Kürsü
O kanundan Nazım Hikmet 28 yıl, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı ise 15’er yıl hapis cezası aldılar
Follow @dusuncemektebi2
Yıldıray Oğur - Karar
Geçen hafta Yargıtay Cumhuriyet BaÅŸsavcılığı, Ä°stinaf Mahkemesi’nden çıkan onay kararından sonra temyiz için Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin önüne gelen Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak kararı hakkındaki tebliÄŸnamesini açıkladı.
BaÅŸsavcılık, bu üç ismin, ağırlaÅŸtırılmış müebbet cezası aldıkları TCK 309’uncu madde yani “Anayasal düzeni deÄŸiÅŸtirmeye teÅŸebbüs”ten deÄŸil, 5’den 10 yıla kadar hapis cezası öngören “örgüte bilerek ve isteyerek” yardım suçundan yargılanması gerektiÄŸini bildirdi.
BaÅŸsavcılık’a göre “Anayasal düzeni deÄŸiÅŸtirmeye yönelik teÅŸebbüs ancak cebir ve ÅŸiddet kullanılarak, bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle iÅŸlenebilir.”... “Burada kastedilen maddi cebirdir.”... “Åžiddet somut olmalıdır.”...“Basit bir tokat atma ya da tehdit yoluyla bu suçun iÅŸlenemeyeceÄŸi ortadadır.”... “Dosya kapsamından sanıkların eyleminin maddi cebir kapsamında kalmadığı anlaşılmaktadır.”
Gerçekten TCK 309’uncu madde “Cebir ve ÅŸiddet kullanılarak” diye baÅŸlıyor ve çok net. Ama bu netlik uygulamada içeriÄŸi çarpıtılmış bir kaç cümleden müebbet hapis cezası verilmesini engelleyemedi.
Bundan sonra Yargıtay Ceza Dairesi’nin Türkiye’de pek çok davada adaletsizliÄŸi giderebilecek BaÅŸsavcı’nın bu itirazına katılıp katılmayacağını göreceÄŸiz.
Belki Yargıtay üyeleri Türkiye’de ceza kanunlarında rejimi ve hükümeti yıkma suçlarında cebir ve ÅŸiddet ÅŸartı aranması üzerine geçmiÅŸte yapılmış tartışmaları da inceleyecekler.
Muhtemelen karşılarına 16 Temmuz 1938 günü Meclis’te 3531 sayılı yasayla Türk Ceza Kanunu’nun meÅŸhur 141 ve 142. maddelerinde yapılan deÄŸiÅŸiklik de çıkacak.
Adı verilmese de komünizmle mücadele için ceza kanuna konmuÅŸ 141. maddenin bu deÄŸiÅŸiklikten önceki hali ÅŸöyleydi:
“Memleket dahilinde, içtimaiÌ‚ bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü ÅŸiddet kullanmak suretiyle tesis etmeğe veya içtimaiÌ‚ bir zümreyi şiddet kullanarak ortadan kaldırmağa ve memleket dahilinde teşekkül etmiş iktisadiÌ‚ veya içtimaiÌ‚ nizamları ÅŸiddet kullanarak devirmeğe matuf cemiyetleri tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse...cezalandırılır.”
Maddeden sadece üç kere tekrar eden iki kelime çıkarılmıştı: Åžiddet kullanarak (kullanmak suretiyle)
Ama bu küçük rötuÅŸla ÅŸiddet ve cebir ÅŸartı aranmadan her türlü komünist faaliyet, eylem, söz “rejimi yıkmaya teÅŸebbüs” suçuna sokulmuÅŸ oldu.
Peki, Meclis neden durup dururken böyle bir deÄŸiÅŸikliÄŸe ihtiyaç duymuÅŸtu?
Bu acil deÄŸiÅŸikliÄŸin sebebi o günlerde görülmekte olan iki davada ceza verilmekte zorlanılmasıydı.
Harp Okulu ve Donanma Davaları olan bilinen davalarda askeri öÄŸrencilerle birlikte üç ünlü isim de yargılanmıştı: Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı.
Nazım Hikmet, o sırada 36 yaşında genç bir yazar ve ÅŸairdi. Hem anne hem de baba tarafından üç kuÅŸak devlete paÅŸa, üst düzey vali ve diplomat olarak hizmet etmiÅŸ soylu bir aileden geliyordu. Dayısı Atatürk’ün sınıf arkadaşı ve Ä°stiklal Harbi kahramanı Ali Fuad Cebesoy’du. Daha çocukken Bahriye üzerine yazdığı bir ÅŸiiri çok beÄŸenen Bahriye Nazırı Cemal PaÅŸa’nın teÅŸvikiyle, mahkemesinde yargılanacağı Bahriye’ye girmiÅŸ, sonra disiplinsizlikten subay olmadan ayrılmıştı.
