Sosyal Medya

Güncel

Mahmud Erol Kılıç: Ben Osmanlı’nın kurucu babaları olarak İbn Arabî’yi ve Mevlâna’yı görüyorum

Hz. Mevlana ve hayatı hakkında ortaya atılan bazı iddiaları ve Osmanlı döneminde nasıl algılandığını Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ile konuştuk. Halil Solak’ın röportajı.



Hz. Mevlâna’nın soyu meselesi çok tartışılıyor. Türk mü, Ä°ranlı mı vs. Buradan baÅŸlayalım istiyorum.

Öncelikle ÅŸunu söyleyeyim: Ancak bu yüzyılın başında moda haline gelmiÅŸ bir akım var. Bir insanı deÄŸerlendirmek için onun düÅŸünce dünyasının kriterlerini terk edip mensup olduÄŸu kabilenin veyahut ırkın ya da ayakkabı numarasının, saç renginin vs. ne olduÄŸu gibi tamamen ikincil, üçüncül önemi haiz vasıfların öne çıkarılması bir bakıma konuyu esas manasından da uzaklaÅŸtırmaktadır. Ben prensip olarak Mevlâna gibi bir insana bu tarz bir açıdan yaklaÅŸmanın böylesi tür bir miyopluk olduÄŸu kanaatindeyim. Çok ibretlik bir olay anlatmak isterim: 2007 yılı UNESCO tarafından Uluslararası Mevlâna Yılı ilan edilmiÅŸti. Ä°stanbul’da, düzenleme heyetinde benim de olduÄŸum, büyük bir Mevlâna Sempozyumu yaptık. Amerika’dan Ä°ran’a, Tacikistan’dan Afganistan’a kadar dünyanın pek çok yerinden 500’e yakın bilim adamı geldi. Sempozyumda bir Ä°ranlı konuÅŸmacının “büyük Fars mutasavvıfı” demesi bir Türk akademisyeni rahatsız etti. O da kalkarak Mevlâna’nın “Her ne kadar Farsça söylüyorsam da özüm Türktür” beytini okudu ve Mevlâna’nın Türk olduÄŸunu söyledi. Bir Afganlı akademisyen “Ä°kiniz de yanılıyorsunuz. Mevlâna aslında bir Afgandır. Çünkü Belh’de doÄŸmuÅŸtur” dedi. Sonra bir Tacik akademisyen kalktı: “Hayır, Mevlâna’nın doÄŸduÄŸu köyün adı Vahs’tır. Bu köy aÅŸağı Belh denen bölgededir. Bugünkü taksimatta da bu bölge Tacikistan sınırları içindedir. Bu yüzden Mevlâna Taciktir” dedi. Ortalıkta tatlı bir rekabet oluÅŸtu. Ben de kalktım, muziplik olsun diye, “Hepiniz yanılıyorsunuz, Mevlâna aslında Yunanlıdır” dedim. Çantamdan da Yunanistan Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan 10 sayfalık Ä°ngilizce “Rumi is a Greek” yazılı bir broÅŸür çıkarttım. Yunanistan, Mevlâna’nın Rumca ÅŸiirlerini delil getirerek ona sahip çıkmak istemiÅŸ. Tabii bu isin ÅŸakası. Aslında Mevlâna Mesnevi’de “Herkes beni kendine benzetmeye çalıştı, hiç kimse benim derunumu araÅŸtırmadı” diyor. Bu, tokat gibi bir cevaptır bu tür tartışmalara.

Mevlâna Arjantinli olsaydı ne olurdu? Bu ırkî yaklaşımlar Ä°slâm dünyasının maalesef çok önemli bir takıntısı haline geldi. Ülkemizde Osmanlı zamanında Mevlâna’nın daha çok düÅŸünceleriyle ilgilenilirken Cumhuriyet döneminde Mevlâna’nın fikirleriyle deÄŸil ırkıyla ilgilenilmiÅŸtir maalesef. Bununla birlikte irfanî açıdan pek bir kıymet-i harbiyesi olmasa da, antropolojik açıdan herkes gibi Mevlâna’nın soyunun da nereden geldiÄŸi ele alınabilir elbette. Mesela bana kalırsa Türk olma ihtimali, diÄŸer ihtimallere göre çok daha yüksektir. Ne oldu ÅŸimdi? Ne geçti elimize? Hz. Peygamber Araptı ama Ebu Cehil de Araptı. Mevlâna’da sadece bunu arayanlara kendisi çok güzel cevap veriyor: “Aynı gönlü paylaÅŸanlar aynı dili konuÅŸanlardan yeÄŸdir.”

