Sosyal Medya

Kürsü

Kemal Sayar: Psikolojik ceset halinde dolaşan, yaşayanlar mezarlığında soluk alıp veren ruhlar

İki kişi yüz yüze bir odada buluşur ve birbirini dinler, birbiriyle konuşur. Biri daha çok konuşur.



O odada yaÄŸmurlar yaÄŸar, fırtınalar kopar. Ä°ki kiÅŸiden biri diÄŸerinden o an için daha dertlidir. Bir seküler itiraf ayini. Mahrem bir odada, mahrem bir konuÅŸma. Diyalojik bir karşılaÅŸma. Terapist tavsiyeler veren, yol gösteren, kiÅŸinin sorunlarıyla daha iyi baÅŸ etmesi  ve kendisini daha iyi anlayabilmesi için yardım ve çözüm önerilerini sunan bir ÅŸifacıdır orada. Psikanalizden yola çıkanlar sorunların kiÅŸinin kendisi hakkında bilmediÄŸi ÅŸeylerden kaynaklandığı fikrindedir. VaroluÅŸçu, insanlık durumuna içkin olduÄŸu halde inkar ettiÄŸimiz gerçeklikten dem vurur. KiÅŸi mesela bir türlü kendi ölümüyle yüzleÅŸememektedir. Acımızın kaynağı kendimiz hakkında bilmediÄŸimiz ÅŸeylerse ya? Kendi ruhsal gerçekliklerimizi derinlere gömdüÄŸümüz için, bir seraplar dünyasında yaşıyor olabilir miyiz? Ya kandırıyorsak kendimizi? Olma yolculuÄŸu, bizi 'vicdan istirahati'nden uyandıran can yakıcı sorularla baÅŸlar.
 
Psikoterapi Batı kültüründe bir hayat rehberi olarak dinin yerini alıyor.Terapötik olanın zaferiyle ‘psikolojik insan’ yükseliyor.  Geleneksel kültürle baÄŸlarını koparan, ıstırabı hayatından hemen ÅŸimdi kovmak isteyen, kötü ruhları itiraf odasında kendinden uzaklaÅŸtıran ama bunu artık bir rahibin deÄŸil, bilimin kılavuzluÄŸunda yapan bir insan. ‘Tanrı’nın ölümü’ herkesi kendi anlamını yaratmak zorunda bırakmıştır. Ä°nanç ve geleneÄŸe iltica etmekle sükun bulan ruhun yerini, akılcı çözümlerle ıstırabı savuÅŸturmak isteyen ve kaderin sillelerini ontolojik bir kabulleniÅŸle deÄŸil bir haksızlığa uÄŸrama duygusuyla reddeden bir bilinç almıştır.
 
Modern kiÅŸi, gelenekten, toplumdan, paylaşılan anlamdan kendisini koparmıştır. Bu özgürlük ahlâki iliÅŸkilerini ve onun üstünden ruhsal iyiliÄŸini etkiler. Benlik geleneksel anlam saÄŸlayıcılarından bir kez azat edildiÄŸinde, insanlar kendileri dışında ahlâki referans noktası bulamaz olur. Ahlâki endiÅŸeyi besleyen çatışmalar, mahrem/özel alan halısının altına süpürülüverir. Ahlâki karar ve katılımlar, geleneksel kılavuzların yokluÄŸunda, bir seçim ve keyfiyet meselesi haline gelir. Sonuç: “benim için iyiyse o ÅŸey iyidir!’’
 
Oysa insanlık tarihi boyunca ahlâki endiÅŸe, kiÅŸinin sosyal kısıtlamaları dikkate almasını ve etik yanlışlıklar, tabular üzerine ortak bir anlayışa ulaÅŸmasını mümkün kılmıştır. Ä°yi insan olmanın ne demek olduÄŸuna dair, üzerinde toplumca ittifak edilmiÅŸ bir fikir vardır ve ahlâki endiÅŸeyi hattı zatında güdüleyen ÅŸey, bir gruba mensubiyettir. Ahlâki kodlar, daha geniÅŸ sosyal kurumların uzantılarıdır ve toplumsal deÄŸeri olan kılavuzları temsil ederler. Modern çağın ahlâki merkezi artık bireyin ta kendisidir. Günümüzün iyi insanı, bir iÅŸte iyi olan kimsedir. BaÅŸarabilecek kadar donanımı olan kiÅŸi, iyidir. DoÄŸru olanı yapmak yerine, doÄŸru teknik ve çözümleri bularak baÅŸarıya ulaÅŸmak geçmiÅŸtir. BaÅŸarının ilk elde toplumsal ifadelerle tanımlandığı geleneksel kültürlerin aksine, yeni baÅŸarı hikayesi özel zaferlere dair bir masaldır. Neyi nasıl baÅŸardığın deÄŸil, o baÅŸarının sana ne kazandırdığı önemlidir artık.
 
