Sosyal Medya

Güncel

Necmettin Erbakan’ın hocası Abdülaziz Bekkine’ye yazdığı mektup

Rahmetli Necmettin Erbakan’ın Almanya’da doktora eğitimi gördüğü süreçte, hocası Abdülaziz Bekkine’ye yazdığı mektubu okurlarımızla paylaşıyoruz. / DünyaBizim



Esselamualeykum.

Muhterem Hocam,
 

Evvela mahsus selam eder, mübarek ellerinizden hürmetle tekrar tekrar öperim. Necdet (Onur) gittikten sonra ara yerde geçen gayet uzun bir zaman esnasında mektup yazmamış olmamdan dolayı affınızı dilerim. Necdet ayrıldıktan sonra hakikaten burada büyük bir boÅŸluk bıraktı. Ara yerde Cevdet'in gelmesi ihtimali vardı. Nitekim Cevdet de bir aralık az kalsın geliverecekti. Fakat sonra gelmesini tehir etti (erteledi). Ara yerde geçen hadiseleri sırayla yazmak istediÄŸim için Cevdet'in gelmesi durumunu muvakkaten burada bırakıyorum.

Ara yerde geçen en mühim hadise olarak zat-ı âlinize bir an önce ÅŸu vakayı anlatmak istiyorum:
Necdet gittikten hemen bir hafta kadar sonra burada son derece mühim bir konferans oldu... Konferansın ismi "Arabian-Heute", Türkçesi "Arabistan Bugün".

Konferans, Amerikan-Alman petrol ÅŸirketi ESSO'nun Almanya TeÅŸkilatı Umum (Genel) Müdürü Dr. Sven Von Müller adlı bir milyarder tarafından veriliyor. Konferans esas itibariyle gizli ve ancak hususi olarak davet edilmiÅŸ olan Aachen ve civarı vilayetlerdeki hükümet erkânı ve sanayi mümessillerine veriliyor.

Konferansın dinleyicileri önceden tespit olunmuÅŸ ve bir broÅŸür halinde bastırılmış. Bu broÅŸürden birisi ÅŸimdi önümde duruyor. Takriben 150 kadar zatın isimleri yazılı. Åžimdi kâğıda ÅŸöyle bir göz atıyorum. Hep, yok kumaÅŸ fabrikası sahipleri, yok kömür fabrikası sahipleri, yok banka direktörleri, yok vilayetlerin valileri vs. hükümet erkânından ibaret zevat. Kısacası bu havalinin en seçkin aksiyoner zümresi. Bu havalide söz bunların elinde.

Bu zat sonradan öÄŸrendiÄŸimize göre Almanya'nın grup grup muhtelif havalilerini dolaÅŸarak konferansını aÅŸağı yukarı tekrarlıyor. Bu arada Aachen havalisine gelmiÅŸ.

Bu arada davetliler meyanında bizim üniversiteden birçok profesör de davet olunmuÅŸ. Bizim profesör de Motneu ve Döle dolayısıyla petrolle alakalı olduÄŸu için davet edilmiÅŸ. Tesadüfen bizim profesörün bu konferans saatinde bir iÅŸi var. Yerine enstitüden kendisini temsilen iki kiÅŸinin gitmesini asistanlara bildiriyor. Asistanlar da kendi aralarında "Sen git, ben gideyim" diye tartışırlarken vaziyetten haberdar oldum... Ve benim memnuniyetle … (mektubun bu kısmı okunmuyor; ancak öncesi ve sonrasındaki yazılanlardan Necmettin Erbakan’ın kendisinin memnuniyetle gidebileceÄŸini söylediÄŸi anlaşılıyor.)

"... Otelinde buluÅŸtuk. Ve konferansın verileceÄŸi salona girdik. Birçok tarihi resimlerle süslü bir salon... Karşıda konferans kürsüsünün karşısında koskocaman bir Arabistan haritası. AÅŸağı yukarı bütün ÅŸehirler, kasabalar karış karış gösterilmiÅŸ. Vakit biraz erkendi. 5-10 dakikaya kadar da diÄŸer davetliler de hazır oldular. Ve salon doldu. Kısa bir sükût fasılasından sonra benim Aachen’in valisi olduÄŸunu tahmin ettiÄŸim zat; davetlilere konferansı verecek olan zatı takdim etti. Konferansın son derece ehemmiyetli olduÄŸu hakkında da birkaç söz söyledikten sonra sözü Dr. S. Müller'e bıraktı. Bu adamın daha duruÅŸundan belli ki milyarder. Cin gibi gözleri var. 50 yaÅŸlarında. Son derece güzel ve sürükleyici konuÅŸuyor. Belli ki gayet de zeki. Kıyafeti Almanlardan ziyade Amerikalılarınkine benziyor. Bazı nüktelerinden de anlaşıldığına göre Almanya'dan ziyade Avrupa'nın diÄŸer memleket… (cümle yarım bırakılmış)