Bir baÅŸka iddia da Mevlâna’nın MoÄŸollarla iÅŸbirliÄŸi yaptığı yönünde. Bunun tarihî bir gerçekliÄŸi var mı?

Åžimdi birtakım tasavvuf karşıtı çevrelerin maksatlı olarak ortaya attığı iddialar bunlar. Bırakın Mevlâna’nın MoÄŸollarla iÅŸbirliÄŸi yapması iddiasını, bunlara göre Müslümanlarla da iÅŸbirliÄŸi yapsa yine problem olacaktır! Bir kere idam etmeye karar vermiÅŸler gerisi bahane, bunu bilelim. Bazı akademisyen arkadaÅŸlar bu ithamlara güzel cevaplar verdiler. Hâsılı ÅŸunu söylemek isterim: Toz duman ederek bir süper güç üzerinize doÄŸru geliyor. Mevlâna da, “Bin tane Ä°slâm bayrağı çıkaracağım MoÄŸol kâfirinden” diyor. Mevlâna’nın yaptığı onların zulmüne iÅŸtirak deÄŸil, onları bu zulümden vazgeçirmek için sufiyâne bir yöntem izlemek. Bir siyasettir bu. BeÄŸenirsiniz beÄŸenmezsiniz. Geçenlerde bir tanesi o kadar saçmaladı ki Mevlâna’yı Ä°ngiliz ajanı yaptı. Neredeyse KGB ajanı diyecekler. Mevlâna’nın MoÄŸollara yaklaşımı tıpkı diÄŸer uluslara, mesela Konya’daki Ermenilere yaklaşımı gibidir. Onların gönlünü çelme giriÅŸimidir ve sonucunu da görmüÅŸüzdür. Baysungur’dan tutun da kaç tane MoÄŸol komutanı Mevlâna’nın müridi olmuÅŸtur izlenen yol sayesinde, bir baksınlar! Ä°bn Teymiyye meÅŸhur fetvasında tamamını kâfir ilan etmiÅŸ ama o fetva onların hükümranlığına hiç mani olmamış, ezip geçmiÅŸler. Mevlâna’nın fetvasında ise onlardan bin tane Müslüman çıkmış. Simdi hangi âlim içtihadında isabet etmiÅŸ, siz ona bakın.

Peki, hocam Hz. Mevlâna’nın hayatındaki en önemli kırılma noktası Hz. Åžems ile buluÅŸması. Hz. Mevlâna’nın Åžems öncesi nasıl bir hayatı vardı? Åžems’ten sonra ne oldu?

Her ÅŸeyden önce Mevlâna gibi insanlar bir süreç ile ortaya çıkarlar. Yani hiçbir bilge, annesinin karnından entelektüel olarak çıkmıyor. Aynı Gazzalî’nin yaÅŸadığı ve el-Munkız mine’d-dalâl’de ifade ettiÄŸi gibi… O açıdan geleneksel Ä°slâm’da bu süreçteki derecelendirme çok önem arz ediyor. Nedir bunlar? Åžeriat, tarikat ve hakikat. Åžeriat ve hakikat ikilidir. Ä°kisinin arasındaki köprü de tarikattır. Seni ÅŸeriatın zahirinden alıp hakikatine çıkaran bir yoldur bu. Bunu bütün geleneksel âlimlerin hayatlarında görmekteyiz. Bunu Mevlâna’nın hayatına tatbik ettiÄŸimizde ÅŸöyle bir tablo ortaya çıkıyor: O, Sultanü’l-ulema Bahaeddin Veled denilen büyük bir Ä°slâm âliminin çocuÄŸu. Ä°lk tahsili de aynı Ä°bn Arabî’nin, Gazzalî’nin, Yunus Emre’nin hayatında gördüÄŸümüz gibi ÅŸeriat ilimlerinin tahsil dönemidir. Bundan dolayı Mevlâna’nın da ilk adı “Molla Hüdavendigâr”dır. Medresede ders veren bir âlimdir o. Zaten dinin hakikati ÅŸer’î ilimlerin altında gizlenmiÅŸtir. Ama onu elde etmek için de onda arkeolojik kazı yapmanız gerekir. Arkeolojik kazı yapmayıp dinin hakikatini sadece zahirde göründüÄŸü haliyle kabul ederseniz kavanozu dıştan yalamış olursunuz. Bu yaklaşımın günümüze ulaÅŸan zirve noktası Selefizm ve Vahhabizmdir. Bu akımların Afrika’da, Afganistan’da ne tür bir gençlik ürettiÄŸi de ortadadır. Sufi düÅŸüncenin varabileceÄŸi son nokta da Mevlâna’dır, Ä°bn Arabi’dir. Siz varın bu ikisinin mukayese edin. Mevlâna’ya geri dönersek ilk dönemi babasının çevresi etrafında geliÅŸen bir dönemdir. Bu, gençlik dönemidir.

