Sosyal Medya

Kürsü

Yıldıray Oğur: O ayrımcılığın simge ismi ise Leyla Şahin’di

Yıldıray Oğur- Karar



Cemaatler halinde yaÅŸayan, ortak bir asgari kural ve ahlaki zeminde anlaÅŸamamış, güvensizliÄŸin esas olduÄŸu bir toplumda yaşıyoruz.
 
Karşı cemaatten birine karşı ahlaki sorumluluk duymak hatta diyalog kurmak ya ihanet ya aptallık ya da “yaranmaya çalışmak” demek. 
 
O yüzden konuÅŸmalar cemaat içine dönük, büyük bir çoÄŸunluk sadece kendi mahallesine karşı ahlaki sorumluluk duyuyor. 
 
Ama yine de insan bazı sözlere ÅŸaşırıyor. 
 
Ä°nsanlığa karşı naif iyimserlik duyguları, haber kaynaklarına duyulan güvenilmezlikle birleÅŸince “sahiden demiÅŸ olabilir mi” diye ÅŸüpheleniyorsunuz.
 
Sonra karşınıza konuÅŸmanın video kaydı çıkıyor. Sahiden demiÅŸ:
 
"Ä°nsan hakları ihlali deyince akla somut söylenebilecek bir iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar. Bu çok algı ve yanlış söylemlerle birlikte aleyhimize kullanabilecek bir alan olarak görülebiliyor. Aslında bunların hiçbiri doÄŸru deÄŸil. Türkiye insan hakları noktasında pek çok Avrupa ülkesinin ve ABD'nin kendisini özgürlük ve insan hakları noktasında ileri olarak niteleyen pek çok ülkenin standartlarının üzerindedir ÅŸu an. O yüzden insan hakları ihlalinin olduÄŸunu söylemek aslında Türkiye'yi farklı ülkeler ile kıyasladığınız zaman mümkün deÄŸil. Burada ÅŸuna dikkat etmek lazım. Bütün dünya da uluslararası platformlarda devletlerin güvenlik politikaları ile insan hakları politikalarının tartışıldığı bir dönemdeyiz. Pek çok toplantıda ülkeler kendi sınırlarını duvarlarla kapatıp kendi baÅŸlarının çaresine bakmasını düÅŸündüÄŸü ve kendini kurtarmanın çabasında olduÄŸunu anlattığı bir dönemde Türkiye tam tersine sınırların dışına taÅŸmış bütün mazlumlar için, bütün insanlar ve insan hakları için özellikle insan onuru için ne yapabilirim diye düÅŸünen ve dert edinen bir ülke. Bunu dert edinen dünya da baÅŸka bir ülke yok. O yüzden Türkiye'de insan hakları ihlali olduÄŸunu söylemek artık abestle iÅŸtigaldir. Sonuçta hukuk ve kanunlar herkes için geçerlidir. Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuka aykırı kim iÅŸ yapıyor ve ülkeye zarar veriyorsa ve terör örgütleri ile iÅŸ birliÄŸi içerisinde kanuna aykırı iÅŸ yapıyorsa elbette hesabı sorulacaktır.”
 
Bu sözleri aÄŸzından duyduÄŸunuza ÅŸaşırmayacağınız pek çok isim var.
 
Türkiye’nin gurur verici mülteci siyasetini, içerideki bütün günahların, hataların üzerini örtmek için kullanmaya çalışan köÅŸe yazarları, siyasetçiler, apolojistler de çok.
 
Zaten hayal kırıklığının esas sebebi bu sözleri isminin başında AK Parti Ä°nsan Haklarından Sorumlu Genel BaÅŸkan Yardımcısı yazan birinin söylemesi de deÄŸil, Leyla Åžahin Usta’nın söylemesi. 
 
Åžimdi devlet gücünü ellerinden kaybedince ortalıklarda hak, hukuk diye dolaÅŸan, geçmiÅŸe dair de en ufak bir özeleÅŸtiri vermeyen pek çoklarının zamanında hararetle desteklediÄŸi ya da görmezden geldiÄŸi Türkiye tarihinin en utanç verici ayrımcılıklarından biriydi baÅŸörtüsü yasağı.
 
O ayrımcılığın simge ismi ise Leyla Åžahin’di. 
 