“Hayatımız orta ÅŸark (OrtadoÄŸu) petrollerine baÄŸlı. Acaba bu petrollerin sahipleri kimlerdir. Bunu hiç merak etmiyor musunuz? Ben hem de son derece merak ettim. Ve bu ahali üzerine gerek kitaplar okumak suretiyle ve gerekse son yaptığımız seyahat vasıtasıyla da görmek suretiyle tahkikatta bulundum. Åžimdi size bu havalinin petrollerinden ziyade ahalisinin tanıtmayı enteresan buluyorum" dedi. Ve baÅŸladı son yaptığı seyahatte gördüÄŸü manzaraları vesile ittihaz ederek kendisine Arap memleketlerini ve bugünkü Arabistan'ı tahlil etmeye:
“Hayatımızı farkında olmadan ellerinde tutan bu ahali açtır, ayakları çıplaktır. Bereket ki (diyor) ellerindeki servetin farkında deÄŸiller ve kendileri kendi mallarını iÅŸletemezler. Bunlar garplı bir memleketle çalışmaya mecburdurlar. Bu garplı memleket hangi memleket olabilir. Åžimdiye kadar Ä°ngiltere idi. Fakat son siyasi hadiselerden sonra Ä°ngiltere artık bu memleketler tarafından sevilmez.

Fransa ise Ä°ngiltere'nin her zaman yanında ve ayrıca bilhassa Afrika'daki Tunus'taki siyasetinin bozukluÄŸuyla gaflar yapmakta ve Ä°ngiltere gibi Arap âlemi tarafından sevilmemektedir. Amerika mı? Amerika son Yahudi memleketi meselesi ile Arap âleminin en büyük düÅŸmanı meyanına geçmiÅŸtir. Acaba Arap âleminin hemen yanı başındaki Türkiye mi? (Adam Arap âlemi ile Türkiye arasında hiçbir baÄŸ görmediÄŸi gibi Türkiye'yi Arap âleminden ziyade Avrupa camiasına daha yakın bir memleket addediyor) Ä°ngiltere bu hususta lazım gelen rolü fazlasıyla oynadı. Son siyasi hadiseler esnasından Türkiye'nin garplılar ile bir olup Araplara yüz çevirmesini Arapların kolay kolay hazmedemeyecekleri aÅŸikârdır. Görüyorsunuz ki dinleyiciler! Arap âlemi bugün ancak ve ancak Almanları beklemektedir. Ona göre hareket etmeliyiz. Bugün için yapılacak en büyük vazife garp âlemiyle birlikte önce Arap âleminin toparlanmasına mani olmak. Sonra nasıl olsa Arap âlemi garplıların içinde bizi seçecektir. Bu itibarla garplıların Arap âleminin toparlanmasını baltalama siyasetlerini ve gayretlerini biz de bütün gücümüzle desteklemeliyiz. Acaba Arap âleminin toparlanması mümkün müdür? Bugün muhtelif mıntıkalarda çeÅŸitli siyasi cereyanlar ve dehÅŸetli hareketler görüyoruz. Bunlar Arap âleminin ayaklanmasına bir delil olabilir mi? Bence (diyor adam) dışarıdan siyasi oyunlar tatbik edilmese bile Arap âleminin toparlanması gene güçtür. Zira bu koca âlem, bir okyanustan öbürüne kadar (Adam hep Arap âlemi sözüyle Ä°slam âlemini, Ä°slâm âlemi sözüyle de Arap âlemini kastediyor. Ve arasında bir fark görmüyor) yeknesak bir âlem deÄŸildir. Pakistanlılar daha demokrattırlar. Ayrıca Arapların aralarında siyasi gaye bakımından bir birlik yoktur. YaÅŸlılar ile gençlerin görüÅŸleri arasında uçurumlar vardır. Bu sebeplerden dolayı kolayca toparlanamazlar. Fakat bütün bunlara raÄŸmen toparlanmalarına imkân vardır. Zira Ä°slâm birlik dinidir. Bu arada bizim için Arapların tehlikeli adetleri hac adetleridir. Zira bu vesile ile hepsi bir araya gelmektedirler. Buna ne yapıp edip mani olmalıyız.

Adamın konuÅŸması bu minval üzerine bir müddet devam etti. Bütün ÅŸark âlemine böyle sahip bekleyen bir müstemleke gözüyle bakılması beni gayet tabii son derece sinirlendirdi. Adam ayrıca Ä°slam örfünden numune diye Suudi Arabistan kralı Ä°bn Suud’un sayısız karısı olduÄŸunu ve bir o kadar çok çocuÄŸunun bulunduÄŸunu ki, kendisinin bile çocuklarının isimlerini bilmesine imkân olmadığını söyleyince benim beynim attı. Ve hele Hz. AiÅŸe Radiyallahuanha validemiz hakkında bir iftira savurunca yerimde duramaz oldum. Ve konferansın ondan sonrasını sinirimden takip edemedim. Bizim arkadaÅŸ benim vaziyetimi farketti. Ve adeta benim bir hadise çıkarmamamı rica edercesine bana bakıp duruyordu. O anda aklımdan yıldırım gibi birçok fikir geçti. Fakat muhakkak bir ÅŸey yapmak istiyordum. En hafiften olarak sert bir tavırla kalkıp salonu terk etmek. Yahut kalkıp konferansın bu noktasının tashih edilmesi lazımdır demek vs. vs.

