İslam’da Din Adamı var mı?
Follow @dusuncemektebi2
İslâmî normlara göre düşünememe gerçeği, sanılandan daha derin ve yaygındır. Bunun belirtilerini görebilmek için, çoğu zaman fazla uzaklara gitmeye, derin araştırmalara başvurmaya da lüzum yok. Ağızdan kaçırılmış bir söz, küçük bir sürçü lisan bile, dikkatli biri için, bu hususta bir ipucu verebilir.
Dilimize git gide yerleÅŸmekte olan “din adamı” sözü, artık hemen herkes tarafından yadırganmadan kullanılabilmektedir. Müslümanlar tarafından böyle bir tamlamanın artık yadırganmadan kullanılabilmesi, göründüÄŸünden ve sanıldığından çok daha önemli bir anlamın göstergesi olmalıdır. Bu sözler, Müslümanların farkında olmadan, bir baÅŸka kültürün diliyle konuÅŸmaya baÅŸladıklarının, kendi terimleri yerine bir baÅŸka kültürün terimlerini ikame ettiklerinin göstergesidir.
Artık yadırganmaz hale gelen böyle bir ifadeye basit bir hadise gibi bakabilir miyiz? Bu ifade, onu kullanan kimselerin belki kastetmeyi akıllarından geçirmedikleri bir zihniyetin yayılmasına yol açacak önemde olmasa, ona masum bir sürçü lisan deyip geçilebilirdi. Fakat yan yana getirilen bu iki kelime, gerçekte o kadar masum deÄŸildir.
Ä°slâm’da “din adamları”ndan bahsedilmesi, din adamı diye bir sınıfın, bir mesleÄŸin mevcut bulunduÄŸu izlenimini uyandırmaktadır.
Din kelimesi daha deÄŸiÅŸik sıfatlar alarak da kullanılmaktadır. “Din adamı” gibi, meselâ “dinî ibadetlerimiz” veya “dinî günler” vs. ifadelere de rastlanmaktadır. Ä°lk bakışta yanlışlığı hissedilmeyecek kadar örtülü olan bu ifadelerin altında da dini, dünya iÅŸlerinden veya dünyadan ayrı gören bir telâkkinin varlığı kabul edilmelidir.
Bütün bu çeÅŸit ifadeler, terkipler, tamlamalar, bize Hıristiyan Batı kültüründen geçme terimlerdir. “Dinî ibadet” derken, sanki dinî olmayan bir ibadet biçimi varmış gibi veya daha kötüsü, davranışlarımızın bir kısmı ibadet hükmünde, diÄŸer bir kısmı ibadetin dışında kalıyormuÅŸ gibi bir izlenim uyandırılmaktadır.
Ä°badeti Hıristiyanlıkta olduÄŸu gibi, bir seremoni, bir ayin olarak telakki edenler için mesele yok elbet. Fakat hakkını vererek yaÅŸayan bir Müslüman için ibadet olmayan, ibadet hükmüne geçmeyen hangi davranış vardır?
Günlük konuÅŸmalarımızda “din” diye bir ayrıma yer vermemiz, biz farkında olmasak da bizim hangi zihniyete göre düÅŸündüÄŸümüzü ele verecek bir kıstastır.
Samimiyetle Müslümanlığını ortaya koymak isteyen kimselerde bile, Ä°slam’ı kapitalizmle veya sosyalizmle bir arada düÅŸünmek eÄŸilimlerinin salgın halde bulunduÄŸu günümüzde, onu bu izm’lerden biriyle terkip ederek düÅŸünmek nerdeyse moda haline gelmiÅŸken, Ä°slam’ı sadece ve sadece kendi baÄŸlamı içinde düÅŸünerek ona teslim olmak önemsenmeye deÄŸer bir olay sayılmalıdır.