Bir teoriye göre Cumhuriyet’le dışlanan Ä°stanbul’un diÄŸer soylu ailelerin iyi yetiÅŸmiÅŸ baÅŸka çocukları gibi o da tepki olarak komünist olmuÅŸtu. 30’lardan itibaren bu yüzden dokuz kez yargılanmış, kısa süreli hapis cezaları da almıştı.
Sürekli takibat altındaydı. 1938 yılının Ocak ayında kısa bir süre başına geleceklerden habersiz dergicilik ve sinema iÅŸleriyle uÄŸraşıyordu.
Soruşturmanın nasıl başladığıyla ilgili iki rivayet var.
Birincisine göre Nazım Hikmet, bir gün önce çalıştığı sinemaya sonra NiÅŸantaşı’ndaki evine gelen, hayranı olduÄŸunu söyleyen üniformalı bir Kuleli Askeri Lisesi öÄŸrencisini peÅŸine takılmış bir ajan zannetmiÅŸ, durumu kendisiyle “ilgilenen” Emniyet baÅŸkomiserini arayarak bildirmiÅŸ ve peÅŸine üniformalı askerler takmalarından ÅŸikayetçi olmuÅŸtu. BaÅŸkomiser ise kendilerinin böyle bir ÅŸey yapmadığını söylemiÅŸ ama Nazım’ın bu telefonu daha sonra kendisini de içine alacak bir soruÅŸturmayı tetiklemiÅŸti.
DiÄŸer rivayete göre ise aslında olay Kuleli Askeri Lisesi’nde sosyalist fikirlere yakın olan öÄŸrencilerin, Türkçü öÄŸrenciler tarafından ihbar edilmesiyle baÅŸlamıştı. Ä°hbarcı öÄŸrencilerden biri daha sonra önce 27 Mayıs Milli Birlik Komitesi üyesi olacak, ardından emekli günlerinde ise tuhaf bir ÅŸekilde sosyalist örgütlerde bulunacak yarbay Sami Küçük’tü. Ä°hbar üzerine okulda arama yapılmış ve dolaplarından tehlikeli, sol kitaplar çıkan 21 öÄŸrenci gözaltına alınmıştı.
Tehlikeli kitaplar listesinde yok yoktu; Gorki, Zola, André Malraux’nun kitapları, Ä°spanyol Ä°ç Savaşı, diyelaktik materyalizm üzerine kitaplar ve bir de Nazım Hikmet’in “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”sü.
Kitabının askeri öÄŸrencilerde çıkması ve kendisiyle görüÅŸtüÄŸünü söyleyen bir öÄŸrencinin ifadesi Nazım Hikmet’in ordu içinde komünist bir teÅŸkilat kurmaya çalışmakla suçlanmasına yetmiÅŸti..
NiÅŸantaşı’ndaki evinde Hilmi Ziya Ülken’le birlikte bir dergi üzerinde çalışırken evi basılmış, kendisini önce Kadıköy Ä°skelesi’nde bekleyen bir teknede sonra da tutuklu kalacağı açıktaki Erkin gemisinde bulmuÅŸtu.
O günlerde 28 yaşında, daha meÅŸhur romanlarından hiçbirini yazmamış genç bir gazeteci olan Kemal Tahir’in gözaltına alınmasının sebebi de kitaptı. Ama kendi kitapları deÄŸil. Bahriye’de astsubay olan kardeÅŸi Nuri Tahir’e Sabahattin Ali’nin kitaplarını vermekti suçu.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ise eÅŸiyle birlikte kurduÄŸu Kıvılcımlı Kütüphanesi yüzünden soruÅŸturmaya dahil olmuÅŸtu. Kütüphanenin müdavimi olan Kerim Korcan adında bir genç, buradan aldığı kitapları kurduÄŸu kitap severler kulübündeki arkadaÅŸlarıyla paylaşıyordu. Kitap alıp verdiklerinden biri de Yavuz zırhlısında askerlik yapan aÄŸabeyiydi. O kitaplar yüzünden Hikmet Kıvılcımlı ve eÅŸi de soruÅŸturmada gözaltına alındılar.
Ama tabii ki savcı onları kitapları okunduÄŸu ya da öÄŸrencilere kitap verdikleri için deÄŸil, ordu içinde komünist örgüt kurup anayasal düzeni deÄŸiÅŸtirmeye çalışmakla, askeri disipline aykırı hareket etmekle suçladı.