Ä°kinci dönemi ÅŸer’i ilimlerden hakikat ilimlere doÄŸru geçen tarikat devresidir. Babasının vefatından sonra babasının hem talebesi hem halifesi olan Kayseri’de medfun Seyyid Muhakkık Tirmizî’nin kontrolü altına girdiÄŸi dönemde tarikat ilimlerinde ilerlemiÅŸtir. Åžeriat ve tarikatın her ikisi de hakikati elde edinceye kadar izafi deÄŸere sahiptir. Bunların ikisinin de gayesi kendileri deÄŸildir. Åžeriat ve tarikatın gayesi insanları hakikate taşımaktır. Bundan dolayıdır ki hakikat devresi ancak Åžems ile tanıştıktan sonra ortaya çıkmıştır. Åžems dönemi Mevlâna’nın hayatının üçüncü dönemidir. Tabii hakikat ilimleri sancılıdır, bazı bilinen ÅŸeylerin ötesindedir. Bundan dolayı Mevlâna, Åžems ile buluÅŸmasından sonra kendi talebe ve müritlerini terk etmiÅŸtir. Bu arada bilhassa belirtmek isterim: Mevlâna Åžems’le tanıştığında bir ÅŸeyhtir. Åžems’e, “Ben ÅŸeyhim, sen de kim oluyorsun?” dememiÅŸtir. O devrin ÅŸeyhleri, yeri geldiÄŸinde hakikati daha üst kaynaktan edindiklerinde mürid olmasını da bilmiÅŸlerdir. Allah’ın isimlerinden biri “el-Mürid” olduÄŸu sürece sen hâlâ müritsin, öÄŸrencisin. Mevlâna bu kibirden uzak biri olarak Åžems’teki yüksek irfana teslim olmuÅŸtur. Sosyal mevkiini ayaklar altına alarak ona tâbi olmuÅŸtur. Çünkü Åžems’te hakikati görmüÅŸtür. Hakikat mertebesi bazı ağır faturaları ödemeyi de beraberinde getirir.

Åžems hangi yönlerden Mevlâna’yı etkiliyor peki?

Her ÅŸeyden evvel bu hususî bir durum. Ä°kisi arasında tam olan bitene vâkıf olmamız mümkün deÄŸil. Bu bir manevî etkileÅŸimdir. Åžems de aynı zamanda Mevlâna’yı bulmuÅŸtur. Tasavvufta söyle bir durum vardır: “Siz hazır olun, kendi çalışmalarınızla bir seviyeye gelin. O çıktığınız düzeyin öÄŸretmeni sizi gelir bulur.” Ama siz o düzeye gelmemiÅŸseniz karsınıza çıkmaz. Dolayısıyla Mevlâna’nın Åžems öncesi hazırlığı o kadar tamamdır ki bir Åžems’in gelmesi, onun yanması için yeter de artar bile. O buluÅŸmadan günümüze ulasan bir darbımesel vardır: “Sen Mevlâna ol, Åžems gelir seni bulur!” Öyledir de hakikaten…

Peki, Osmanlılardan baÅŸlayarak günümüzdeki Mevlâna’ya gelmek istiyorum. Osmanlıların Hz. Mevlâna’ya bakısı nasıldı?

