Sudan’da Dans ve Ölüm
Sudan'da artan ekmek fiyatlarını protesto etmek için başlayan gösterilerin Arap Baharı ekseninde tartışılması ülkenin iç ve dış dinamiklerini anlama noktasında yetersiz kalıyor.
GeçtiÄŸimiz Aralık ayının 19’unda, Sudan’ın Atbara ÅŸehrinde ekmek fiyatlarındaki artış nedeniyle baÅŸlayan sokak protestoları dördüncü haftasına girdi. Geçen süre zarfında resmî rakamlara göre 24, muhalif kaynaklara göre ise 40’ın üzerinde insan ölürken 1.000’in üzerinde kiÅŸi de sokak protestolarına iliÅŸkin tutuklandı. Güvenlik güçlerinin zaman zaman gerçek mermi ve göz yaÅŸartıcı bomba gibi güç enstrümanlarını kullanması tepki çekerken bu bile göstericileri yıldırabilmiÅŸ deÄŸil. Gelinen noktada, ekonomik eksenli protestolar politik bir hal alırken ideolojik bir dertleri olmayan protestocular bariz bir ÅŸekilde halkın refahını düÅŸünen temiz bir yönetim talep etmekteler.
Protestocuların istifaya çağırdığı Devlet BaÅŸkanı Ömer el-BeÅŸir geçtiÄŸimiz hafta gövde gösterisine gerek duyarak taraftarlarına bir meydanda seslendi. Zor zamanlarda âdeti olduÄŸu üzere asasını sallayarak konuÅŸmasını tamamlayan el-BeÅŸir, platformda coÅŸkuyla yöresel dans gösterisi yapmayı da ihmal etmedi. Hasılı geçtiÄŸimiz hafta Sudan’da gündeme, hem ölen protestocular hem de Ömer el-BeÅŸir’in dansı damga vurdu.
Ülkede gerçekleÅŸen sokak protestoları baÅŸladığı günden itibaren Arap Baharı ekseninde tartışılıyor. Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’ye yarar getirmeyen Arap Baharı sürecinin Sudan’a bahar getirip getirmeyeceÄŸi sorgulanıyor. Ä°slam dünyasının periÅŸan hali göz önünde bulundurulunca haliyle Sudan gibi yeni bir kriz alanının doÄŸabilecek olması, çeÅŸitli endiÅŸelerin de dile getirilmesine sebep oluyor. Ancak tartışmaların Arap Baharı ekseninde yapılması, Sudan’ı anlamakta kısmen yetersiz kalıyor.
Sudan her ne kadar bir Arap ülkesiymiÅŸ gibi algılansa da kabul gören kimlik tanımlaması ülkenin Afro-Arap bir sentez olduÄŸu yönündedir; yani Sudan hem Arap âlemine hem de Afrika’ya has birtakım özelliklerin erime potasıdır. Bu yüzden zaman zaman Arap dünyasıyla zaman zaman da Afrika’yla ilgili konularda Sudan’dan bahsedilir. Bu özellikleri sebebiyle ülke hem Arap BirliÄŸi’ne hem de Afrika BirliÄŸi’ne üyedir. Ülkenin Mısır, Libya, Suudi Arabistan gibi ülkelere benzeyen yönleri olduÄŸu gibi bu ülkelere hiç benzemeyen birtakım özellikleri de bulunmaktadır. Bu yüzden Sudan’daki sokak protestolarını sırf Arap Baharı çerçevesinden ele almak doÄŸru sonuçlar vermeyebilir.
Ne var ki bağımsızlık sonrası dönemde iÅŸ başına gelen yönetimler çok katılımlı bir toplumsal konsensüs yerine Arapçılık üzerinden daha dar kapsamlı bir konsensüsü seçerek Afro-Arap kimliÄŸin sadece bir yüzünü parlatmayı seçmiÅŸtir. Afrikalılık ve Afrika kimliÄŸine iliÅŸkin hususlar dışlanma, aÅŸağılanma gibi tutumlarla karşılaÅŸmıştır. Mesela Arapça dışında çok sayıda dil olmasına raÄŸmen ülkede sadece Arapçanın resmî dil kabul edilmesi, bu tutumun yansımalarından biridir. 1989 yılından sonra baÅŸlayan Ömer el-BeÅŸir iktidarı da Ä°slamcılığa iliÅŸkin iddialarını terk ettikten sonra kabilecilik ve Arapçılık gibi olgulara yenik düÅŸmüÅŸtür.