1998 yılında Ä°stanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 5. sınıf öÄŸrencisi iken, uygulanmaya baÅŸlanan baÅŸörtüsü yasağı yüzünden sınavlara ve derslere alınmayan öÄŸrencilerden biriydi.  
 
Mezuniyetine bir yıl kala uÄŸradığı bu ayrımcılığa karşı eylemlere, protestolara katılmış, gözaltına alınmış, DGM’de yargılanmıştı.
 
Ama o günlerde ‘beka’sını baÅŸörtülü kızlara karşı koruyan devlet yine de geri adım atmamıştı.
 
Leyla Åžahin de baÅŸka pek çok baÅŸörtülü öÄŸrencinin yaptığı gibi burslarla yurtdışına gitmiÅŸ ve tıp eÄŸitimini Viyana’da tamamlayabilmiÅŸti.
 
Ama Åžahin’i esas simge haline getiren bu ayrımcılığı AÄ°HM’e taşıması oldu. Altı yıl süren davada ilk karar 2004’de verildi, daha sonra temyiz için gidilen Büyük Mahkeme’nin 2005’deki kararı da aynıydı.
 
Mahkeme, Türkiye’nin baÅŸörtüsü yasağını ‘baÅŸkalarının hak ve özgürlüklerini, kamu düzeni ve kamu güvenliÄŸini korumak için meÅŸru bir amaca sahip, demokratik toplumda zorunlu bir tedbir’ olarak gördü ve hak ihlaline karar vermedi.
 
11 Eylül sonrası dünyanın havasına uygun utanç verici bir karar alan AÄ°HM, Leyla Åžahin’e karşı hükümet avukatlarının Türkiye’nin demokratik, insan haklarına riayet edilen bir hukuk devleti olduÄŸu tezlerine katılmıştı.
 
Peki o sırada hükümet kimdi? Ak Parti hükümeti.
 
Sıkı bir Kemalist olan ilk avukat büyük mahkeme öncesi deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ, savunma geri çekilmiÅŸ, yumuÅŸatılmış ama ikinci savunmada da Türkiye’nin bir hukuk devleti olduÄŸu hatırlatılıp, yasak mevcut mevzuat üzerinden savunulmuÅŸtu.
 
Karar, beklendiÄŸi gibi, baÅŸörtüsü yasağının bir insan hakları ihlali olmadığını iddia eden laik çevrelerde büyük sevinçle karşılandı.
 
Peki, o günün atmosferine, Anayasasına, kanunlarına uygun görünen bu kararı kimler eleÅŸtirmiÅŸti? 
 
O günlerdeki bir gazete haberinden okuyalım.
 
Dosyayı AÄ°HM’e taşıyan, liberal düÅŸüncenin Türkiye’deki öncü isimlerinden ve Leyla Åžahin’in avukatı rahmetli Kazım Berzeg:
 
“Asıl sorun Türk ordusunun gücünü koruyabilmek amacıyla kendisine iç ve dış düÅŸmanlar yaratma çabasında olmasından kaynaklanmaktadır. Türban ya da ÅŸeriatın Türkiye’yi tehdit ettiÄŸi yoktur.”
 
Mazlum-Der Genel BaÅŸkan Yardımcısı Ayhan Bilgen: “AÄ°HM önyargılı davranmıştı. Bunu Leyla Åžahin ve RP kararında da gördük. Bunlar siyasi kararlardır." 
 
Ä°HD Genel BaÅŸkanı Yusuf AlataÅŸ: “AÄ°HM'nin bu kararları, Avrupa'nın Ä°slam'a karşı bakışının dışa vurumudur. Kararda türbanın özgürlükleri tehdit ettiÄŸi söyleniyor. Bu gerçeÄŸi yansıtmıyor.”
 
Ve Human Rights Watch. Yani Ä°nsan Hakları Ä°zlem Örgütü. AÄ°HM kararının açıklandığı gün baÅŸörtüsü yasağı yüzünden Türkiye’de yaÅŸanan insan hakları ihlalleriyle ilgili kapsamlı bir rapor yayınlanan örgüt, AÄ°HM’in Leyla Åžahin kararı için uzun bir açıklama yayınladı. Açıklamanın baÅŸlığı “Kesin bir empati eksiliÄŸi” idi: “AÄ°HM’in Leyla Åžahin kararı HRW için hayal kırıklığıydı ama inançları yüzünden üniversitelerde okuyamayan binlerce baÅŸörtülü kadın için daha büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Ä°nsan hakları sistemi tarafından kendi hallerini terk edilmiÅŸ hissetmiÅŸlerdir.  Mahkeme hükümetin argümanlarını kabul çok gönüllüydü.”
 