Günümüzde özel ve mahrem alan arasındaki sınırlar çöküyor. Neyin özel neyin politik mesele olduÄŸuna dair geleneksel ayrımlar ortadan kalkıyor. GeçmiÅŸte mahrem olana ait sayılan kimi konular politize oluyor ve kamusal alanda tartışılıyor. Cinsiyet, cinsellik, ırk, etnisite gibi konular politikanın merkezine yerleÅŸiyor ve milyonlarca insanın üzerinde tartıştığı, kimileyin de uzlaÅŸtığı meseleler oluyor. Madeleine Bunting, hiç unutamadığım bir yazısında,  2004 yılında Guardian gazetesinde ÅŸöyle yazıyordu: ‘Pazar kapitalizminin yaygın deÄŸerleri, sadece politika ve kültür gibi kamusal alanları deÄŸil, duygusal hayatlarımızın özel alanını da talan ediyor. Pazar kurallarına tabi olmuÅŸ bir toplum, katılımcılarına yalnızca iki kimlik sunuyor: Çalışan ve tüketen. DeÄŸer ve statü bu kimlikler etrafında dönüyor. Ä°yi çalışan ve iyi eÄŸlenen kiÅŸi ideal kiÅŸidir artık. Çalışma ve tüketme zamanı inhisarına alıyor ve pazar deÄŸeri olmayan etkinlikler deÄŸer kaybediyor. Seven bir anne baba, iyi bir dost, ölmekte olan birisine ihtimam eden bir kiÅŸi olmanın hükmü kalmıyor. Kalbin ve ruhun, yakınlık için gereksindiÄŸi iki temel özellik, dikkat ve mevcudiyet kayıplara karışıyor. O kadar meÅŸgulüz ki karşımızdaki insanı can kulağıyla dinleyemiyor ve bu yüzden de onu hakkıyla tanıyamıyoruz. Pazar kapitalizminin mantığı insan etkileÅŸiminin her biçimine bulaÅŸmış durumda: Ä°liÅŸkilerimize yatırım yapıyor, iÅŸ dilini –partnerimizi-yatak odamıza taşıyoruz. AÅŸk da bu  deÄŸiÅŸ tokuÅŸtan nasipleniyor, ‘bu iliÅŸkiden ben ne alıyorum?’ ‘ihtiyaçlarım karşılanmıyor’ yollu yakınmalar aÅŸkı da ÅŸüphecilikle zehirliyor.  Cinsellik, baÅŸkalarını kendi amaçlarımız için kullanmamıza dönüÅŸüyor. Ä°nsan etkileÅŸimine dair anlayışımız çok banal, gerçek insani tatmin saÄŸlayan yerden, kaçınılamaz ve derin bağımlılıktan fersah fersah uzaktayız. Günümüzde benlikle bu aşırı uÄŸraşı, çağımızın ahlâki dekadansının, onulmaz bir kimlik arayışı halinde tezahürüdür. Kendimize takıntılı halimiz, kendimizi yüceltme arzumuz bir arayıştan ibarettir: Aidiyet, emniyet ve amaç duygusunu arıyoruz. Çünkü içinde yaÅŸadığımız çaÄŸ, bize bunların hiçbirini sunmuyor.’
 
