Sosyal Medya

Kürsü

Kemal Sayar: İnsanları hikayesiz bırakmayalım

Röportaj-DünyaBizim Büşranur Kazancı, Naime Kılınç, Esad Eseoğlu



Sizinle alâkalı bir soruyla baÅŸlamak istiyoruz. Tıp fakültesiyle baÅŸlayan psikiyatri ve psikoterapiyle devam eden bir süreç görüyoruz hayatınızda. YoÄŸunlaÅŸtığınız konulara binaen sizin terapist yönünüzü besleyen diÄŸer alanlar nelerdir, merak ediyoruz?

Ben iyi bir gözlemci olduÄŸumu zannediyorum. Hayatın içindeki ufak detayları, kendimi gönülden onlara vererek izlerim, gözlerim, anlamaya çalışırım. Bazen bir insanın mimiÄŸinden bir ÅŸeyler okumaya çalışırım. Günlük hayatı iyi takip etmeye, günlük hayatın içine gizlenmiÅŸ hikâyeleri bulmaya çalışıyorum. Dolayısıyla gözlemci tarafım beni insanlara dair hikayeleri keÅŸfetme konusunda özendiriyor. Herkesin görünür hikayesinin dışında bir de gizli kalmış, geride kalmış, derinde kalmış bir hikayesi olduÄŸunu düÅŸünüyorum. ÇoÄŸu insanda biraz doÄŸru izleri, doÄŸru yolları takip ederseniz o hikayeye ulaşırsınız. Bu bazen doÄŸru soruları sormakla olur.

Psikoterapi bir tür dedektiflik gibi, yani asıl hikâyeye götürecek soruları bulmak ve doÄŸru soruları sorma mesleÄŸi. Benim için bir keÅŸif faaliyeti olduÄŸu için seviyorum. Gözlemci tarafımdan bunun beslendiÄŸini düÅŸünüyorum. Edebiyata olan merakım, ÅŸiire olan merakım da terapi serüvenimi destekliyor, besliyor. Bazen ÅŸiir gibi görüÅŸmeler yapıyorsunuz. Yani insanların size, odaya getirdiÄŸi problem aslında kendi hayatlarının neredeyse ÅŸiire dökülmüÅŸ hâli oluyor.

Bugün bir genç kızla konuÅŸuyorum meselâ. Daha 17 yaşında olmasına raÄŸmen o kadar ÅŸairane ifadelerle kendi problemini dile getiriyordu ki, kendimi tutamayıp ona mutlaka yazması gerektiÄŸini söyledim. Çünkü yazmanın onun için bir ÅŸifa olacağını düÅŸündüm. Ä°çindeki o oturmamışlığı, o huzursuzluÄŸu, o sıkıntıyı yazarak daha iyi bir ÅŸeye dönüÅŸtürebileceÄŸini söyledim. Åžiir gibi bir malzeme sizin önünüze konduÄŸu zaman siz de bazen ÅŸiir gibi konuÅŸuyorsunuz. Böyle karşılıklı ÅŸiirleÅŸtiÄŸiniz bir seans olabiliyor.

Ä°kinci unsur olarak edebiyata ve söze merakımın da terapi serüvenimi beslediÄŸini söyleyebilirim. Ama her ÅŸeyden önemlisi insan karşısında duyduÄŸum büyük hayret hissidir. Ä°nsan asla kendini ilk görüÅŸte ele vermeyen fevkalade derin bir varlık. EÄŸer yaklaÅŸmayı bilirseniz, kalbinizi kalbine dayamayı bilirseniz size çok güzel ÅŸeyler fısıldayabilecek, kendisiyle ilgili eÅŸsiz hikayeler anlatabilecek, kendini hikâye eden bir varlık. Dolayısıyla insan karşısında duyduÄŸum büyülenme ve onun yaratılışı karşısında duyduÄŸum ürperti hissinin de psikoterapi serüvenimi beslediÄŸini söyleyebilirim.