O vahim kararın üzerinden yıllar geçti. Türkiye, eÅŸi baÅŸörtülü olduÄŸu için bir CumhurbaÅŸkanı’nın anayasa hileleriyle seçilemediÄŸini, baÅŸörtüsü yasağını kaldırmak için adım attığında iktidar partisine kapatma davası açıldığını dahi gördü. 
 
Sonra Türkiye’deki kanunlar deÄŸil ama güç dengeleri deÄŸiÅŸti. BaÅŸörtüsü önce üniversitelerde sonra kamuda serbest kaldı. Leyla Åžahin de 10 yıl önce AÄ°HM’de karşısında oturan hükümetin bir milletvekili olarak parlamentoya girdi. Hatta aleyhine karar veren AÄ°HM’e üye seçimi oylamalarına bile katıldı. Son olarak da partisinin insan haklarından sorumlu genel baÅŸkan yardımcısı koltuÄŸuna oturdu.
 
Dönemlerin ruhunun, devletlerin, yasaların, hukukun hatta uluslararası toplumun karşısında bir genç kızın hayatının ne kadar kıymetsiz olabileceÄŸini, buna karşı protesto hakkını kullanmasının bile nasıl engellenebildiÄŸini, haksız iddialarla yargılanmanın verdiÄŸi çaresizlik hissini ve ülkeyi terk etmek zorunda kalmanın ne demek olduÄŸunu bizzat tecrübe etmiÅŸ bir isme yakışan ve hakkını verebileceÄŸi bir pozisyon bu.
 
Tabii parçası olduÄŸu partinin yönettiÄŸi devletin politikalarının da baÅŸka insanların haklarını ihlal ediyor olabileceÄŸi ÅŸüphesini, siyasetçi kimliÄŸine kurban etmezse.
 
Ama cumhurbaÅŸkanının bile adaletteki sorunlardan ÅŸikayet ettiÄŸi bir dönemde, böyle bir geçmiÅŸten gelen bir isimden “Türkiye'de insan hakları ihlali olduÄŸunu söylemek artık abestle iÅŸtigaldir” sözlerini duymak, özellikle de o “artık” kelimesi “kendine Müslümanlık” anlayışının bugünlerden hatırlanacak bir örneÄŸi oldu.
 
Üstelik bunu “Hukuka aykırı kim iÅŸ yapıyor ve ülkeye zarar veriyorsa elbette hesabı sorulacaktır” gibi bundan 20 yıl önce baÅŸörtülülerin, devletten sık sık duyduÄŸuna benzer argümanlarla yapmak, devletin ve kanunların yanılmazlığına olan bu inanç,  bu toplumun dönemsel olmayan daha kalıcı ve yapısal sorunlarına iÅŸaret ediyor. 
 
Acaba 10 yıl önce devletin ve AÄ°HM’in karşısında Leyla Hanım’ın yanında dururken abesle iÅŸtigal etmeyen Uluslararası Af Örgütü, Mazlumder, Ä°HD ve liberal demokrat isimler, 2019 yılında Türkiye’de insan hakları ihlalleri üzerine kalın raporlar yayınlayıp, hukuksuzluklardan ÅŸikayet ederken abesle mi iÅŸtigal etmiÅŸ oluyorlar? 
 
Türkiye’de bugün hınç ve rövanÅŸ duygularına neden olacak çok acı tecrübeler yaÅŸandı. Bugün hala baÅŸörtüsü meselesinde eline güç geçse eski günlere dönmek isteyecek büyük bir kalabalık var. Ama herkes kendi hikayesini yazar.
 
Bir zamanlar devletin ve uluslararası hukukun karşısında yalnız kalmış bir isimden beklenen, her gün koltuÄŸuna oturduÄŸunda acaba bugün de aynı durumda yalnız bırakılmış, hakları çiÄŸnenen biri var mıdır diye sormak ve elindeki devlet gücüyle bunlara hal çare aramaktır, parti toplantılarında kuru hamaset yapmak deÄŸil.
 
Bu hikayenin sonu böyle bitmeyi hak etmiyor...

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.