Gazetelerde tek satır haber çıkmayan dava, Silivri açıklarındaki Yavuz zırhlısında görüldü. Ortada gizli bir ihbar mektubu, çeliÅŸkili bir tanık ifadesi ve bolca kitaptan baÅŸka bir delil yoktu. Ama komünizm korkusunun sardığı Ankara’yı bu “gizli” kitap örgütü çok telaÅŸlandırmıştı. Cezalar da o nispette oldu.
Nazım Hikmet 28 yıl, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı ise 15’er yıl hapis cezası aldılar.
Cezalar ağırdı. Hepsinin Ankara’da çevreleri geniÅŸti. Bunun bir adli hata olduÄŸu ve düzeltilmesi gerektiÄŸini düÅŸünenlerin sayısı da çoktu. Onlardan biri de Nazım Hikmet’in dayısı Ali Fuad Cebesoy’du. Ama kimse sesini çıkaramıyor, inisiyatif alıp adım atmak ve bu yüzden damgalanmak istemiyordu.
Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı Ä°smet PaÅŸa’ya mektuplar yazarak uÄŸradıklarını haksızlığı anlattılar ama iÅŸe yaramadı. Nazım Hikmet, hapiste tanıdıklarının teÅŸvikiyle Kuvvai Milliye Destanı’nı yazdı ama o da iÅŸe yaramadı. Ona gizliden çeviriler yaptıran EÄŸitim Bakanı Hasan Ali Yücel bile komünistlere yardımla suçlandı.
19452den sonra hava deÄŸiÅŸti. 1950 seçimlerine doÄŸru gidilirken, üç ismi içeriden kurtaracak bir af gündeme geldi ama sonra “komünistlere af çıkarılıyor” ÅŸayiasıyla tasarı geri çekildi. Tasarı geri çekilince ümitlerini kaybeden Nazım Hikmet 14 Mayıs 1950 seçimlerinde günler kala açlık grevine baÅŸladı. Ama seçime kilitlenmiÅŸ ülkede sesini duyuramıyordu.
13 yıldır hapiste yatan oÄŸlunun günden güne erimesine dayanamayan 70’li yaÅŸlardaki annesi ressam Celile Hanım, bir pankart hazırladı, bir defterle Galata Köprüsü’ne çıktı ve oÄŸlu için halktan imza toplamaya baÅŸladı.
Pankartta ÅŸöyle yazıyordu: “Haksız yere mahkum edilen oÄŸlu nazım Hikmet açlık grevindedir. Ben de ölmek istiyorum. Gece gündüz oruçluyuz. Bizi kurtarmak isteyenler bu deftere adreslerini yazarak imzalasınlar.”
Annesinin giriÅŸimi sessizce bekleyenleri harekete geçirmiÅŸti.
Açlık grevini bitirmek ve Nazım Hikmet’e af çıkarılması için aralarında Halide Edip, Adnan Adıvar, Falih Rıfkı Atay’ın da olduÄŸu ünlü isimler seçime günler kala CumhurbaÅŸkanı Ä°smet Ä°nönü’ye bir mektupla çaÄŸrı yaptılar:
“Nazım Hikmet’in bir adli hataya kurban olduÄŸu kanaati memleket dışında ve içinde yanlış bulunmaktadır. Bu hadiseyi Türkiye’nin ÅŸerefini lekelemek için bilerek bir tahrik vesilesi olarak kullananlar bulunsa bile onu sadece insani ve hukuki ele alanlar ve sevdikleri demokrasi Türkiyesi’ni açık bir adaletsizliÄŸi devam ettirir görünmek ÅŸaibesinden kurtarmak isteyenler sanat ve fikir adamları içeride ve dışarıda bir yekün tutmaktadır. Memlekette komünist hareketi doÄŸrudan doÄŸruya sevk ve idare ettikleri için tutulan ve yargılanan teÅŸkilatçı Åžefler dahi azami 4 yıl hapse mahkum edilmiÅŸ oldukları halde ÅŸair ve sanatkar Nazım Hikmet 12 yıldan beri hapiste yatıyor. Bu uzun ıstıraba ve onun etrafındaki türlü türlü yankılara nihayet vermek için Devlet Reisi olarak elinizdeki bütün yetkileri kullanmanızı sizden rica ederiz.”
Nazım Hikmet bu mektup üzerine açlık grevini bitirdi. Bu sırada seçimler olmuÅŸ, Demokrat Parti iktidara gelmiÅŸti.