Fakat gerek profesörü temsilen gelmiÅŸ olmamı, gerekse toplantının çeÅŸitli mahiyette oluÅŸunun ve çıkacak hadisenin büyüyebileceÄŸini düÅŸünerek kendimi zor zapt ettim. Konferans aÅŸağı yukarı iki buçuk saat devam ettikten sonra bitti. Ve adam dinleyicilerden konferans hakkında fikirlerini sordu. Konferansın kritiÄŸini yapmalarını istedi. Bu arada tam bir fırsattı. Fakat konuÅŸmanın tesirli olması için ya en baÅŸta veya en sonda ben konuÅŸmayı arzu ettim. En baÅŸta konuÅŸmayı birine verdi. Bunun üzerine bu konuÅŸmalar devam ederken ben en son konuÅŸacağımı tasarlayarak düÅŸünmeye baÅŸladım. Adama en az "Siz böyle birçok rakamlara ve müspet temellere istinad eden konferansınızı mukaddes ÅŸahıslara iftiralar atmak terbiyesizliÄŸini göstermeden daha güzel verebilirdiniz" demeyi tasarladım. Fakat bir yandan da bu iftira noktasına tekrar dönmemeyi, zira dinleyicilerin zihinlerinde bu hadisenin iyice yer etmesine vesile olmayı hiç uygun görmüyordum. Onun için sonunda en uygun yol olarak adamla bir nokta üzerinde hususi olarak konuÅŸmaya karar verdim. MünakaÅŸa 45 dakika sürdükten sonra konferans tamamen kapandı. Hemen bizim arkadaÅŸ benim halimin ne olduÄŸunu sorarak beni teskin etmek için iÅŸe baÅŸladı. DiÄŸer profesörler de alakadar oldular. Onlara dedim. Bu zat ÅŸöyle böyle anlattı. Bunun aslı yoktur. Aslı ÅŸu ÅŸekildedir: EÄŸer bunun anlattığı iftiranın aslı olmuÅŸ olsaydı o devirde sadece bu hadise Ä°slamiyet'in ÅŸuyû bulmasını önlemeye kâfi idi. Zira müÅŸriklerin uydurdukları bu iftira hakikat olsaydı müÅŸrikler bunu kolayca ispat edebilirlerdi. Ve her ÅŸey dururdu. Bu itibarla bu vak’anın aslı yoktur.

Profesörler bunun bir ÅŸaka kabilinden konferans esnasında anlatılmış bir vak’a olduÄŸunu ve esasen Ä°slâm tarihi hakkında burada kimsenin bir ÅŸey bilmediÄŸini, bu arada konferansı veren Dr. Müller'in de bu hadiseyi bilerek deÄŸil bir yerden iÅŸiterek naklettiÄŸini muhakkak olduÄŸunu söylediler.

Konferansı verenin toplantı salonunda dolaÅŸan dalkavukları vardı. Onlardan birisine söyledim ki ben kendisiyle bazı noktalar üzerinde konuÅŸmak istiyorum. O milyarder yanına yanaşılmayan milyarder herif benim bu teklifim kendisine bildirilince yerinden kalktı geldi. Ve bizim masaya oturdu. Ve bütün ahali dağılıncaya kadar bizim masadan ayrılmadı. Ben durumu önce bizim masadakilere anlattığım için profesörler ayrılmadan aynı konuÅŸmayı Dr. Müller'e bir defa daha yapmayı uygun görmedim. Ve Dr. Müller ile profesörler evlerine ayrıldıktan sonra konuÅŸmak istedim. Bunun için önce havadan sudan oradan buradan konuÅŸuldu. Bir taraftan da yemek yeniyor. Ben tabii yemekleri seçe seçe yiyorum. Bazılarını istemiyorum. Adam biliyor ki ben onların nazarına göre 'pek normal bir adam' deÄŸilim. Profesörler ayrıldılar. Bizim asistan arkadaÅŸ, ben ve konferansı veren adam bizim masada yalnız kaldık. O zaman ben vaziyeti açtım. Dedim bir defa o vak'a öyle deÄŸil sadece ÅŸöyle. Saniyen siz Ä°slâm âdeti, örfü diye bazı vak'alar naklettiniz. Bunların Ä°slamiyet ile hiçbir alakası yoktu. Siz bazı adetleri, örfleri Arabistan'da görmüÅŸ olabilirsiniz. Bunların Ä°slâm âdeti olması lazım gelmez. Konferansınızın birçok noktalarını hakikaten iyice tetkik ederek hazırlamışsınız. Gönül isterdi ki bu adetlerin de Ä°slâm âdeti olup olmadığını, Ä°slâmiyet’te hakikatte nasıl olması icap ettiÄŸini de tetkik ederek, tetkikatınızı bu noktaya kadar da götürerek bu konferansın her noktasını mükemmelleÅŸtirmeliydiniz.

