Kürsü
İbrahim Tenekeci- Siyaset ile samimiyet arasında
Follow @dusuncemektebi2
Ä°brahim Tenekeci- Yeni Åžafak
Yıllar geçer, yollar ve ÅŸartlar deÄŸiÅŸir. Herkes ömrünün tek öÄŸrencisidir. Ä°nsanın kendi içinde yaÅŸadıklarını kim ne kadar bilebilir, anlayabilir?
Tanıdığımız veya tattığımız birçok ÅŸey için sonunda ÅŸunu söyleriz: “Güzel sanmıştık, deÄŸilmiÅŸ güzel.” Bilgi edinmek ile tecrübe etmek arasındaki farklardan biri de budur. Tecrübe, insanı yalnızlaÅŸtırır. Her konuda daha temkinli yapar. Mesela haksızlığa maruz kaldıkça toplumdan uzaklaşır, içinize kapanırsınız. Bu bir kusur mudur? Hayır. Tedbir almaktır. Bazı kimseler bunu anlayamaz. Kibir olarak görür. ‘Kendini beÄŸenmiÅŸ de ondan uzak duruyor’ gibi.
Günlerin ne getireceÄŸini bilemeyiz. Kader, aynı zamanda yürüyen hükümdür. Gitmeyi planladığımız yere o çoktan varmış olur. Bizi bekliyordur. Yanında ne vardır? Sır.
Kendi adıma, helal dairesinde kalarak dünyadan hevesimi almaya çalışıyorum. Kazanınca sevinmediÄŸim, kaybedince üzülmediÄŸim ÅŸeylerin peÅŸindeyim. Bunların ne olduÄŸu elbette kiÅŸiye göre deÄŸiÅŸir.
Sadece güzelliÄŸin deÄŸil, çirkinliÄŸin de nerede karşımıza çıkacağını bilemeyiz. Öyle iyi bir yerde kötülükle karşılaşırız ki, inanmak istemeyiz. Bu beni ÅŸu dizeye götürmüÅŸ bulunuyor: “Kimsemiz kalmadı aÅŸkın yanında.”
SİYASETEN DEĞİL, KALBEN
Ercan Yıldırım, “samimiyetsizlik, en büyük sorunumuzdur” demiÅŸti. Samimiyet neydi?
Sultan Abdülhamid Han’ın yeniden hayat bulduÄŸu günlerdeyiz. ÇeÅŸitli projeler, kıyaslamalar, konferanslar, diziler, yayınlar, ajanslar vs. Buna itirazımız deÄŸil, desteÄŸimiz olur ancak. Öte yandan, ÅŸunu da kesin biçimde biliyoruz: Sultan Abdülhamid Han dönemine ait, yani onun tuÄŸrasını taşıyan paralar, pullar, fermanlar, belgeler ve objeler tarihlerinin en düÅŸük deÄŸerinde alınıp satılıyor. Özellikle bizim camiada, bunların yüzüne bakan pek yok. Adına ‘kültür’ dediÄŸimiz ÅŸey iÅŸte buradan baÅŸlıyor. Birikimlerimizi emlakla, arsayla ve buna benzer yatırım araçlarıyla deÄŸerlendiriyoruz. Evvela sözümüzün, iddiamızın içini doldurmalıyız. Tarihimize ve oradan gelen hatıralara sahip çıkmalıyız. Siyaseten deÄŸil, kalben yapmalıyız bunu.
Yazıya baÅŸlamadan evvel ömrünü eski eserlere vermiÅŸ bir duayenle konuÅŸtum. Dışardan biri. Åžunları söyledi: “Muhafazakârlar iktidara gelince, imkâna kavuÅŸunca, Osmanlı devrine ait eserlerin kıymetleneceÄŸini düÅŸünmüÅŸtük. Tam tersi oldu.” Yeterli midir, bilmiyorum.
Tarih bazen eÅŸitler. Mesela yüz sene sonra padiÅŸah ile muhalif aynı siperde, safta buluÅŸtu. Abdülhamid Han ve Mehmet Akif diyelim. Evet, hakkaniyet. Bir asır sonra bizler kimlerin yanında duracağız, olacağız? Bunu bir düÅŸünelim. Ne kadar ulvî sözler edersek edelim, hakikat ÅŸudur: Hepimiz doÄŸma büyüme dünyalıyız.
Bir ümit niyetine ekleyelim: Her türlü özenin uzağına düÅŸmüÅŸ insanlardan olamayız.
Ä°yi ÅŸairlerimizden Said Yavuz, hepimizi uyarıyor: “Sana gelen anlamın önünden çekil.” Bize gelen anlamın önünü nelerle dolduruyor, kapatıyoruz?
Sınırlı ömrümüzle sınırsız meÅŸgalelerin peÅŸine düÅŸebiliyoruz.
Ömrümüz sınırlı, yalan dünyanın yanlış iÅŸleri ise sınırsızdır.
Henüz yorum yapılmamış.