Sudan’ın kimlik sorununa iliÅŸkin sıkıntıların en bariz hissedildiÄŸi yer kuÅŸkusuz periferi toplumlarıdır. Merkez tarafından dışlanan, ötekileÅŸtirilen ya da aÅŸağı görülen topluluklar hak ve hukuklarını silahlı mücadele üzerinden yürütme arayışına girmiÅŸlerdir. Bağımsızlık sonrası döneme damga vuran ve hiç eksik olamayan tüm büyük çatışmalar, Sudan’ın periferisinde gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu yüzden güvenlik, silah, istihbarat, ordu her zaman eÄŸitim, altyapı, kalkınma gibi hususların önünde olmuÅŸtur. Devlet kaynaklarının büyük bölümü daima askerî harcamalara, yani silah lobilerine akmıştır. ÖrneÄŸin 2018 yılı bütçesinin %14’ü savunma sektörüne ayrılırken eÄŸitim sektörüne ayrılan pay sadece %3 civarındadır, saÄŸlık sektörüne ayrılan pay ise eÄŸitimden de azdır.[1] Daha önceki yıllarda durum daha da vahimdi; mesela 2016 yılında bütçenin çok büyük bir kısmının savunma sanayine ayrıldığı belirtilmektedir. Tahminlere göre her yıl en az 5 milyar dolar savunma sanayine aktarılırken sadece Darfur krizinin ülkeye maliyeti 30 milyar doları geçmiÅŸtir.[2]
Askerî alanda aldığı yenilgiler sonrasında Güney yükünden kurtulmaya karar veren Hartum yönetimi, 2005 yılında masada ülkenin bölünmesine yönelik anlaÅŸmayı imzalamaya razı olmuÅŸtur. Ancak bu bölünme bile Güney sorununun artçı devamı olan Güney Kurdufan ve Mavi Nil gibi insani krizler doÄŸuran yeni sorunların doÄŸmasını engelleyememiÅŸtir. Yönetimin sosyopolitik alandaki baÅŸarısızlıkları bununla da kalmamış, 2003 yılından itibaren de Darfur sorunu insani krizler doÄŸurmaya baÅŸlamıştır. Bu sorun, Devlet BaÅŸkanı Ömer el-BeÅŸir hakkında 2009 ve 2010 yıllarında olmak üzere Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin soykırım gerekçesiyle iki kez tutuklama kararı vermesiyle sonuçlanmıştır.[3] Yeterli kanıtlar elde edilmeden verilen bu karar ÅŸaibeli kabul edilse de el-BeÅŸir’e Darfur’da “soykırım” gibi ağır bir suçlama yöneltilmektedir.
Ä°slamcılığın getirdiÄŸi ağır yükü göÄŸüsleyemeyen iktidar, 1997 yılında maruz kaldığı ambargo nedeniyle Batı dışı küresel aktörlerle ve Arap dünyasıyla son derece pragmatik iliÅŸkiler kurarken 1999 yılından sonra petrol gelirlerindeki artışla biraz olsun rahatlayabilmiÅŸtir. Petrol dışı sektörlerin ağır ihmale uÄŸradığı 2000-2010 arası bu dönemde, petrole baÄŸlı yıllık ortalama %7,1 oranında büyüyen Sudan ekonomisi, bölünme sonrası bu kaynaktan mahrum kalırken ülke ekonomisi de yavaÅŸ büyüme evresine girerek 2010 sonrası dönemde yıllık ortalama %3,5 büyüyebilmiÅŸtir.[4]
Sudan’da sadece zor zamanlarında halkla kucaklaÅŸmak gibi ÅŸovları ustalıkla becerebilen ama esasında zaman içinde halktan kopmuÅŸ bir yönetim bulunmaktadır. Bu kopukluÄŸu idarecilerin halkla olan iliÅŸkilerinde, halka yönelik tutumlarında rahatlıkla gözlemlemek mümkündür. Mesela sokaÄŸa çıkıp ekonomik sebepli protestolar düzenleyen göstericiler sırf bu yüzden “hain” olarak damgalanmaktadır. Halka tepeden bakan iktidar eliti, kendisini halkın hizmetçisi olarak görmediÄŸi gibi yaptığı hizmetleri de bir lütuf gibi sunmaktadır. Bu haliyle halk, iktidarın zaman zaman gücünü gösterdiÄŸi ve çok sıkıştığında halkçı bir poz verebilmek için tuttuÄŸu bir aksesuar rolü görmektedir âdeta.
