Güncel
Türkçe’nin sesi, millî sesimiz
Nihâd Sâmî Banarlı’dan şiir tadında bir yazı. Öyle ki, dilimize yapılan müdahalelerin neye mâl olduğunu anlamak için tek başına kâfi gelebilir. “Dillerin kelimeleri değil, sesleri millidir” vurgusunu yapan yazıyı Kâmil Yeşil yayına hazırladı.
Dillerin bir mûsikî kudreti, kelimelerin birer nağme güzelliği alması, kısa zamanda olmamıştır. Dil ve edebiyat, bu güzel neticeye varmak için, ilk ânlarından başlayarak, "söz"ü "ses"le birleştirmeye çalışmıştır. Bunun en açık delili, sözün en güzel sesli ifadesi olan şiir san'atının mûsikîden ayrı olmayışıdır. Bilindiği gibi, ilk şiirler, asırlarca, mûsikî âletlerinden çıkan seslerle birlikte söylenmiştir.
Diller, bu mûsikî âletlerinden yükselen sesi, kendi mısra, cümle ve kelimelerine nasıl işledi? Diller, ses bakımından nasıl güzelleşip nasıl mûsıkîleşti? Türk dili, şiir söylemek, hattâ söz söylemek için, dile ses katan ahenk unsuru kâfiyeyi îcâd eden lisândır. Türkçe, daha ilk şiirlerinde "aliterasyon”ları büyük zevkle kullanan ilk şiir dilidir. Bu sebepledir ki diller, târih boyunca, yalnız kelime sayısı bakımından değil, "ses güzelliği" bakımından da işlenmiştir.
Türkçe, birçok dil gibi, yalnız bu vatanda değil, kurduğu çeşitli vatanlarda da işlenmiştir. Bu bakımdan, dilimiz, hüküm sürdüğü toprakların neresinde güzel bir ses bulmuşsa, onu, kendi bünyesine almakta büyük kabiliyet göstermiştir.
*
Türk ırkı, eski Asya topraklarında bir "ordu millet"ti. Milyonlarca at besleyen, at üzerinde yaşayan, at üzerinde ölen Türklerin uzun konuşmaya vakti yoktu. Yaşanılan bozkır ikliminin sertliği de buna imkân bırakmıyordu. Onun için, Türkçede "Gel! Git! Vur! Kır! Çık! İn! Koş! Dur!" gibi, tek heceli cümleler sesleniyordu.
Eski Türkçe'de "uzun hece" yoktu. Uzun hece, sâdece bir Arap veya Acem hecesi değildir. Eski Akdeniz medeniyetine mensup bütün milletlerin dilinde, İbrânîce’de, Yunanca’da, Latince’de, v.b. uzun hece vardır. Şunu demek istiyoruz: Uzun hece, üzerinde imparatorluk kurduğumuz toprakların, yâni dünkü ve bugünkü vatanımızın sesidir. Türk milleti bu sesi duymuş, sevmiş ve benimsemiştir.
XIII. asır Anadolu şâiri Yûnus Emre'nin:
Ben Yûnus-ı bîçâreyim
Dost ilinden âvâreyim
Baştan ayağa yâreyim
Gel gör beni aşk neyledi?
söyleyişi, bu güzel sesleri, Türk halkının söz ve şiire verdiği nağmelerle kazanmıştır.
Türk dili târihinde bu sesin sevilişi, vatan semâlarına ince, uzun minânereler yükselten ve kızlarına “Elif” adı veren bir milletin estetiğidir. Bu sebeple, kelimeleri hor görmek, dilden atılabilir görmek, onların oluş ve yontuluş târihini bilmemekten veya umursamamaktan doğan büyük gaflettir.
Çünkü milletlerin olduğu gibi, kelimelerin de târihi vardır.