KüreselleÅŸme özel hayatın dokusunu tahrip ediyor ve bireyciliÄŸi denetlenemez bir narsizmin ve kendine takıntılı olma halinin kıyılarına bırakıyor.  Dijital iletiÅŸimin küresel galaksisinde, pazar kuramları ve ulus aşırı ÅŸirketler bir “kopuÅŸ ruhu” yaratıyor. Yalnız, uzak, endiÅŸeli  ve boÅŸ: Bu sözcükler bireysel benliÄŸin küreselleÅŸen dünyadaki duygusal sınırlarını çiziyor. AÅŸk, cinsellik ve iliÅŸki, “küresel soÄŸuma” dan nasipleniyor. GeçmiÅŸ dünyanın katı, önceden tanımlanmış cins iliÅŸkilerinin yerini daha akışkan, daha fazla iletiÅŸime dayalı iliÅŸkiler alıyor. Gerçi “ölüm bizi ayırana dek” nakaratı geçmiÅŸ iliÅŸkilere bugünün soÄŸuk, duygusal stratejilerine göre daha fazla sıcaklık katıyordu. Kadınlara yönelik çok satan nasihat tarzı yardım  kitapları bu  “kültürel soÄŸuma”yı tırmandırıyor. Nasıl zayıflarsınız, nasıl seksi görünürsünüz, saçı nasıl boyamalı, nasıl estetik olmalı? Medya kadınlara, günümüzün çok riskli iliÅŸkiler pazarında nasıl sıkı pazarlık edeceÄŸini öÄŸretiyor. Feminizm özel hayatlara taşınıyor, kadın mükemmel bir ÅŸekilde paketleniyor ve sonuç: “Sex and the City”!
 
Günümüz toplumunun mümeyyiz vasıflarından birisi de “ahlâki bireycilik”. “Herkesin ahlâkı kendine” düsturunda ifade bulan bu yaklaşım toplumun ortak tabularını, herkesin ittifakla kınayacağı etkinlik, inanç ve eÄŸilimleri ortadan kaldırıyor. O halde, “Bana dokunmayan yılan bin yaÅŸasın!”. Sosyal bilincin zayi olmasıyla, bireyler kendi ahlâki emirlerini kendi arzularınca tayin edebilirler. Sosyal bilinç yerine kiÅŸisel bilincin yükseliÅŸi, kiÅŸilerin kendileriyle ahlâki sözleÅŸmeler yapması demek. EÄŸer ahlaki davranışa rehberlik edecek sosyal kuramlar görünürde yoksa, ahlâken uygun davranışın adı “kendine iyi olmak” ÅŸeklinde tanımlanır. Bu durum ahlâken anlamlı iliÅŸkilerin yıkılmasıyla pekiÅŸir. “Dostlukların son günü” gelip çatar. Dostluklar artık simgeseldir. Onların biricikliÄŸi efsanesi, bir dizi iyi izlenim uyandırma stratejisiyle sürdürülür. BaÅŸkalarını istismar, ayıp olmaktan çıkabilir. Bu artık, yabancı dış dünyanın etkin bir biçimde mühendisliÄŸini saÄŸlayan yaratıcı ve ahlâken  tarafsız bir stratejidir. “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” dünyasının sakinleri, topluma hizmet etmeyi bırakın, dostlara hizmeti bile çok görür. Ani doyum önemlidir. Sosyal feragat ve benlikten kurtulmaya dayalı ahlâki doyum, adeta yok mesabesindedir. Ahlâki gerilim; kiÅŸi kendisine ihanet ettiÄŸini, kendisiyle olan sözleÅŸmesine uymadığını düÅŸündüÄŸünde ortaya çıkar. Bir iÅŸten maksimum çıkar saÄŸlayacağı sıra, içinden bir ses onu durdurduÄŸunda. Ancak madem ahlâklılık kiÅŸinin kendisiyle vardığı ahlâki uzlaşıdan ibarettir, o halde sözleÅŸme maddeleri deÄŸiÅŸtirilebilir! Ahlâki deÄŸerlendirmenin yeni temeli kendini tatmin olunca, insanların tarih boyunca kendilerine saygı duymalarını saÄŸlayan iyilik fırsatları deÄŸer kaybeder. KiÅŸinin ancak kendi çıkarlarını aÅŸan bir ahlâki eylemle  “iyi insan” olabileceÄŸini söyleyen kadim düÅŸünce iÅŸitilmez olur.
 