Artık DP milletvekili olan Halide Edip ve Adnan Adıvar çifti, anti-komünist olmalarına raÄŸmen Nazım Hikmet’in haksız bir ÅŸekilde yıllardır hapis yattığını biliyor ve buna bir çare aramak için yeni iktidarı harekete geçirmeye çalışıyorlardı.
DP iktidarının gündeminde zaten bir siyasi ve adi suçlara af vardı. Fakat bu affın kırmızı çizgileri belliydi; Katiller, ırz düÅŸmanları, kız kaçıranlar ve komünistler af kapsamı dışındaydı. Bakanlar, vekiller arasında bir grup komünistlerin af kapsamına girmemesi için bastırıyordu.
Laleli’deki üniversitede Nazım Hikmet’e af isteyen solcu öÄŸrencilerle, Türkçü öÄŸrenciler birbirine girmiÅŸti. Meclis’ten af tasarısı komünistlerin af edilmediÄŸi haberleriyle geçti.
Ama öyle olmadı. 16 Temmuz 1950’de Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı bu afla 13 yıl sonra hapisten çıktılar. Hepsi artık orta yaÅŸlarının sonların gelmiÅŸti.
Çıkar çıkmaz pasaport almak için baÅŸvurdular. O günün Emniyet Genel Müdürü, bu baÅŸvuru için bu insanların Türkiye’de kalmayıp, yurtdışına gitmesinin ülke için daha hayırlı olacağını söylemiÅŸti.
Gazetelerde Nazım Hikmet’in pasaportla Ä°sviçre’ye tedavi olmaya gideceÄŸi haberleri çıktı. Sonra BükreÅŸ radyosunda bir konuÅŸma yaptığı haberi. Sonra da aslında BükreÅŸ’e pasaportsuz gittiÄŸi haberi...
Pasaportsuz ülkeden kaçtığı anlaşılan Nazım Hikmet’in Moskova’dan gelen ilk fotoÄŸrafının altına Cumhuriyet “yüzüne tükürebilin diye bastık” diye yazacaktı.
Sonrası malum...
Donanma ve Harbiye Davaları üzerine uzun yıllar konuÅŸulamadı.
Ülkenin ünlü yazar ve ÅŸairlerinin 13 yılını çalmış davaların içinin ne kadar boÅŸ olduÄŸu ancak 29 yıl sonra 1966 yılında davada Nazım Hikmet’le birlikte yargılanıp, hapis cezası alan Kuleli Askeri Lisesi öÄŸrencisi Abdülkadir Meriçboyu’nun yazdığı kitapla ortaya çıktı.
Kitap çok konuÅŸulunca davada görevli emekli Albay Fuat Uluç da (Hıncal Uluç’un babası) karşı bir kitap yazmış ve ÅŸöyle demiÅŸti:
“Hainin böylesine 28 yıllık hapis cezası azdır. YaÄŸlı iplere bakıp kaşıdığı kıllı kalın ensesinden asmak da kâfi deÄŸildir. Kanunlar müsaade etmeliydi, biz de biraz katı yürekli olmalıydık da her azâsını ayrı ayrı idam etmeliydik mendeburun.”
AÄŸabeyine verdiÄŸi kitap yüzünden davada yargılanan Kerim Korcan’ın yazdığı hatırat ise 1988 yılında henüz yürürlükte olan 141 ve 142. maddelerden toplatılmıştı.
1991 yılında Özal’ın giriÅŸimiyle 141, 142, 163. maddeler kaldırıldı ama cebir ve ÅŸiddet ile söz ve fikir arasında net bir ayrım yapamayan hukuk sistemi insanların canını yakmaya devam etti.
80 yıl sonra da hala bu yüzden hapiste müebbet almış yazarlar ve gazeteciler var.
2019 yılında Nazım Hikmet ÅŸiirleri, Kemal Tahir romanları hala yaşıyor. Fikirlerini paylaÅŸmasalar da onlara yapılan haksızlığa karşı ses çıkaran, mektup imzalayan Halide Edip, Adnan Adıvar da rahmetle hatırlanıyor.
Ä°hbar mektuplarını yazanlar, bunları ciddiye alıp soruÅŸturmayı açanlar, ceza kanunlarını aceleyle deÄŸiÅŸtirenler, delilsiz mahkumiyet kararlarını verenler ise unutuldu.
Ama Türkiye ise 80 yıl sonra hala söz ile rejimin yıkılıp yıkılamayacağını konuÅŸmaya devam ediyor.
Henüz yorum yapılmamış.