Bizim arkadaÅŸ adamın ne diyeceÄŸini merakla bekliyordu. Adam ÅŸöyle bir durdu, dedi ki: "Zannediyor musunuz ki ben bu vak'anın ve bu adetlerin asıllarını bilmiyorum. Pekalâ biliyorum. Yalnız, ben burada bilerek ters söylemeye, yanlış konuÅŸmaya mecburum. Zira dinleyiciler böyle istiyor. Ben bazı ana fikirleri aşılamak istiyorum. Onları rahatça dinleyebilmek için bu fikirlerin arasındaki vak'aların bazen bilerek deÄŸiÅŸtirmeye dinleyicinin hoÅŸuna gidecek tarza sokmaya mecburum. Onlar için böyle konuÅŸtum. Konferansımızın bazı noktaları sizi incitti ise özür dilerim. Ben hey’eti umumiyeyi nazarı itibari alarak konuÅŸtum. Ä°slâmiyet meselesine gelince; bilirsiniz benim bu dinin adamları hakkında fikrim nedir? BaÅŸta Peygamber gelmiÅŸ geçmiÅŸ en büyük insandır. Gerek devlet adamı, gerek siyasetçi, gerek asker vs. Ayrıca bizim Hıristiyanlık bize bir cennet vadediyor. Bulutlarla dolu. Hâlbuki ben ÅŸahsen Ä°slâmiyet'in tarif ettiÄŸi cennete hayranım.”

Adamın bu konuÅŸmasını adeta: 'hakiki Ä°slâmiyet' in karşısında bu katmerli boynum kıldan incedir' dermiÅŸ gibi bir konuÅŸma oldu. Bu adama ne yapılır ÅŸimdi? Adam orada üç beÅŸ kiÅŸiyi üç beÅŸ dakika memnun edeceÄŸim diye kendisini gayya kuyusuna atıyor.

Esasen adamı diÄŸer bir masadan o sırada çağırdıkları için biz bu konuÅŸmadan sonra ayrıldık. Ayrılırken son söz olarak adama; "Allah'ın mukaddes dininin büyük ÅŸahıslarına böyle küçük maksatlar için hürmetsizlik göstermek faydalı bir yol deÄŸildir" dedim.

Öyle tahmin ediyorum ki adam bundan sonraki konferanslarında hiç deÄŸilse bu uydurma vak'ayı anlatamayacak.

Yolda bizim arkadaÅŸ baÅŸladı: "Åžu Ä°slâmiyet hakkında bana kısa da malumat versene" demeÄŸe… Ben diyor Ä°slâmiyet'in isminden baÅŸka hiçbir ÅŸeyini bilmiyorum. Bunun üzerine biz biraz konuÅŸtuk. Bu senin söylediÄŸine bakılırsa dedi, ben halis muhlis Ä°slâmım. Zira Allah'ın birliÄŸine inanıyorum. Hz. Ä°sa'nın sadece bir peygamber olduÄŸunu, bir insan olduÄŸunu kabul ediyorum. Ve Hz. Muhammed (as) 'in de peygamber olmadığını iddia edemiyorum.

Bizim arkadaÅŸ olup biteni ertesi gün bütün arkadaÅŸlara anlatmış. Bunlar bir grup hâlinde geldiler. EÄŸer benim vaktim varsa Ä°slâmiyet hakkında biraz konuÅŸmak istediklerini bildirdiler. Hay hay dedim. Enstitünün sakin bir odasına çekildik. Ve konuÅŸma baÅŸladı. Bunlar önce sualler sormaya baÅŸladılar. Tabii hemen kaç kadın alma meselesine dair sualler baÅŸladı. Bu suale burada cevap vermeye çalışa çalışa bıktım artık. Bu sefer dedim ki: “Bu sual burada bana tanıdığım her kimse tarafından en aÅŸağı bir defa tevcih edildi. Onun için bu nokta üzerinde biraz esaslı konuÅŸalım. Siz ne zannediyorsunuz? Öyle tahmin ediyorum ki veya size yanlış olarak öÄŸretiliyor ki siz bizzat Peygamber (a.s)'nın kadınlara (haÅŸa) düÅŸkün olduÄŸunu zannediyorsunuz.” Bunlar merakla bu hususu nasıl izah edeceÄŸim diye bekliyorlardı. Dedim ki, "Bu zannınızın katiyen aslı yoktur. Zira siz ÅŸu noktayı asla unutmamalısınız ki; Peygamber (a.s) 40 yaşına kadar kadınsız yaÅŸamıştır. Åžayet o size yanlış olarak öÄŸretildiÄŸi gibi kadınlara düÅŸkün birisi olmuÅŸ olsaydı bu mümkün olur muydu? Evet kendisi sonradan aynı anda birkaç hanımını yanında bulundurmuÅŸtur. Fakat bunların sebeplerini muhakkak ki baÅŸka sahalarda aramak lazımdır. Politik sebepler olabilir, taltif etmek istemiÅŸ olabilir vs vs.”

Bunun üzerine bakışları bile deÄŸiÅŸti. Zira bunlarca Ä°slâmiyet'in adeta kadın meselesi itiraz edilecek en mühim noktası.