Åžimdi Osmanlı dediÄŸimiz yapı çok uluslu, üç kıtaya yayılmış bir imparatorluk. Bu açıdan Osmanlı’nın genel Ä°slâm anlayışının tasavvufî Ä°slâm anlayışı olduÄŸu açık. Ben Osmanlı’nın kurucu babaları olarak Ä°bn Arabî’yi ve Mevlâna’yı görüyorum. Zaten Ä°smail Ankaravî, “Biz iki anneden süt emdik” diyerek bunu ifade ediyor. Bütün Osmanlı âlimlerinde, ariflerinde, askerlerde, ÅŸairlerde, padiÅŸahlarda Ä°bn Arabî ve Mevlâna muhabbetini görebiliyoruz. Mevlâna’yı ele aldığımızda III. Selim gibi bizzat Mevlevi sikkesi giymiÅŸ bir sultan karşımıza çıkıyor. DiÄŸer Osmanlı padiÅŸahlarının ve hanedan üyelerinin de Konya’daki âsitaneye ve diÄŸer Mevlevihanelere büyük ihsan ve ikramlarda bulunduÄŸunu görüyoruz. Ayrıca Osmanlıların manevî irtibat noktası olarak -Mekke ve Medine’nin mümtaz konumunu hatırlattıktan sonra- Eyüp Sultan Türbesi, Mevlâna Türbesi ve Sam’daki Åžeyh-i Ekber Ä°bn Arabî Türbesi’ni sayabiliriz. Osmanlılar, bu üç büyük türbeye çok büyük desteklerde bulunur. Bu da bizim manevî kaynaklarımızın buralar olduÄŸunu gösterir.

Günümüzde Mevlâna’ya, Mesnevi’ye ve MevleviliÄŸe yönelik bu yoÄŸun ilginin sebepleri sizce neler?

Mevlevilik, insanları ürküten, tekfir eden bir üretimde bulunmamıştır. Bundan dolayı sadece Müslümanların deÄŸil gayrimüslimlerin de ilgisini çekmiÅŸtir. Ayrıca bugün de insanların manevî arayışı devam ediyor. Modern hayat ne kadar hızlansa da insan o hız içerisinde kendini arıyor. Bu maneviyat arayışı sürdüÄŸü sürece insanoÄŸlu, ister DoÄŸulu ister Batılı, nereli olursa olsun bu arayışa cevap verme durumundaki bilgelerin sözlerinden etkilenecektir. Ben dünyada bu kadar çok Mevlâna ilgilisinin bulunmasını bu noktaya baÄŸlıyorum. Elbette modernite her ÅŸeyi manipüle eder. New York’ta bir Mevlâna var, Tahran’da bir Mevlâna var, Ä°stanbul’da bir Mevlâna var. Peki, hakiki Mevlâna nerede? Aşırı ritüellere boÄŸmadan o saf halini bulmak lazım. Ä°smail Ankaravî Dede’nin, Åžeyh Galib’in zihninde ve kalbindeki Mevlâna beni etkiliyor ve cezbediyor. O yüzden sema törenlerinin spor salonlarında yapılır hale gelmesi de iÅŸi bir bakıma zedeliyor gibi. Karşı deÄŸilim ama bu yine de kavanozu dıştan yalamaktır. Bir hatıramı nakledeyim, tam sırası: Yıllar evvel Ä°ran’da bindiÄŸim otobüste ne olduysa iki genç itiÅŸmeye baÅŸladı. Tam yumruklaÅŸacaklarken arkalarında oturan 60 yaÅŸlarında bir amca kalktı: “Ey gençler, biz birleÅŸtirmeye geldik, ayırmaya deÄŸil. Niye kavga ediyorsunuz?” diyerek Mevlâna’nın mısralarını okudu ve kavgayı yatıştırdı. Mevlâna hâlâ geçerli orada, çünkü bir kavgaya mâni oldu. Bizim Mevlâna’yı konuÅŸtuÄŸumuz zamanlarda bu ülkede kedilerin kafası kesiliyorsa, çocuklar tecavüze uÄŸruyorsa, yaÅŸlı bir karıkoca emekli maaÅŸları için dövülerek öldürülüyorsa, trafikteki küçük bir sürtüÅŸme bıçaklamayla bitiyorsa, 15 yaşındaki bir lise öÄŸrencisi arkadaşını pompalı tüfekle öldürüyorsa Mevlâna bizden çok uzak demektir. Ä°ÅŸin dobrası böyle…

Mahmud Erol Kılıç, “Hakiki Mevlâna Nerede?”, MAKAS dergisi, Aralık-Ocak 2019, sayı 5.

Röportaj: Halil Solak

kaynak: Dünya Bizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.