Hocam, Kalbin DireniÅŸi kitabınızda antidepresanın kiÅŸide makyaj etkisi oluÅŸturduÄŸundan, yüzeysel bir rahatlık saÄŸlarken aynı zamanda varoluÅŸsal sancılara çözüm getirmediÄŸinden bahsetmiÅŸtiniz. Peki depresyonla yüzleÅŸen bireye antidepresan dışında önerebileceÄŸimiz alternatif yollar var mı?

Hiçbir zaman indirgemeci yaklaşımların savunucusu olmadım. Psikiyatriyi beyinsiz bırakmak isteyen saf zihinci yaklaşımlara da onu zihinsiz bırakmak isteyen saf beyinci yaklaşımlara da karşıyım. Psikiyatri ikisinin arasında bir yerdedir. Yani insan hem beynin fonksiyonlarından hem de beynin dünya ile etkileÅŸiminden ortaya çıkan zihinsel fonksiyonlarından ibarettir. Ayrıca insanın sadece beyin ve zihinle algılanamayacak bazı yüksek melekeleri de mevcuttur. Ä°nsanı sadece moleküllere indirgediÄŸiniz zaman her türlü ruhsal ıstırabı ilaçlarla iyileÅŸtirebileceÄŸinizi zannedersiniz. Ama dünyayla ilgili bir memnuniyetsizliÄŸi olan dünyadaki adaletsizliÄŸe, efendim, yanlışlıklara isyan ettiÄŸi için kendini öfkeli ve huzursuz hisseden bir gence antidepresan verdiÄŸiniz zaman onun elindeki mukavemet güçlerinden bir tanesini gasp etmiÅŸ olursunuz.

Modern çaÄŸda depresyon kendisini kötü hissetme, mutsuzluk, gönül kırıklığı, üzüntü ve kederle gösteriyorken postmodern zamanlarda depresyon; anlamsızlık, ümitsizlik, parçalanma, yabancılaÅŸma, ÅŸüphecilik, yalnızlık ve uyum sorunlarıyla açığa çıkmaktadır. Söylemek istediÄŸim depresyon-klinik depresyon ilaçlarla tedavi edilebilecek bir durumdur. Ama demoralizasyon dediÄŸimiz, hayatın içinde ortaya çıkabilecek bazı yanlışlıklara verilen moral tepkiler, ilaçlarla asla tedavi edilmemesi, ilaçlarla deÄŸiÅŸtirilmemesi gereken durumlardır. Burada klinisyenin normal üzüntü ve hüzünle depresyon arasındaki ayrımı iyi yapabilmesi lazım.

Biz bugün antidepresan ilaçları maalesef leblebi gibi kullanıyoruz. Ben kendi pratiÄŸimde ilaçsız tedaviyle iyileÅŸebileceÄŸini düÅŸündüÄŸüm kimseye antidepresan ilaç vermek istemiyorum. Çünkü bu ilaçlar evet pek çok insanın depresyonunu iyileÅŸtiriyorlar. Ama depresyonu olmayan kiÅŸilere verdiÄŸiniz zaman da bir lakaytlık, bir umursamazlık hâli meydana getirebiliyorlar. Hatta depresyonda bile kullanım sürelerini dikkatli ayarlamak gerekiyor. Yani kozmetik psikofarmakolojiden kiÅŸileri hayata karşı kayıtsızlaÅŸtıracak, onların hayatını anlamsızlaÅŸtıracak bir ilaç tedavisinden uzak durmak ve varoluÅŸsal yaraları ilaç tedavisiyle iyileÅŸtirebileceÄŸimiz gibi bir yanılsamaya kapılmamak durumundayız. Bazen insanın cevaplaması gereken çok derin sorular vardır. Ve o soruları da ancak acıyla, ıstırapla, yüreÄŸi kanayarak cevaplayabilir insan. Ä°nsanın elinden derin sorulara derin cevaplar verme fırsatını almamamız gerekir. Ä°lacı sadece klinik depresyonlarda ve gerçekten ihtiyaç duyulduÄŸunda kullanmamız gerekir.