Sonra dedim ki bu böyle dağınık suallerle biz köklü bir neticeye varamayız. Dedim ki bırakın size önce esastan kısaca bahsedeyim: “Allah birdir. Birçok sıfatlara sahiptir. Kusurdan hatadan münezzehtir. Ä°nsanlar kendi baÅŸlarına doÄŸru yolu bulacak kudrete malik deÄŸillerdir. Allah insanlara birçok nimetler veriyor. Bu arada bu doÄŸru yolu göstermek lütfunda da bulunmuÅŸtur. DoÄŸru yol insanlara peygamberlerle gösterilmiÅŸtir. Bütün âlemde bir inkiÅŸaf bir tekâmül vardır. Onun için insanın takip etmeleri icap ettikleri yollarda teferruatları itibariyle bu tekâmüle uyması lazımdır. Bu itibarla peygamber zaman zaman gönderilmiÅŸtir. Hepsi aynı itikâdi esası bildirmiÅŸler, yalnız zamana uygun ayrı ayrı ameller göstermiÅŸlerdir. Bu peygamberler arasında Hazreti Ä°sa da bir peygamberdir. Hazreti Musa da vs. Bu devirde bütün insanlar onu takibe mecburdurlar.”

“ Ä°sa (a.s) da bir peygamberdir. O bizzat yukarıdaki esasa inanıyordu. HaÅŸa Allah'ın oÄŸlu olamaz. Zira böyle bir ÅŸey olsaydı; Allah'ın oÄŸlunun da her türlü hatadan münezzeh olması ve tamamen Allah'ın sıfatların aynen sahip olması yani aynı anda birkaç Allah olması (haÅŸa) icap ederdi. Hâlbuki insanlık hey’eti umumiyesi itibariyle binlerce yıllardan beri bu saçma fikri, yani Allah'ın bir olması fikrini artık atmıştır. Onun için Hazreti Ä°sa'ya Allah'ın oÄŸlu (haÅŸa) veya Allah'ın kendisiydi demek en büyük bir günahtır. Ve Allah'a hakarettir (haÅŸa) bu yüzden her kim ki yukarıdaki Allah'a ve peygambere ait ana itikada muhalif itikad taşır, o istediÄŸi kadar kendisini avundursun, cennet yüzü göremez. MeÄŸerki umulmayan bir affa uÄŸramaya...”

Bunlar, bendeniz önce Allah'ın birliÄŸine, münezzehliÄŸine, peygamberlere iman ÅŸarttır deyince, “Acaba aynı zamanda hem Ä°slâm hem Hıristiyan olmak mümkün mü, deÄŸil mi?” diye sordular. Ve aynı zamanda ihtiyaten Ä°slâm olmaya niyetlendiler. Zira cennet dururken cehenneme yollanmayı hiç istemiyorlar. Fakat bendeniz sonradan Hz. Ä°sa'nın (a.s) bir peygamber olduÄŸunu fakat Hıristiyanların Hz Ä°sa (a.s) haÅŸa “Allah” demeÄŸe mecbur tutulduÄŸunu bu yüzden hem Hıristiyan hem aynı zamanda Ä°slâm olmanın mümkün olmayacağını söyleyince dehÅŸetli müteessir oldular. “Ne yapalım biz Hıristiyanlığımızı deÄŸiÅŸtiremeyiz ki... Bu bizim için büyük bir hadisedir. Bunun imkânı yok, yapamayız. Anamız, babamız, etraf bize ne der?” demeye baÅŸladılar. “ bilirsiniz Hz. Ä°sa'ya (haÅŸa) Allah dedikçe cennete giremezsiniz” deyiverdim. Bunlar en sonunda dediler ki, “Biz ÅŸu Ä°slâmiyet'in esası diye anlattığınız esas kadar mantıklı ÅŸimdiye kadar riyaziye dersi bile dinlemedik. Buna ister istemez inanıyoruz. Onun için bir yandan biz Ä°slâmız” dediler. “Siz bilirsiniz” dedim. Dediler ki, “Ä°slâmiyet bu kadar mantıki ve tabii, niye insanlar ÅŸimdiye kadar Ä°slâm olmamışlar?”, Ä°nsanlar her zaman Hakkı, doÄŸruyu kabul etmiyorlar ki... Çok kere göz göre göre bile bile çok yanlış yola giriyorlar. Ondan dolayı.

AÅŸağı yukarı bu konuÅŸma üç saat kadar sürmüÅŸtü. Bu son cümleyle konuÅŸmaya son vermeye karar verdik. Yüzlerinde adeta mest olmuÅŸ hali vardı. Ve çok faydalı ÅŸeyler öÄŸrenmiÅŸ olduklarını kabul ederek son derece memnundular. Kendi kendilerine aynı zamanda içlerinden Ä°slâmiyet tarafını da adeta idare edebileceklerini kestirerek akÅŸam vakti memnun memnun ayrıldılar.

Ä°ÅŸin en garip tarafı bu papazlar adeta Hıristiyanlığın esasını bir noktada toplamışlar o da Hz. Ä°sa (a.s)’a “Allah” demek. Bu hususta o derece titizler ki buna bir misal olmak üzere zat-ı alinize aÅŸağıdaki vak'ayı yazmak istiyorum.