Bir milletin ataları, asırlarca o kelimelerle duymuş, onlarla düşünmüş, birbirlerini ve evlâtlarını o kelimelerle sevmiş, bu kelimeleri tamâmıyle millî bir san'atle işleyip güzelleştirmiş ve kendi millî mûsıkîsiyle seslendirmişse, evlâtlar, artık o kelimelere düşman kesilemezler! Şimdi sen, mademki bu târihin çocuğusun; eski zafer ve şeref asırlarının evlâdısın, atalarının sana mîrâs bıraktığı her güzel şeyi seveceksin!
Bu dili seveceksin! Hem de her haliyle seveceksin!
Ataların bize mîrâs bıraktığı en güzel iki şeyden biri bugünkü Türk vatanı ise, ikincisi Türkçe'dir.
*
Dili, milletten ve millî mâzîden ayrı varlık gibi görmek büyük gaflettir. İmparatorluk dilleri, milletlerinin hâkim oldukları topraklardan kelime de alırlar. Hem bu alışın ölçüsü de yoktur. Kendilerine lâzım olduğu kadar veya canları istediği kadar alabilirler. Biz, bunlara, öteden beri, fethedilmiş ülkeler gibi, "fethedilmiş kelimeler" diyoruz.
Esasen, yeryüzünde, hiçbir kültür ve medeniyet dili, safdil değildir Yakın zamanlara kadar, "Latince"yi safdil sananlar vardı. Fakat dil, târîh ve edebiyat târîhi araştırmaları meydana koydu ki "Latince" safdil değildir. Bu lisânın kelimelerinin yüzde ellisi "Yunanca"dan alınmıştır.
İngilizce de, tıpkı Arapça gibi, başka dillerden aldığı kelimeleri, İngilizcenin "sesini vererek" millîleştirir. Bugün, İngilizcede hâlâ yüzde yetmiş beş nisbetinde Latince ve Fransızca kelime vardır. Fakat bu kelimelerde öyle bir ses değişikliği yapılmış ve kelimeler öylesine İngilizce olmuştur ki bunlar, bir milletin kelimelere millî bir mûsikî ve verişindeki sihirli coğrafya tesirini ve kavmî dehâyı gösterir. Meselâ aslı Latince olan "cultûra" kelimesinin Fransızcası "kültür" (culture), " İngilizcesi "kalçır"dır. "Kalçır", İngilizcedir. Tıpkı bunun gibi, "final" kelimesi Fransızca, fakat aynı şekilde yazılan ve aynı mânâda kullanılan "faynıl", İngilizcedir. Fransızcada "kestiyon" telâffuz edilen kelimenin İngilizcede "kuvesçın" âhengine girmesi de böyledir.
"Kuvesçın", İngilizcedir.
Ve, İngilizcede, böyle 90.000 kerime vardır.
Görülüyor ki dillerin kelimeleri değil, fakat sesleri millîdir; her dilin kendi iç ve dış mûsikîsi millîdir.
Hiçbir medeniyet dilinin bütün kelimeleri millî olamaz; fakat "sesi" mutlaka millî olur.
Bir de mimarîsi millî olur.
Yâni, kelimelerin yan yana gelmesinden doğan söz istifi, bu yan yana gelişlerin yarattığı ifade âbidesi, millîdir. Kısaca, "cümle yapısı" millîdir. Meselâ Türkçe (özne + tümleçler + yüklem) sıralanışındaki büyük "mantık, millîdir".
Bu bakımdan Yahya Kemâl'in:
Çok insan anlayamaz eski mûsikîmizden,
Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden.
söyleyişi, Türk mûsikîsi kadar "Türk dili" için de doğrudur.
Türk dili (tekrar ediyoruz ki) herhangi küçük ve başkalarına mahkûm bir millet değil, târihin daha ilk ânlarından başlayarak bir "imparatorluk dili"dir.
Her dil, imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz. Bunun için büyük millet olmak lâzımdır. Büyük milletlerin dili de, tabîatiyle, büyük vatanlarda işlenmiş "büyük dil" olur.
(Yeniden düzenlenmiştir.)
Hazırlayan: Kâmil Yeşil
Henüz yorum yapılmamış.