Hocam anladığım kadarıyla Batı kökenli modern psikolojiye göre acıdan kaçmak için ilaç kullanmak gerekiyor. “Terapistle görüÅŸ, psikiyatristle görüÅŸ ve ilacını al” anlayışı hakim. Aslında bu derin sorunlarla yüzleÅŸmek gerekiyor. DoÄŸu kültüründen biraz beslenmenin, derin soruları kabul etmenin öneminden bahsediyoruz, deÄŸil mi?

Yani ÅŸöyle söyleyeyim bazı acılar vardır, sizi ele geçirirler, sizin sırtınızı yere getirirler. Her zaman acıyla yüzleÅŸebilecek takatiniz olmaz. Depresyon zaten o takat düÅŸüklüÄŸünden meydana gelir. Klinik depresyon insanın içsel kuvvetlerinin dışarıdaki depresif kudretlere direnemediÄŸinde ortaya çıkar. Ve depresyon -sizi temin ederim ki- hiç de tatlı bir duygu deÄŸildir. Ä°nsana çok yoÄŸun bir yaÅŸama isteksizliÄŸi, deÄŸersizlik, üzüntü, keder hali veren, bir an önce kurtulmak isteyeceÄŸiniz, tabiri caizse bunaltan bir duygudur. Böyle durumlarda antidepresan kullanmamak hekimliÄŸin özüne aykırıdır. Hipertansiyonu (yüksek tansiyon) olan bir hastaya tansiyon düÅŸürücü vermemek kadar bir kusurdur.

Benim söylemek istediÄŸim ÅŸu: Ä°nsan eÄŸer kendi içsel kuvvetlerine dayanarak bir acıyı alt edebilecekse, bir zorluÄŸun üstesinden gelebilecekse ona o fırsatı vermek gerekir. Çünkü insan o zorluÄŸu alt ettiÄŸi zaman sonunda diyecektir ki: "Ben çalıştım, çabaladım, gayret gösterdim, alın teri akıttım ve bu zorluÄŸu yendim." Bir hikâye oluÅŸacaktır. Ama insanın kendi kuvvetiyle yenebileceÄŸi bir ÅŸeyi siz antidepresan yardımıyla atlattığınız zaman geride bir hikâye kalmayacaktır. Ortada bir baÅŸarı, kendi baÅŸardığı bir hikâye olmayacaktır. “Ä°nsanları hikayesiz bırakmayalım”  demek istiyorum.

Son dönemlerde ders aldığım Prof. Dr. Halil EkÅŸi hocam sayesinde manevi yönelimli psikolojiye dair yoÄŸun okumalarım yapıyorum. Sizin de SaÄŸlık DüÅŸüncesi ve Tıp Kültürdergisine verdiÄŸiniz röportajınızda "Ruhun bilgeliÄŸi kendini bilmek, kendini bilen de yaratıcısını bilir" diye bir söyleminiz vardı. Ben (BüÅŸra) teorik açıdan maneviyatın artık modern psikolojideki gibi bir kafese alınmadığı, postmodern teorilerle bunun biraz açıldığını görüyorum. Ama mesela siz sahadaki bir kiÅŸi olarak bunun gerçekten uygulanabilir olduÄŸunu düÅŸünüyor musunuz? Çünkü bize öÄŸretilen, 'manevi alana asla dokunmayalım, o köÅŸede kalsın ve terapide bunu konuÅŸmayalım' idi.