Burada bir tiyatro var "Oda içerisinde tiyatro" adında. GeniÅŸçe bir odanın etrafına sandalyeler koymuÅŸlar. Ortada bir piyes oynanıyor. Adeta bir müsamere gibi. Hususiyeti sahnede deÄŸil seyircilerin hemen içinde sahneyle aynı seviyede oynamak. Böylece daha samimi olurmuÅŸ. Bendeniz dün akÅŸam lisan bakımından faydası olur diye bu tiyatroya gitmeye karar verdim. Ve gittim. “Josep ve Yoanna" isimli eserin ilk temsili. Eserin sahibi, rejisör vs gibi ÅŸahıslar da bulunuyor seyirciler arasında. Ve bu akÅŸam aynı zamanda eserin, oynandıktan sonra seyirciler tarafından münakaÅŸası olacak. Eser temsil edilmeye baÅŸladı. En ön sırada en gösteriÅŸli yerde bir papaz son derece temiz (!) seyirci olarak oturuyor. Seyirci olarak gelmiÅŸ.

Eserin mevzuu ÅŸu: Bir papaz var. Bu bir kıza âşık olmuÅŸ. Fakat evlenmesi yasak. Papaz ilahi sevgi ile kıza karşı olan zahiri sevgi arasında bocalıyor. Bir Rus subayı var. Bunun hiç din imanla alakası yok. Sırf maddiyatçı. Bu da o kıza âşık. Bu subaya göre aÅŸk hastalık, zaaf. Ama yine de bu kızı aldatıp onu ÅŸehre götürmek vs istiyor. Kız da acaba bu maddiyatçı adamla mı gitsin, yoksa papazla mı kalsın köyde diye bocalıyor. Vak'a bir köyde geçiyor. Böylece eserde baÅŸtan aÅŸağı maneviyatçılıkla maddiyatçılık, ilahi aÅŸkla zahiri aÅŸk birbiriyle karşılaÅŸtırılıyor. Kâh biri hâkim oluyor, kâh öbürü. Kız sonunda papazla beraber öldürülmeye razı oluyor. Ve subay ikisini de vuruyor. Böylece bitiyor.

Ä°ÅŸin esas mühim kısmı eserin münakaÅŸası kısmı. Temsil bittikten sonra bir 10 dakikalık teneffüs verildi. Ve sonra münakaÅŸa baÅŸladı. Önce eseri sahneye koyan ÅŸahıs bir açılış konuÅŸması yaptı. Eseri ve sahneye konuluÅŸunu tenkit edin, dedi. Kimsede baÅŸta cesaret yok, konuÅŸmayı açmak için. “Bari eser hoÅŸunuza gitti mi?” onu söyleyin diyor. Yine baÅŸlangıçta kimse bir ÅŸey söylemedi. AÅŸağı yukarı bir 150 kiÅŸi kadar var. Biraz sonra o ön sırada oturan papaz ilk olarak söz aldı. Ve dedi ki: “Ben eserin muharririnden sormak istiyorum: Acaba niçin bu mevzuyu seçti. Papaz yerine lalettayin bir ÅŸahıs koyamaz mıydı?” Eserin muharriri gayet olgun bir ÅŸahıs olarak görünüyor. 60 yaÅŸlarında beyaz saçlı bir adam. Dedi ki: “Bundan üç sene kadar evvel sabah bir gazetede gayet büyük puntolarla yazılı olarak: Papa komünistliÄŸi tel'in ediyor diye bir baÅŸlık gördüm. Bu cümleden ilham alarak ben bu eseri hazırladım. Maneviyatçılıkla maddiyatçılığın bir mukayesesini yapmak istedim. Ve bana gayet tabii olarak, maneviyatın mümessili olarak(!) bir papaz hatırıma geldi. Maddiyatçılığın mümessili olarak bir Rus zabiti. Bu yüzden maneviyatçı ÅŸahıs olarak bir papaz seçtim.”

Papazın esas derdi. Piyeste papaz kızı seviyor. Ä°stiyor ki bu hakiki papaz, papazları temize çıkarsın. Onlar zahiri aÅŸktan münezzehtir gibi görünsün. Onun için dedi ki: “Ä°yi ama böylece adeta papazlara bir nevi iftirada bulunmuÅŸ olmuyor musunuz? Bundan korkmadınız mı?” Muharrir dedi ki: “Ben eserimde daha ziyade realist olmaya yani hakiki hayattan misaller vermeye gayret ettim. Papazlar hakikatte öbür insanlardan farklı olarak zahiri aÅŸktan münezzeh midirler? Birçok papaz birçok uygunsuz hareketlerde bulunmuyorlar mı?” Onun için dinleyiciler arasında homurdanmalar oldu. Papaz, ”Ben bunu kabul edemem” dedi. Öteden genç bir çocuk kalktı ve dedi ki: “Anlaşılıyor ki muharrir Katolik deÄŸil Protestan..” Hakikaten de muharrir Protestanmış. Aachen ahalisi Katolik, Protestanlar ne papayı tanıyorlar ne de papaya bir imtiyaz veriyorlar. Mühim bir sual olarak ayrıca ÅŸunu sormak istiyorum dedi papaz: “Ben iyice dikkat edemedim. Ama bilmiyorum eserde daima Allah, Allah adı geçiyor. Fakat hiçbir noktasında Gott yerine Jesus Crist dendiÄŸini, yani Allah yerine (haÅŸa) Hz. Ä°sa'nın söylendiÄŸini duymadım. Birkaç yerinde Allah yerine (haÅŸa) Ä°sa dedirttirseydiniz daha doÄŸru olmaz mıydı?” dedi. Bu söz üzerine bütün ahali papaza hak verdi. “Ya sahi hiç Ä°sa demedi” dediler. Muharrir kalktı dedi ki: “Ben eserine gayet umumi bir mahiyet vermek istedim. Öyle mahalli kabullerle eserimin mahiyetini tahdit etmek istemedim.” Fakat bu cümleyi o kadar güçlükle ve bocalayarak söyledi ki... Zira bütün ahali muharriri yiyecek gibi bakıyorlar. Muharrir geniÅŸ görüÅŸlü düÅŸünen bir adam. Ve böyle edebi eserlerin künhüne vakıf. Böyleyken papaz adamı azarlarcasına “Niye Allah yerine Ä°sa demedin?” diye adamı sıkıştırıyor. Bu bizim laikler gelsinler burada bu uydurma dinin saltanatını görsünler. Burada bir muharrir Hıristiyanlığın köhne uydurmalarına hizmetkâr olmaksızın serbestçe bir eser yazamıyor. Yazarsa iÅŸte böyle bir papaz çıkıp azarlıyor. Papazlar bu derece hâkim.

