Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Turan Kışlakçı'nın kaleminden: İmam Gazali, Somali, Dinsizler ve Dindarlar

İnsanları hayra koşturan ve fakiri-yoksulu düşünmeye teşvik eden bir aydayız. Ramazan ayı geldiğinde bunlara bigâne kalmak neredeyse imkânsız. Çünkü bu aydaki ibadetin asıl hedeflerinden biri aç kalarak fakir ve yoksulun halini tefekkür etmek ve ona yardım elini uzatmaktır. Tabiî ki bu davranış sadece bu aya mahsus değil, tüm aylarda aynı hayrı idame ettirmek üzere olmalı…



Åžimdilerde, hem Türkiye’de hem de tüm Ä°slam dünyasında özellikle kıtlıkla boÄŸuÅŸan Somali’li Müslümanlara yardım için büyük bir çaba sarf ediliyor ve kampanyalar yapılıyor. Yetimlere, yoksullara, muhtaçlara, dullara, miskinlere, yolda kalmışlara ve fakirlere yardımı bolca hissettiren Ramazan ayının manevi havasında yapılıyor tüm bunlar…
 
Biz de, Ä°mam Gazali’nin Ä°hya’sından ve Maun Suresinin tefsirinden bir bölüm sunarak, bu ayda yapılması gereken tefekküre bir katkıda bulunmak istiyoruz.
 
“DÄ°NSÄ°ZLER KÄ°MDÄ°R?” VE “DÄ°NDARLAR KÄ°MDÄ°R?”
 
Maun sûresinde yüce Allah ÅŸöyle buyurmaktadır. “Din gününü (ahiretteki mükâfatı ve cezayı) yalanlayanı gördün mü? Yetimi itip kakan, fakire yemek vermeyi teÅŸvik etmeyen iÅŸte odur. Sonra kıldıkları namazlardan gafil olan, riyakârlık eden ve en basit ihtiyaç maddelerini insanlara vermekten kaçınan namaz ehli için zillet vardır.”
 
Bu sureyi ünlü bir Ä°slam âlimi ÅŸöyle tefsir etmektedir: “Dünyadaki insanların çoÄŸu kendilerini dindar sayar, ahirette va’dedilen sevaplarla müÅŸerref olacaklarını zanneder ve kendi dışındaki insanları veya grupları merdut ve hakir görürler. Bu davalarına delil olmak üzere de, dinlerinde, meÅŸakkate sebep olmayan bazı resmi amelleri –ihlâsları kâmil olmasa ve gönüllerinde eserleri görülmese de- gösterirler. Oysa Rasûlullah zamanındaki Hıristiyanlar ve Yahudiler de kendilerini dindar sayar, delil olarak da dinlerince namaz kılıp oruç tutmalarını gösterirler; kendilerini bahtiyar ve Allah katında sevgili kimselerden, muhaliflerini ise bedbaht, sapkın ve saptırıcı olarak görürlerdi. Bu yüzden, Allah Teâlâ, dinsizlerle dindarların kim olduÄŸu hakkında çok açık bir ölçü koymuÅŸtur. Herkesin kendisini bu ölçüye vurması, sırf kendi bildiÄŸiyle kendisinin saadete –dindar-, muhaliflerininse ÅŸekâvette –dinsiz- olduÄŸuna hükmetmemesi, zahirî ve resmî ÅŸeylerle yetinip maÄŸrur olmaması gerekir. Allah Teâlâ “Dinsizler kimdir?” ÅŸeklindeki bir soruya “Yardım isteyen yetimlere hakaretle bakar, onlara katı davranır ve eziyet ederler; yoksulları doyurmak için insanları teÅŸvik etmezler!” cevabını verdi. Bundan, “Dindarlar kimdir?” sorusuna verilecek cevabın “Yetimlere, yoksullara ÅŸefkatli olanlar ve onların dertleriyle dertlenenlerdir!” olacağı anlaşılır. Ä°ÅŸte, dinsizlerle dindarların kim olduÄŸunu öÄŸrenmek için Allah Teâlâ tarafından konulan ölçü budur.
 
Yetim sözünün kapsamına tüm zayıf kimselerle muhtaçlar girdiÄŸinden, yetimleri hor görenler ve onlara dönüp bakmayanlar, tüm zayıf insanlara hakaretle bakmış olurlar. Bu yüzden “Dinsizler kimdir?” sorusunun cevabı “kendi zenginliklerine, güçlerine güvenerek baÅŸkalarını hor görenlerdir” demek olur. Ancak, günlük yiyeceÄŸini bulabilen kimseler miskin/yoksul sınıfına girmez. Elinden geldiÄŸi halde, böyle kimselere yardım etmeyenler bu ayetin tehdidi altına girmezler.
 