Çok yanlış bir düÅŸünce. Benim kanaatime göre insana dair olan hiçbir ÅŸey terapi odasının dışında vestiyerde asılı bırakılmamalı. Maneviyat da buna dahil. Ben geçtiÄŸimiz yıllarda hem terapi odasında konuÅŸulabilecek konular ve dışarıda bırakılan konular olarak hem maneviyat hem politikayla ilgili sunumlar yaptım deÄŸiÅŸik kongrelerde. Bana sorarsanızSeneca'nın meÅŸhur sözü psikoterapi odası için de geçerlidir. "Ä°nsanım, insana dair olan hiçbir ÅŸey bana yabancı deÄŸildir" diyor filozof. Dolayısıyla terapi odasında insana dair olan hiçbir ÅŸey konuÅŸulamaz deÄŸildir. Ä°nsanlar sadece bu dünyayı yatay boyutlarıyla, insanlar arası iliÅŸkilerle yaÅŸamıyorlar. Pek çok insan dikey boyutuyla, yani Allah ile kurduÄŸu iliÅŸkiyle de dünyayı yaşıyor. Allah ile kurduÄŸu iliÅŸkiyle bu dünyayı anlamlandırıyor. BenliÄŸi aÅŸan, onu daha büyük bir anlamın içine dahil eden aÅŸkınlık ile irtibat hali olarak tanımlayabileceÄŸimiz maneviyat, insan olma tecrübesinin öznel ve evrensel bir boyutu olduÄŸu kadar; içsel, öznel bir farkındalığa da iÅŸaret ediyor. Anlam ve gaye, hakikat ve deÄŸerler ekseninde süren bir arayış, insanın içsel susuzluÄŸunu dindirmek için büyük bir imkân sunuyor. Zaten bir süredir Batı ülkelerinde farkındalığı mihver alan, Budizm’den etkilenmiÅŸ üçüncü dalga biliÅŸsel terapiler revaç buluyor. Bu minvalde tasavvufi öykü ve ÅŸiirlerin bu terapileri konu alan çalışmalarda zikredildiÄŸini görüyoruz. Disiplinlerin birbirinden öÄŸrenecek çok ÅŸeyinin olduÄŸu günümüzde, ‘ya bilim ya maneviyat’ tarzı bir indirgemecilik yerine, ‘hem o, hem de o’ yaklaşımı daha doÄŸru görünmektedir. Akıl ve logosa ihtiyaç duyduÄŸumuz kadar mitosa da ihtiyaç duyarız. Ä°nsan anlama susamış bir varlıktır. Hayatı anlamlı ve tahammül edilebilir kılacak bir manevi aidiyet ve yeryüzünde bir hedef ararız. Tanrı tarafından bilinme ve deÄŸer verilme duygusu saÄŸlar bize maneviyat; saygınlık sunar, geçmiÅŸ, bugün ve gelecek arasında bir baÄŸ kurar. Viktor Frankl’ın söylediÄŸi gibi, ‘Niçin sorusuna cevap bulan, neden sorusuna zaten cevap bulur’.

Ben çok defa mesela Allah'la olan iliÅŸkilerindeki bozulma nedeniyle insanların terapi odasında konuÅŸmak istediÄŸine tanık olmuÅŸumdur. Ne diyeceksiniz bu insanlara? "Bu konular yasak, tabudur bizim için, bunu konuÅŸamazsın!" mı diyeceksiniz? O zaman insan varoluÅŸunun en temel rükünlerinden en temel cephelerinden bir tanesini eksik bırakmış olursunuz. Cesur olmak gerekir. Manevî konuları ele almak konusunda cesur olmak gerekir. Ama terapistin bir vaiz, bir misyoner, bir tebliÄŸci olmadığını da teslim etmek lazım. Yani siz, sadece sizinle bu konuları konuÅŸmak isteyen insanlara,  o konuları yeteri zenginlikte konuÅŸabilecekleri bir özgür ortam saÄŸlamakla mükellefsiniz. Ama onlara kendi doÄŸrularınızı empoze ettiÄŸiniz anda bu iktidarın kötüye kullanılması anlamına gelir. Terapiste saÄŸlanmış olan iktidarın kötüye kullanılması ve bize danışan insanların suistimal edilmesi anlamına gelir. Sizin hakikatinizin onun hakikatine denk düÅŸmesi gerekmiyor. Sizin hakikatiniz siz terapist rolünde olduÄŸunuz için onun hakikatinden daha üstün deÄŸildir. O sizden daha bilgili de olabilir. Bu konularda çok daha iyi düÅŸünmüÅŸ bir insan da olabilir. Sizin yapmanız gereken ÅŸey ona anlaşıldığı hissini vermektir. Ona kendisini ifade edebileceÄŸi özgür ortamı saÄŸlamaktır. Onu yargılamak yerine yargılamayan açık bir zihinle yaklaÅŸarak onun meselâ inanç ve maneviyatla ilgili hislerini, düÅŸüncelerini kendisinin de daha güzel bir ÅŸekilde keÅŸfedebileceÄŸi bir ortam saÄŸlamaktır mesele. Güvenli bir sığınak olmaktır.