Muhterem Efendim, müsaadenizle biraz da mektepteki vaziyetten haber yazayım. Umumiyet itibariyle mektepteki çalışmam Elhamdülillah gayet iyi gitmektedir. Kurmakta olduÄŸumuz tesisat son günlerde hayli inkiÅŸaflar kaydetti. Esas ölçü olarak; takat, tazyik ve hararet ölçüleri yapmak mecburiyetindeydim. Bunlardan ilk olarak aÅŸağı yukarı tazyik ölçülerini yapabilecek duruma geldik. Åžimdi diÄŸerlerini ele alacağız. Burada 15 Mart’tan bir 1 Mayıs'a kadar sömestr tatili vardı. Bu arada ustalar tamamen boÅŸ oldukları için gayet iyi iÅŸ çıkartıyorlar. Profesör sömestr tatili münasebetiyle memleketine gitmiÅŸti. Bir ay kadar kaldı. Åžimdi tekrar döndü. Gitmeden önce birkaç defa kendisiyle neler yapmaklığımın icap ettiÄŸi hakkında konuÅŸmuÅŸtuk. Bu konuÅŸma esnasında mektebin 15 Nisan'daki umumi toplantı gününde benim de konuÅŸmak istediÄŸimi kendisine bildirmiÅŸtim. O zaman dedi ki: "Bu sene umumi toplantı günü iki ayrı kısımda yapılacak. Bazı enstitüler Nisan’da bazıları Temmuz’da yapacak. Bizim enstitü Temmuz’da yapacak. Bu toplantımıza ayrıca Ä°ngiltere'den iki meÅŸhur profesör de davetli. Onlar da konuÅŸacaklar. Bu toplantıda adet, o sene içinde yapılan çalışmalardan bahsetmektir. Bu sene içinde yapılan çalışma olarak, en mühim olarak sizin çalışmanızı görüyorum. Bunun için bu toplantıyı hazırlayan komisyona tavsiye edeceÄŸim. Bu Ä°ngiliz profesörlere karşı bizim kürsüyü temsilen siz konuÅŸacaksınız.”

Kendisine bu hususta daha ÅŸimdiden heyecan duyduÄŸumu bildirdim ve teÅŸekkür ettim. Profesör, o burada yaptığımız bir hesap tarzının anlatılmasını gayet iyi görüyor. Ä°nÅŸeallah duamız berekatıyla, bu konuÅŸmada Cenab-ı Hak hayırlı muvaffakiyet buyursun. Amin.

Burada Necdet'ten sonra sömestr tatili esnasında Necdet ile yaptığımıza benzer diÄŸer bir Exleursion yani teknik bir gezi oldu. Makina fakültesinin üç enstitüsü müÅŸtereken bu geziyi hazırladılar. Buna bendeniz de iÅŸtirak ettim. Ve son derece enteresan oldu. Gezi tam beÅŸ gün sürdü. 17 Mart ile 22 Mart arasında. Bu geziyle meÅŸhur Alman sanayi havzası Ruhr havzasını taradık. Her gün iki fabrika gezmek suretiyle bütün Ruhr havzasının 10 ana fabrikasını dolaÅŸtık. Gezinti otobüsle yapıldı. 3 profesör, birkaç asistan, 60 kadar talebe iÅŸtirak etti. Her gün otobüs ile sabah saat 7'de yola çıkmak suretiyle 4 saat kadar otobüsle Ruhr sahasında yol aldık.