Ä°slam’ın ilim ve tefekkür tarzı
batınınkinden farklıdır
Kendisiyle yapılan bir mülâkatta Garaudy (Fransız müslüman mütefekkir) ÅŸöyle söylüyordu: “Batı Rönesansı, Müslümanlardan sadece tecrübe (deney) metodu ile tekniÄŸini aldı. Onun, Allah’a götüren ve insanlığa hizmeti esas alan yönünü bir tarafa bıraktı.” (Yeni Devir, 3.4.1983, s. 1)
Basit gibi görünen bu cümle, bu basitliÄŸi içinde, Batı tefekkür tarzı ile Ä°slâmi tefekkür tarzı arasındaki önemli farklılığı iÅŸaret etmektedir. Bu fark, çoÄŸu zaman gözlerden kaçtığı için biz, Batı ilmi ile Ä°slâmî ilmi kolayca aynı kaba koyabiliyor ve onları aynı kap içinde mütalâa edebiliyoruz. Yine bu yüzden ve tabii Batı zihniyetinin telkinleriyle, bilimi objektif, tarafsız, her yerde aynı kalıplar içinde uygulanabilir bir vakıa olarak kabul edebiliyoruz.
Bu görüÅŸ, bilimi, insanların dışında, amacı kendinden ibaret bir faaliyet alanı olarak görüyor. Bununla birlikte, pratikte hiç de böyle olmadığı, o ilmi ortaya koyan zihniyetin istekleri doÄŸrultusunda bir pratiÄŸi gerçekleÅŸtirdiÄŸi görülmektedir. GerçekleÅŸtirilen bu pratikse, yine kendi temel paradigması (dünya görüÅŸü) içinde, insanları Allah’tan uzaklaÅŸtırıcı bir fonksiyon icra etmektedir.
Batı Rönesans’ı, Ä°slâmî tefekkür tarzından aldığı her türlü bilgi ve yöntemi profanlaÅŸtırmıştır. Yani, onun kutsal içeriÄŸini boÅŸaltmış, bu bilgi ve yöntemi, boÅŸ kalıplar halinde benimseyerek, içeriÄŸini dünyevî ve cismanî bir anlayışla doldurmuÅŸtur. Bu bilgi ve tecrübe birikimini Allah’a götüren, insanoÄŸluna bu yolda hizmet veren bir amaçla kullanmamıştır.
Sözünü ettiÄŸimiz niyet farklılığı, o kadar önemlidir ki, bu farklılığı kavramadıkça, Ä°slam’ın ve Batı’nın ve DoÄŸu’nun ortaya koydukları kültürlerin farklılığının lâyıkıyla deÄŸerlendirilebileceÄŸine ihtimal veremiyorum.
Ä°slâm’ın temel mesajlarından biri olan evrenin yaratılmış (mahluk) olması keyfiyeti, Müslüman âlimlerin ona mahluk olarak (bir baÅŸka yüzüyle emanet olarak) muamele etmesine yol açarken ve bu anlayış, kendi doÄŸrultusunda bir ilim ve tefekkür tarzını hasıl ederken; evrenin (ve dolayısıyla tabiatın) mahlûk (yaratılmış) olduÄŸu inancından yoksun bir yaklaşım, aynı tabiata, günümüz Müslüman düÅŸünürlerinden Seyyid Hüseyin Nasr’ın belirttiÄŸi gibi, ona sorumsuzca, bir fahiÅŸe gibi muamele edilmesine yol açmaktadır. Bu yüzden de Batı teknolojisi halen, elinde dünyayı birkaç defa imha edebilecek bir nükleer gücü bulundurabilmektedir.
Ä°slâm’ın ilim anlayışıyla Batı’nın ilim anlayışındaki farklılık, böylece sırf soyut ve kuramsal, spekülatif (felsefi) bir deÄŸer ifade etmiyor, daha önemlisi bu anlayış farkının pratikteki yansıması oluyor.
RASÄ°M ÖZDEREN - YENÄ° ÅžAFAK
Henüz yorum yapılmamış.