Evet, hayata bütüncül olarak bakabilmek için bu yöne de girmemiz gerekiyor sanırım.Mutlaka… Ben bu konuda en ufak bir tereddüt yaÅŸamıyorum. Pek çok meslektaşım korkuyorlar. Bu haksız bir korku deÄŸil. Ä°nsanlar o alana girerlerse yanlış yapmaktan, karşılarındaki insanı incitmekten, bazen iyi anlayamamaktan korkabiliyorlar. Ama tam aksine bence cesur olmamız gerekir.  Bir görüÅŸü dayatmak yerine karşımızdaki insanın düÅŸüncelerini, hislerini daha iyi anlamaya gayret etmemiz gereken bir alan olarak görüyorum manevi alanı.

Hocam peki baÅŸka bir kültürle çalışırken de bunu yapabilir miyiz sizce?

Tabii…

Meselâ Orta Asya kültürüne mensup birisiyle görüÅŸürken bir terapist, o kültüre hâkim olmasa da, süreci yönlendirebilir mi?

Tabii ki. Åžimdi bakın, kültürel konular son 20-30 yılda dünyanın renklenmesi, çeÅŸitlenmesi ve çeÅŸitli kültürlerin birbirinin içine girmesi ile ruh saÄŸlığında daha da önem kazanıyor. Bunlarla beraber ortaya çıkan bazı kavramlar var. Bunlardan bir tanesi kültürel yeterlilikkavramı. Biz bunları en son Oxford Üniversitesi'nin yayınladığı Textbook of Cultural Psychiatry kitabında bir Ä°ngiliz meslektaşımla beraber “Kültürler Boyunca Psikoterapi” diye bir bölüm yazdık ve burada detaylı bir ÅŸekilde tartıştık. Burada üzerinde durduÄŸum kavramlardan bir tanesi kültürel yeterlilik kavramı. Yani bize danışan insanın kültürel önceliklerini, hassasiyetlerini anlamak konusunda ne kadar yeterliyiz?