Ayrıca sabahları bir fabrikada 4 saat, öÄŸleden sonraları ise diÄŸer bir fabrikada 4'er saat gezmek suretiyle beÅŸ günde cem'an Ruhr sahasında otobüsle 600 km kadar yol ve sadece fabrikaların tezgâhları arasında imalatı tetkik ede ede 30 km kadar yol kat ettik. Ancak böyle bir seyahatten sonra insan bir sanayi memleketi ne demektir, bir sanayi havzası ne demektir, anlıyor. AkÅŸamüzerleri dolaşırken ufuklarda böyle çelik ve demir fabrikasının kızıllıklarının ardı arkası gelmiyor. Bu vesile ile meÅŸhur Krupp, Demag, Wagner, Fredrich, Wilhelm Hütte, Böhler, Guemverk-Wonheim, Bayer Schaurte, Siemens-Schurkert ve Ford fabrikalarını gezdik. Ayrıca yine bu vesile ile Köln, Duesseldorf, Dortmund, Neura, Essen, Duisburg ve Mülheim gibi büyük sanayi ÅŸehirlerini görmüÅŸ olduk. Bunların arasında gayet enteresan bir fabrika Wagner fabrikasıydı. Zira bu fabrika eskiden harp esnasında ağır tankların imalatı için çalışıyormuÅŸ. Harpten sonra Ä°ngilizler bütün makinalarını söküp götürmüÅŸler. Ve mütareke hükümlerine göre çalışması yasak edilmiÅŸ. Böyleyken fabrika baÅŸka bir isim altında iÅŸe baÅŸlamış. Hiçbir banka kredi açmazken çok ufak bir parayla hariçten birkaç küçük tezgâh alarak 1950 Mart’ında enkazı temizlemeye baÅŸlayarak iÅŸe baÅŸlamışlar. Son aradaki 1 buçuk - 2 sene içerisinde fabrika bugün tekrar dünyanın en büyük tezgahlarını yapıyor. Torna, freze tezgâhları... Fabrika halen kuruluÅŸ aÅŸamasında. Öyle ki her makine kendi cinsinden daha büyük bir makineyi imal ediyor. Böylece insan gözleriyle görüyor ki bir fabrika kendi kendini nasıl kuruyor. Bazı yerlerde halen damı yok. Tahta bir çatı çekmiÅŸ altını da dünyanın en mükemmel tezgâhını yapıyor. Bu tezgâhlar öyle ki 20-30 metre uzunluÄŸundaki makine elemanlarını iÅŸleyebilecek kabiliyette dev makinalar. Parasız pulsuz bu fabrikayı nasıl kurduklarına fabrika sahipleri kendileri de hayret ediyorlar. Onun için fabrikanın inkiÅŸafını aylık fotoÄŸraflarla tespit ediyorlar. Bunlardan bir kısmını fabrikasının misafir kabul salonlarına koymuÅŸlar. Yalnız görünüyor ki fabrikanın gayet enerjik bir mühendis kadrosu var.

MeÅŸhur Krupp fabrikaları, mütareke hükümlerince çalışması yasak olduÄŸu için belini doÄŸrultamamış. 20-25 makine gibi dev makine halinden sadece ikisi çalışıyor. O da lokomotif yapıyor. Öbürleri harabe halinde. Krupp fabrikaları baÅŸlı başına bir ÅŸehir büyüklüÄŸünde.

Wagner fabrikasını görünce insan inanamıyor ki; parasız pulsuz 1 buçuk - 2 senede dünyanın en büyük fabrikaları nasıl kurulur. Bütün bu havzayı görünce de insan inanmıyor ki bizim memleket oradayken onun bunun söylediÄŸi gibi bu sahada Avrupa memleketlerinden bahusus Almanya’dan öyle 10 sene 20 sene deÄŸil en aÅŸağı birkaç bin sene geride. Zira burada adım başına bir fabrika. Bir defa koca koca nehirler eski tabii yatağından akmıyorlar. O birazını almış, öbürü birazını almış. Aman suyundan bir damla kaybolmasın diye birçok yerlerde nehre çift betonlu hususi yataklar yapmışlar. Onların üzerinden akıtıyorlar. Adeta ‘Allah’ın verdiÄŸi nehir nimetini, avuç üzerinde el üzerinde tutmak suretiyle nimete ÅŸükür diye buna denir, diyesim geliyor.

Muhterem Efendim, bu sefer de yine oldukça uzun bir mektupla kıymetli vakitlerinizi iÅŸgal ettiÄŸimden dolayı affınızı dilerim.

Bu mektubum münasebetiyle geçirmiÅŸ olduÄŸunuz Receb-i Åžerif ayınızı ve Regaib kandilinizi ve son olarak da Miraç gecenizi tebrik ederim. Cenab-ı Hak kendi yolundan ayırmadan nicelerine afiyetle eriÅŸmek nasip buyursun. Ä°nÅŸeallah.

Muhterem Efendim, mektubuma müsaadenizle burada nihayet verirken önce zat-ı âlinizin mübarek ellerinden tekrar tekrar öper, gerek size gerekse diÄŸer cümle ihvana çok çok selam eder, dualarınızı beklerim.

Esselamualeyküm ve rahmetullahi ve berakatuh.
 

(Cevdet, inÅŸallah Ramazanın son günlerinde oradaki iÅŸlerini bitirip gelecek. 
Selamı var.)

Necmettin.

 

24 Nisan 1952 tarihli mektup Necmettin Erbakan tarafından el yazısıyla kaleme alınmış ve yaklaşık 20 sayfa. Almanya’nın Aachen ÅŸehrinden yazılmış.

 

24/04/1952
Aachen

 

 

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.