Halk desteÄŸine dayanmayan bir iktidar için icraatlarla halkı memnun etmek gibi bir anlayış söz konusu olmadığı gibi, halka hesap vermek gibi bir durum da gözlenmez. Bu yüzden ÅŸeffaflık ve yolsuzluk gibi hususlara özen gösterilmez. Halkın ÅŸikâyet ve isteklerinin dikkate alınmasına gerek görülmez; karamsar sosyoekonomik manzara da yöneticilerin uykusunu kaçırmaz. Ä°ktidar ve çevresini oluÅŸturan elit tabaka ülke kaynaklarını savurganca kullanırken halk en temel hizmetlerden mahrum bir ÅŸekilde ayakta durmaya çalışır. Çocuklar derme çatma yerlerde, kirin pisliÄŸin içinde okumaya, hayata tutunmaya çalışır. Ameliyat parası, ilaç parası bulamayan insanlar acılar içinde zorluklara sabretmeye çalışır. Afrika Kalkınma Bankası’nın(AfDB) hazırladığı Haziran 2018 tarihli Sudan Poverty Profile raporu verilerine göre, nüfusu 40 milyonu geçen Sudan’da ülke nüfusunun %25,2’si aşırı yoksulluk sınırında yaÅŸarken %36,1’i yoksulluk sınırındadır. Eyaletler arasında ise resmen bir uçurum söz konusudur. Güney Kurdufan, Orta Darfur ve Batı Darfur gibi eyaletlerde nüfusun %64-67’si yoksulluk sınırında yaÅŸamaktadır.[5] UN OCHA Sudan Humanitarian Needs Overview 2018 raporuna göre ülkede 2 milyon kiÅŸi IDP statüsünde, 1,2 milyon kiÅŸi de mülteci statüsünde yaÅŸarken toplamda 5,5 milyon kiÅŸi insani yardım ihtiyacı içinde bulunmaktadır ki, bu da nüfusun %14’üne tekabül etmektedir.[6]
Ä°ktidarı ya da rejimi sarsabilecek tek unsur, ordu ve istihbarat gibi güvenlik birimleri olarak algılanagelmiÅŸtir. Bu yüzden tepe yönetim bu kesimleri yanında tutmak ve memnun etmek zorundadır. En iyi maaÅŸları, zamları, konforu asker, polis ve istihbaratçılar için saÄŸlamak, iktidarın devamı için en önemli gerekliliktir. Ülkede muhalif seslere ihtiyaç yoktur; bu tarz oluÅŸumlar sadece ayak bağı olarak görülür. Bu yüzden muhalif oluÅŸumlar bastırılır, gazeteleri ve dergileri kapatılır. GeçmiÅŸi sömürge dönemine dayalı tarikatlarla baÄŸlantılı köklü siyasi oluÅŸumlar bile seçimlerde ancak %1, %2 gibi gülünç bir oy oranına ulaÅŸabilir. Hiç de normal olmayan bu durum nedeniyle muhalif siyasi partiler için seçime girmek baÅŸtan kaybedilmiÅŸ bir maça çıkmak gibidir âdeta.
Ä°ktidar için fakir ve eÄŸitimsiz bırakılmış halk da bir tehdit kaynağı deÄŸildir. Ä°ktidar halk egemenliÄŸine dayanmadığı için seçimlerin de bir önemi bulunmamaktadır. Seçim, demokratik bir görünüm verebilmek, dış baskıları azaltmak için gereklidir sadece. Muhalefetin boykotu, seçimlere katılım oranı gibi hususların da pek bir önemi yoktur. ÖrneÄŸin 2015 yılında yapılan son baÅŸkanlık seçiminde muhalif partilerin boykotu nedeniyle katılım oranı %46,4 olurken oyların %94,5’ini alan Ömer el-BeÅŸir birinci turda seçimi kazanmıştır.[7] Bu yüzden Ömer el-BeÅŸir’in kendisini protesto eden kesimlere deÄŸiÅŸim için 2020 seçimini iÅŸaret etmesi de seçim sürecine güvenmeyen halk nazarında anlamsızdır.
