii’nin bizzat kendisi değil, onu güzel gösteren diğer unsurlar, Üsküdar sâhilinin nârin elleri güyâ makyajla güzelleştirilmek istenmektedir.
Câmiler kapansa ümmet-i Muhammed yeryüzünün her karışını mescit edinir de namaz ibâdeti ortadan kalkmaz. Tekkeler kapansa onları ihyâ edecek ve Hakk’ı zikredecek müridân bulunur. Mîmârî eserlerin ikinci bir tâlihsizliği de budur: Bir kere yıkılsalar onları tekrar inşâ etmek, bir kez zarar görseler onlara aynı güzellik elbisesini giydirmek çok zordur.
Bir mîmârî eseri güzel kılan şeyin etrâfı olduğunu söylemiştik. Etrâfı zarar gören bir eserin kendisinin güzelliği de tartışmalı olacaktır.
Şemsi Paşa Câmii’nin inşa târihi, milletin kaderinin tersine çevrilmeye başladığı zamanlara denk gelir. Milâdî 1581 senesi, gücünün zirvesindeki muzaffer Türk güçlerinin donanmasının İnebahtı Savaşı’nda (1571) yakılarak Türklerin de mağlup edilebilecekleri fikrinin ilk kez yeşermeye başladığı bir senedir. Bu açıdan Şemsi Paşa Câmii’nin mevcudiyeti, denizlerdeki üstünlüğün hâlâ Türklerin elinde olduğu yönünde bir ısrar olarak da görülebilir. O vâr oldukça milletin ısrârı da sürecektir.
Salih Karaduman
Henüz yorum yapılmamış.