Bir baÅŸka kavram kültürel tevazu kavramı. Yani biz kiÅŸisel olarak karşımızdaki insanın görüÅŸlerini çok beÄŸenmesek veya onu kendi inanç sistemi içinde çok haklı bulmasak bile, terapist olarak ona bir üstünlük taslıyor muyuz? Yoksa mütevazı durup onun kendini ifade etmesine imkân mı saÄŸlıyoruz? Bu çok önemli bir tartışma konusu. Bu insanlar arası iliÅŸkilerde de kendimize rehber edinmemiz gereken bir ÅŸey. Farklı görüÅŸten bir insan, farklı ideolojiden bir insan bizim yanımıza sokulduÄŸu zaman biz ona karşı bir üstünlük taslama ihtiyacı duyuyor muyuz, duymuyor muyuz? Veya içimizden ‘bu adam da nasıl boÅŸ inançlara kapılmış’ diyor muyuz? Yoksa onun kendini bize karşı ifade etmesinde kolaylaÅŸtırıcı bir tutum mu takınıyoruz? Ä°ÅŸte kültürel tevazu saÄŸaltıcı rolündeki insanın diÄŸer inanma ve bilme biçimlerine karşı zihninin ve gönlünün açık olması halidir. Meselâ ateist bir insan size gelebilir ve siz baÅŸörtülü bir terapist olabilirsiniz; siz Sih bir terapistsinizdir, kafanızda uzun bir türban vardır ve size, efendim, koyu bir Hıristiyan hasta gelir. Bütün bunlar, bu kavramlar ÅŸunun için geliÅŸtiriliyor: Ä°nsanların birbirine üstünlük tasladığı bir vasatta gerçek manada bir psikoterapi olamaz. Dolayısıyla terapist kendini dünya görüÅŸü olarak bir “bilmeme” pozisyonuna yerleÅŸtirmeli, mütevazi durmalı ve danışmanının anlattığı her ÅŸeyden bir ÅŸeyler öÄŸrenmeye gayret etmelidir. Bilmeseniz dahi, anlamak için soru sorabilirsiniz. Anlamaya çalışabilirsiniz. Ona anlattırabilirsiniz.

Amaç; danışanların, sosyal, politik, ekonomik ve manevi gerçeklerine duyarlı, onlara cevap veren, güvenli bir ortam yaratmaktır. Kültürel tevazu, bir terapistin kendi deÄŸerler sistemiyle aşırı meÅŸgul olmak yerine; ötekine odaklı, saygılı ve danışan kiÅŸinin kültürel arka plan ve anlatısına üstünlük taslamayan bir konumda olmasını öngörür. Günümüzde psikoterapi, özerklik ve bireyselliÄŸe yaptığı aşırı vurguyla Anglo-Amerikan deÄŸerlerini içine almakta ve bir insanın nasıl olması ve davranması gerektiÄŸine buradan yola çıkarak bir cevap üretmektedir. Protestanlığın etkili olduÄŸu Kuzey Avrupa kültürlerinde “ben yönelimi” ve öz yeterlilik en önemli deÄŸerlerdir. BenliÄŸin bireyselleÅŸmesine aşırı vurgu yaparken iliÅŸkisel taraflarına bigâne kalmak bu kültürel mirasın psikoterapi kuramlarına ana rengini vermesi yüzünden olabilir

Ben böylesi farklı inanışlara karşılaÅŸtığım her seferinde insanlara meselâ anlattırmayı tercih ediyorum. Anlatırken gözlerinin ışıldadığını ve kendi dünyalarını büyük bir cömertlikle paylaÅŸmak istediklerini görebiliyorum. Bazı durumlarda çok daha sizden onay isteyici bir ÅŸey olursa orada daha dikkatli davranmanız gerekebilir. Meselâ dünyanın uzaylılar tarafından yönetildiÄŸini düÅŸünen bir kiÅŸi sizden de bir onay isterse, o konuda mütereddit davranmanız gayet doÄŸaldır. Ama onun niçin öyle inandığını ona anlattırabilirsiniz, onun düÅŸünce sistematiÄŸini anlamak için sorular sorabilirsiniz.

Burada tavrımızı ÅŸeffaf olarak korumanın kültürler arası terapide de etkili olacağını söyleyebiliriz öyleyse.

Evet, evet…

Ben (Esad) konuyu deÄŸiÅŸtirmek istiyorum izninizle. Sinema ve edebiyata dair geniÅŸ bir birikiminiz olduÄŸunu kitaplarınızdan ve konuÅŸmalarınızdan anlıyoruz. Bir de 1 Åžubat 2017'de benim için çok önemli bir film tavsiye etmiÅŸtiniz benim için çok önemli. (gülüÅŸmeler)

Hangisi? Ove mi? (gülümsüyor).