Bugün Sudan’da sokak göstericilerinin dikkat çektiÄŸi hususların başında “ifade özgürlüÄŸü, adalet ve barış” gelirken en fazla dillendirilen diÄŸer bir husus ise maalesef “yolsuzluklar”dır. Åžeffaflıktan kaçınan rejim, tepe yönetimin karıştığı yolsuzlukları da bir ÅŸekilde kâğıt üzerinde kitabına uydurmakta iyice ustalaÅŸmıştır. Ülkenin yer altı kaynakları, toprakları, jeostratejik deÄŸerleri, hasılı para edecek neyi varsa nakde dönüÅŸtürülürken bu satışlardan elde edilen kazancın ise nerede nasıl harcandığı belli deÄŸildir. Bugün Sudan’ı yakından tanıyan herkes, devlet kademelerinde iÅŸlerin nasıl döndüÄŸünü iyi bilmektedir. BahÅŸiÅŸ adı altında küçükten büyüÄŸe doÄŸru rüÅŸvet sarmalının nasıl giderek büyüdüÄŸü; olmayacak iÅŸlerin rüÅŸvet yoluyla olur hale gelebildiÄŸi bilinmektedir. Tepe yönetimin petrol gelirlerinden elde edilmiÅŸ 9 milyar doları zimmetine geçirdiÄŸi Transparency International tarafından dile getirilmektedir.[8] Bu haliyle ismi Ä°slami hareketle, Ä°slami rejimle özdeÅŸleÅŸmiÅŸ bir devletin düÅŸebileceÄŸi en alt seviyeye zaten ulaşılmıştır. Bu yüzden ülkenin 2017 Yolsuzluk Endeksi’nde 180 ülke arasında 175. sırada yer alması ÅŸaşırtıcı deÄŸildir.[9]
Sudan’da eninde sonunda gerçekleÅŸecek deÄŸiÅŸimi erteleyerek statükoyu devam ettirmek giderek külfetli bir hale gelmektedir. Sokak gösterilerinin nasıl bir sonuç doÄŸuracağı önümüzdeki dönemde netleÅŸecektir. Ancak 30 yıllık tecrübesine güvenen iktidarın halkın gücünü hafife aldığı da görülmektedir. Oysaki bu çok hatalı bir yaklaşımdır. Post-kolonyal dönemde darbeyle iktidara gelen Ä°brahim Abboud ve Cafer Nimeyri askerî rejimlerinin 1964 ve 1985 yıllarında sokak gösterileri sonucu son bulduÄŸunu unutmamak gerekir! Bu yüzden ÅŸimdilik sayısal olarak yetersiz gibi görülse de gençlerin yoÄŸun olduÄŸu bu sokak protestoları hafife alınmamalıdır. Ä°nsanlar korku duvarlarını yıktıkça protesto gösterilerinin geniÅŸleme olasılığı her zaman bulunmaktadır.
Sudan’ın mevcut durum, teamül haline gelen iki dönem kuralının kabul görmeye baÅŸladığı Afrika kıtası ile de tezatlık teÅŸkil etmektedir. Daha genç kadroların iÅŸ başına gelmeye baÅŸladığı kıtada, uzun iktidarlardan sıyrılma süreci de artık daha demokratik bir ortamda gerçekleÅŸmektedir. Son olarak, sırf ideolojik ve fikirsel yakınlık gibi gerekçelerle 30 yılı bulmuÅŸ Ömer el-BeÅŸir’in tek partiye dayalı tek adam iktidarının sadece ehven-i ÅŸer gibi anlamsız bir gerekçeyle ömrünü uzatmaya çalışmak yersiz bir uÄŸraÅŸtır. Sosyopolitik baÅŸarısızlıkların ÅŸimdi de ekonomik baÅŸarısızlığa dönüÅŸtüÄŸü Sudan’da tablo böyleyken bu durumu Arap Baharı minvalinde görmek yerine bölünme sonrası oluÅŸan genç, dinamik “Yeni Sudan”’ın doÄŸum sancıları olarak görmek daha makul olacaktır. Esasında Ömer el-BeÅŸir’in de yapması gereken bu gerçeÄŸi görerek iktidarını 2020 sonrası devam ettirmeye çalışmak yerine ülkeyi böyle bir geçiÅŸ sürecine sokmak olmalıdır. Böyle yapması halinde halkın takdirini kazanarak isminin Sudan siyasi tarihinde olumlu bir ÅŸekilde anılacağına ÅŸüphe yoktur. Lakin bu deÄŸiÅŸim ertelendikçe durum daha da kötüye gitmektedir.
Henüz yorum yapılmamış.