Miskinleri/yoksulları doyurmaya teÅŸvik etmek, vermek için bir ÅŸeyleri olmadığı zamanlarda, ellerinden geldiÄŸince baÅŸkalarına önayak olmaktan ibarettir. Buna göre, kazanca gücü olan herkes, yoksulların ve yetimlerin hallerini gözetmekle yükümlüdür. Malları olanlar malla yardımda bulunur, malları olmayanlar da dilleriyle ve kalemleriyle insanları teÅŸvik ederler; çünkü toplumsal dayanışma bunu gerektirir.
 
Yetim ve yoksullarla ilgilenmeyenler ve onları Ä°slam ruhunda eÄŸitme hususunu önemsemeyenler… -namaz kılsınlar, kılmasınlar- dinsizdirler; Çünkü insanı ÅŸeriatın emrettiÄŸi iÅŸlere sevketmeyen namaz, kiÅŸinin ihlasına deÄŸil yalancılığına delildir.”
 
Hayır cemiyetleri kurmak, bu ayet-i kerimenin hükmüyle sabittir. Bugün fakirlere yardım etme ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılama konusunda tek çare hayır kurumlarıdır. Ancak bu kurumların da ayırım gözetmeksizin her muhtaca yardım etmelidir. KureyÅŸ kabilelerinden bazılarının, zulme ve haksızlığa uÄŸrayan kimseleri savunmak ve onlara yardım etmek amacıyla kurdukları ve Hz. Peygamber (sav)’in de katıldığı Hılfu’l Fudûl antlaÅŸması bu kurumların en güzel örneklerinden biridir. Resûl-i Ekrem (sav) Hılfu’l Fudûl ile ilgili olarak; “Ben, Abdullah b. Cüd’an’ın evinde yapılan bir antlaÅŸmada hazır bulunmuÅŸtum; Ä°slam geldikten sonra onun bir benzerine katılmaya çağırılsam yine kabul ederdim” der.
 
Fakat, yardım kurumlarımızın iÅŸi sadece yardım dağıtmak olmamalı aynı zamanda kiÅŸiyi ve bölgeyi fakirleÅŸtiren veya yoksullaÅŸtıran sorunların da üstesinden gelmek için çaba sarfetmelidir. ÖrneÄŸin fakir ve yoksula karnını doyuracak yardım yapılmasının yanı sıra çalışabileceÄŸi bir iÅŸ veya geçimin saÄŸlayabileceÄŸi bir ortam hazırlanmalıdır. Bu konudaki prensibimiz “Dilenme, çalış!” ve “Balık tutmayı öÄŸretmek” olmalıdır. Ayrıca yoksulluk bir fert veya ailenin deÄŸil tüm toplumu ilgilendirecek bir problem ise bu bölgede insanları yoksullaÅŸtıran ortamın izalesi içen çalışılmalıdır. Mesela Somali’nin içinde bulunduÄŸu durum stratejik öneminden dolayı maruz kaldığı iÅŸgallerdir. Fakir Somali halkı tıpkı Afgan halkı gibi yıllarca süper güçlerle savaÅŸ zorunda kalmış ve sonunda kendileriyle savaşır hale gelmiÅŸlerdir. Müslüman kurumlara Somali’de düÅŸen birinci görev iÅŸgali bitirmek, Müslüman gruplar arasında arabuluculuk yapmak ve insanları kurak ortamdan daha verimli alanlar çekip orada tarım ve hayvancılık için imkânlar sunmaktır. Burada da prensibimiz “Elele sorunların üstesinden gelmek” olmalıdır.
 
Umarım kurumlarımız bu anlatılmak istenenleri çok iyi anlarlar. Çünkü bunlar çok hassas konular. Günümüz Müslümanlarının Åžer’i kaideleri dikkate almaksızın sadaka paylaÅŸmalarının, Ä°slam dünyasının felaketine, ahlakın bozulup, ekonomik ve sosyal ÅŸartların geriye gitmesine yol açtığı malumdur. ÖrneÄŸin, günümüzde birçok zengin iÅŸ adamı, zekât, sadaka ve infaklarını bazı dernek, kurum ve vakıflara vermekte ancak bu kurumlar da fakir ve yoksullardan çok zengin çocuklarına hizmet etmeyi kendilerine gaye edinmiÅŸlerdir.
 