Evet.

Ove Adında Bir Adam.

Ben TekirdaÄŸ’da Ä°lim Yayma Cemiyeti’nin yurdunda kalıyorum. Orada da izlettim. Daha sonra BüÅŸra'ya söylemiÅŸtim. Onlar da Naimelerle izlemiÅŸlerdi filmi. Sorum ÅŸöyle: Åžimdiye kadar izlediÄŸiniz filmlerden hangisinde, hangi karakter olmak isterdiniz? Aklınızdan böyle bir ÅŸey geçti mi hiç?

Oo çok ilginç… Hiç düÅŸünmedim. Çok enteresan bir soru.

Ya da hocam, sizin çözümlemek istediÄŸiniz bir karakter, keÅŸke danışanım olsaydı dediÄŸiniz bir karakter oldu mu izlediÄŸiniz filmlerde.

Robin Williams'ın Can Dostum filmindeki terapist karakterini çok sevdim. Çok cana yakın ve insancıl bir terapist. Çok da güzel canlandırmıştı.

Ä°nsanla ilgili çözümleme yapan her türlü film çok ilgimi çekiyor. Yani insanın o derinliÄŸini katmanlı varlığını bize hissettiren her türlü sinema filminden çok besleniyorum, çok ÅŸey öÄŸreniyorum. Daha dün, gece yarısına kadarAsghar Farhadi'nin son filmini, Herkes Biliyor’u seyrettim. Öyleyse en son seyrettiÄŸim bu filmden örnek vereyim. Bu filmden bana kalan ÅŸu oldu: Ä°nsanların sessiz kalarak kurdukları bir düzen birdenbire o sessizliÄŸin bozulmasıyla bir kaosa dönüÅŸebilir. Bazen hepimiz bir ÅŸeyleri görmezden gelerek bir düzeni sürdürürüz. Fakat bir ÅŸey görmezden gelinmez hâle geldiÄŸinde veya birisi hakikati haykırdığında düzen gibi görünen ÅŸeyin arkasından çok büyük bir kaos ve ÅŸüphe çıkabilir. Her ÅŸey çok ince dengeler üzerine kuruludur. Bugün çok iyi gibi görünen bir insan yarın çok kötü olabilir. Yani insan deÄŸiÅŸik uçlar arasında gidip gelebilen bir varlık. Bazen de ÅŸartların esiri olabilen bir varlık.Ä°yilik dediÄŸimiz ÅŸey ÅŸartlara esir olmamaktan geçiyor, ben öyle düÅŸünüyorum. Yani ÅŸartları esir etmekle ama ÅŸartlara esir olmamakla…

O zaman son sorumuzu soralım. Hayatımızın bazı zor anlarını düÅŸündüÄŸümde benim aklıma ÅŸöyle bir ÅŸey geliyor: Bazı sözleri sabitleyeyim ve o anlarda ona dönüp bakayım istiyorum. Sizin hayatınızda böyle bir cümleyle özetleyebileceÄŸiniz bir ilke, ideal var mı?

(Gülümsüyor) Yani sadece bir deÄŸil belki üç beÅŸ tane var. Bir tanesi çok temel bir ÅŸey."Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem." Yani anın evladı olmak, yaÅŸanan anın hakkını vermeye çalışmak, anı derinlemesine ve güzel yaÅŸamaya çalışmak.

Bir tanesi "Bu da gelir bu da geçer", yani insanın hiçbir zaman sonsuza kadar kedere ve acıya çakılı kalmayacağını anlatan sözlerden bir tanesi.

Bir diÄŸeri de Yavuz Sultan Selim'in dizeleri:

Gamına gamlanıp olma mahzun

Demine demlenip, olma maÄŸrur

Ne dem baki, ne gam baki! ya hu!

Çok teÅŸekkür ederiz hocam.

EstaÄŸfurullah, ben teÅŸekkür ederim.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.