Sosyal arenadan ahlâkın çekilmesi, Batı modernitesinin erdemin yerine araçsal aklı, kâr güdüsüne güç temerküzünü koymasının kısmi bir tezahürüdür. Kâr yönelimli kapitalizm, meÅŸru bir ahlâki kozmoloji için saÄŸlam zemin oluÅŸturmuyor. Belki de ahlâkın ve merhametin daha yüksek sesle konuÅŸacağı bir zamana eriÅŸmiÅŸ bulunuyoruz. “Kendime bunu borçluyum” diyor modern insan, dünyaya deÄŸil, kendine borçludur o. Modernin iç savaşı, kendisinden en yüksek düzeyde verimi almak üzerinedir. GeçmiÅŸin geleneÄŸi kiÅŸinin kendisine dikkatinin ve kendisini tatmin etmesinin üst sınırlarını çiziyordu. Artık sorun toplumun deÄŸil kendi taleplerimizin, kendimiz tarafından, ne ölçüde karşılanabildiÄŸidir. Böylece histeri gibi bastırma ile ortaya çıkan ve sosyal günahkârlık korkusundan beslenen bozukluklar kaybolur ve onların yerini, sabrın ölümünü simgeleyen dürtüsellikle ilgili belirtiler alır. Ä°çsel dürtülere yönelik dikkat, pazar ekonomisine koordine edilir ve ÅŸöyle söyler: “Senin her ÅŸeye hakkın var!”. Özgüven mesnetsiz bir biçimde ÅŸiÅŸirilir ve tüketimciliÄŸin ekmeÄŸine yaÄŸ sürülür: “O arabaya hakkın var! O eve, o giysiye hakkın var!”. Modern ruhun temel özelliklerinden birisi de bu hak etme duygusudur. Tüketici olarak benlik fenomeni ve gençliÄŸe yapılan mütemadi vurgu, modern kültürün ekonomik motiflerin de etkisiyle bireyleri çocuklaÅŸtırdığı ÅŸeklinde yorumlanabilir. Modern kültür sunilik ve imge pazarlaması üzerine  ÅŸekillenirken, kiÅŸi benliÄŸini pazara bir mal olarak sunar. Belirli durumların özelliÄŸine göre, kiÅŸi kendisini deÄŸiÅŸik ÅŸekillerde pazarlayıp satabilir. Duygusal dünya, utanma ve sıkılma gibi uyarı sistemlerine kulak asmaz. Neticede  duygular da pazarlanabilir ve ücreti mukabilinde hizmete sokulabilir.
 
Stepan Mestovic duygusal açıdan içi boÅŸalmış insanların , toplumsal ilgiler duymadan, yüzeysel duygularla kendi çıkarları peÅŸi sıra gittiÄŸi kültürel ortamı duygu sonrası toplum olarak tanımlıyor. “Duyguların Mc DonaldlaÅŸtırılması” olarak da isimlendirilebilecek bu süreçte çağımız insanı artık gerçek duygularını yaÅŸayamaz; onları eyleme dökemez; olsa olsa duygu simulasyonu yaÅŸayabilir. Olayların insanlarda kolektif bir coÅŸku yarattığı, onları duygulandırdığı ve eyleme sevk ettiÄŸi zamanlar geçip gitmiÅŸ, duygular paketlenip kullanıma sunulmuÅŸtur. Televizyon ekranlarında izlediÄŸi soykırıma karşı tek yapabildiÄŸi, nazik olmak ve merhamet duymaktır.
 
Duygunun terk edilmesi, modern  kiÅŸinin en temel duygusal gerçekliÄŸi olarak tarif edilen, derin bir içsel  “küntlük ve ölüm hali”ne yol açar. VaroluÅŸsal sorunlar ve “ruh ölümü” böyle bir ortamda filizlenir. Psikolojik ceset halinde dolaÅŸan, yaÅŸayanlar mezarlığında soluk alıp veren ruhlar.
 
Ä°ki kiÅŸi dünyayı deÄŸiÅŸtirebilir. Ä°ki kiÅŸinin gerçek bir sohbete tutuÅŸması, geleceÄŸin elinde tuttuÄŸu imkanlara birlikte hazır olması demektir. Yani bu konuÅŸma bana ve sana çok ÅŸey katabilir, biz bu konuÅŸma sayesinde eskisinden daha farklı insanlar olarak buradan ayrılabiliriz. Bir buluÅŸma imkanı olarak psikoterapinin Batılı kapitalist deÄŸerlerin yeniden üretildiÄŸi ve mevcut halin parlatıldığı bir çabuk tamir seansı olması, onun içinde taşıdığı devrimci potansiyeli heba eder. Ä°ki kiÅŸi sahici bir buluÅŸmayla dünyayı deÄŸiÅŸtirebilir. Aydınlanma pozitivizminin her ÅŸeyi intizama sokmak isteyen isterik bilincini uzaklaÅŸtıralım kendimizden. Her türlü öznelliÄŸe, her türlü bilmeye, öznellikler arası geçiÅŸlere hazır olalım. Psikoterapiye ahlâkı geri getirelim, hatta psikoterapi otağını ahlâkın tam ortasına kuralım.
 
KAYNAK: SERBESTÄ°YET

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.