Kürsü
Hayrettin Karaman- Kabir ziyareti, tevessül ve şefaat
Follow @dusuncemektebi2
Hayrettin Karaman- Yeni Şafak
Kabir ziyaretinin amacı, ölüden yardım dileme (istiğâse), dualarda bir peygamberi veya veliyi aracı kılma (tevessül), ahirette sıkıntılardan kurtulmak ve bazı geçitleri aşabilmek için Allah’ın sevdiği kulların yardımından faydalanmak (şefaat) asırlardan beri Müslümanlar arasında doğru veya yanlış anlaşılmaya, ulema arasında da tartışmaya konu olmuştur. Bu saydıklarımı caiz ve vaki görenler karşı tarafı tekfirden tebdî’a (bid’at ehlinden olmaya) kadar damgalamışlar, bunları caiz ve vaki görmeyenler de karşı tarafı şirke düşmekle itham etmişledir.
Bu tartışmaları takip ederken dikkatimi çeken husus şu oldu: İstisnaları bulunmakla beraber taraflar birbirinin görüş ve delillerini olduğu gibi değil, kendilerine uygun düşecek ve ithamlarına dayanak olacak şekilde aktarıyor, sonra da genellikle insaf ve itidal ahlakı dışına çıkarak konuşuyor ve yazıyorlar.
He iki tarafın da akıl ve nakil delilleri var; bu delillere dayanarak düşünüyor, yorumluyor ve bir sonuca ulaşıyorlar. Sonuç beşeri bir yorum olduğuna göre “Deliller bizi bu sonuca götürüyor, bize göre başka bir görüş ve yorum hatalıdır, ama madem ki tevil vardır, şu halde tekfir yoktur” deseler mesele kalmayacak ve ümmet bölünmeyecek.
Kısaca kendi görüşümü arz edeyim:
Allah Teâlâ izin vermedikçe kimse kimseye hiçbir yardımda bulunamaz. Yaşayan veya ölmüş bulunan bir kimsenin bir başkasına yardımcı olabilmesi için kendisine Allah Teâlâ tarafından böyle bir izin ve imkânın verilmiş olması gerekir. Peygamberimiz’e (s.a.) şefaat ve duada aracılık yetkisi verildiğine dair sağlam hadisler vardır, bunlara dayanarak O’nunla (hayatta iken veya vefatından sonra) tevessüle ve ahirette şefaatine inanan kimseleri şirk ile suçlamak asla yerinde değildir. Bunları yine delile dayanarak caiz görmeyenlere kâfir veya bid’at ehli demek de doğru değildir. Ben sevgili Peygamberimiz’in (s.a.) ahirette şefaat yetkisine Allah’ın izniyle sahip olduğuna inanıyorum. “Allah’ım, Peygamberinin hatırı için duamı kabul buyur” demekte de bir sakınca görmüyorum.
Peygamberler dışında müminlerin de ahirette birbirine şefaatçi olabileceklerine dair sahih hadisler vardır.
Kendilerinin veli (evliyâ) olduğuna inanılan kimselere gelince, ilham, keşif ve bunlara dayalı haber sebebiyle bunlardan istiğâse ve tevessülün de şirk ile alakası olmadığına inanıyorum. Çünkü bunlara inanan ve uygulayanlar, “Allah Teâlâ bu sevdiği kullara izin verdiği için yaptıklarına” inanıyorlar, Allah’a rağmen veya O’nun yanında ikinci bir otorite olarak yaptıklarına inanmıyorlar. Sonuç olarak ibadet Allah’a, yardım dileme de Allah’tan oluyor; teşbihte hata olmazsa “Allah Teâlâ nasıl rızkımızı kulları vasıtasıyla veriyorsa, bazı yardım ve lütuflarına da bazı kullarını aracı kılıyor”.
Kabir ziyareti konusunu daha önce de yazmıştım. Hadislere göre bu ziyaretten maksat, kabirde yatan cesedin faydalanması değil, ziyaret edenin ölümü hatırlayarak ve ibret alarak faydalanmasıdır. Ölülerin ruhları kabirde yatan cesetleri terk etmişlerdir ve berzah denilen bir başka âlemde bulunmaktadırlar. Ölü için yapılacak dualar ve hayırlar onlara o âlemde ulaşacak ve Allah izin verirse faydalı olacaktır.
Bu konuyu bir ay kadar önce el-Ezher’in Araştırma Enstitüsü’ne sormuşlar, onlar da şu açıklamayı yapmışlar:
Kabirleri ziyaret şu sebeplerle müstehaptır: İbret almak, ölümü ve ahiret hallerini hatırlamak, yapılacak dualardan ölülerin faydalanması.
Bu hükmün delilleri şunlardır: Peygamberimiz’in (s.a.) daha önce yasaklamış olduğu halde sonradan buna izin vermiş, kendisi için Allah’ın Hz. Amine’nin kabrini ziyaretine izin verdiğini açıklamış, Uhud şehidleri ve Medine’deki Bakî’ kabristanını ziyaret etmiş, onlara selâm verip dua ederek şöyle demiştir: “Mümin ve Müslüman yurtlarının sakinleri, esselamu aleykum, biz de Allah isteyince size katılacağız, size ve bize Allah’tan afiyet diliyorum.” Hz. Fâtıma’nın amcası Hamza’nın kabrini ziyaret ettiği, daha başka sahâbîlerin de kabir ziyaretinde bulundukları bilinmektedir. En uygun ziyaret günleri Cuma veya ondan bir gün önce yahut bir gün sonradır.
İnsan ölünce ruhu bedenini terk eder ve ruha ait olan düşünme, duyma, acı ve lezzeti hissetme gibi özellikler bedeni terk etmiş olur, beden çürür, cansız nesnelere karışır. Ruh ise, dünya ile ahiret arasında bir başka âlem olan Berzah’a gider, orada diriliş gününe kadar kalır; burada acıyı, elemi, lezzeti ve saadeti tadar, başka ölülerin veya dirilerin ruhlarıyla da buluşup yalnızlığını giderebilir, Kabrini ziyaret edenlerden haberdar olur; ilgili hadislere dayalı olarak Ehl-i Sünnet çoğunluğunun inancı budur.
Henüz yorum yapılmamış.