Ä°MAM GAZALÄ°’DEN ALTIN ÖÄžÜTLER
 
Ä°mam Gazali çağımızın sevilen ancak yeterli anlaşılmayan âlimlerinden biridir. Bunun da nedeni belki, kitaplarının özellikle de “Ä°hyâ-u Ulumu’d Din”in iyi bir tercümesinin olmamasından kaynaklanmaktadır. Kitap, her ne kadar bazı zayıf hadisleri ve rivayetleri içerse de, selef ve halef uleması tarafından tüm Müslümanlara çaÄŸlar boyunca okunması salık verilen en mühim kitaplardan biri olarak tavsiye edilmiÅŸtir.
 
Ä°mam Gazali, bu deÄŸerli kitabının üçüncü cildinde maÄŸrur olan (aldanan) insanları tasvir eder ve onlara öÄŸütlerde bulunur. MaÄŸrur olan insanları ilim sahipleri, ibadet ve amel erbabı, mutasavvıflar ve Servet sahipleri olmak üzere dört sınıfa ayırır.
 
Konumuz servet sahipleri olduÄŸu için bizlerde o bölümü alıntılayacağız. Ä°mam Gazali “Ä°hya”da, Ä°slam’ın esas usulünden hareketle, fakirlere ve yoksullara yardım etmenin cami yaptırmak, farz hacc dışında hacca ve umreye gitmek, nafile namaz kılmak ve oruç tutmaktan daha efdal olduÄŸunu söyler. Maun suresine de atıfta bulunan Gazali, çağındaki bazı Müslüman zenginlerin Lübnan daÄŸlarından yazın kar getirmek, ÅŸaÅŸalı evlilikler düzenlemek ve çocuklarının sünnet ÅŸöleni için harcadıkları paranın milyonlarca açı doyurmaya yettiÄŸi kaydeder. Müslüman zenginlerin bu gereksiz harcamalarının Ä°slam toplumunu, haçlılar, moÄŸullar ve sapık düÅŸüncelerin istilasına uÄŸrattığını belirten Gazali, aynı zamanda zenginlerin haksız mal sahibi olmaları ve gereksiz harcamaları yüzünden milyonlarca insanın göçmen durumuna düÅŸtüÄŸüne iÅŸaret eder. Gazali, zenginleri yererken tembel ve çalışmayan fakirleri de ağır eleÅŸtiriye tabi tutuyor.
 
Ä°ÅŸte, Gazali’nin Ä°hya’sında uyardığı dördüncü sınıf servet sahipleri hakkında yazdıkları… MaÄŸrur olanlar (aldanlar) pek çoktur diyen Gazali, servet sahiplerini beÅŸ grupta inceler;
 
Birinci grup: Cami, okul (medrese), kervansaray, tekke, köprü ve benzeri herkesin görebileceÄŸi hayır iÅŸleri yapmaya haris olanlar. Kısacası insanların gözüne çarpan ÅŸeyler yaparlar. Daima anılsınlar ve ölümden sonra eserleri kalsın diye kireçlerle isimlerini bu mâbedlerin kapılarına yazarlar. Onlar, böyle yapmakla maÄŸfirete müstehak olacaklarını zannederler. Oysa burada iki yönden maÄŸrur olmuÅŸlardır:
 
Birinci Yön: Bu tür hayır iÅŸlerini yapmak isteyenler servetlerinin çoÄŸunu ÅŸüpheli yollardan; rüÅŸvet, yaÄŸma, zulüm, talan ve haksızlıklarla elde etmiÅŸlerdir. Önce böyle gayr-ı meÅŸru bir kazançla, sonra da infakında Allah’ın gazabına uÄŸramışlardır.
 
Ä°kinci Yön: Bunlar bu hayrı yaparken halis niyetle yaptıklarını sandılar. Halbuki, birisine bir altın ver, fakat ismin yazılmasın, dense can sıkılır ve bunu vermek istemez. Bunlar da çoÄŸu zaman malı helâlden kazanıp, mescidlere sarfeder. Fakat bu da iki yönden aldanmışlardır:
 
1. Riya ve övgü peÅŸinde koÅŸmaktır. Zira etrafında aç ve muhtaç insanlar bulunduÄŸu halde cami inÅŸasına ve süslenmesine para sarf etmeyi yeÄŸler. Hâlbuki fakir ve muhtaçlara yardım etmek daha iyidir. Cami vb… yerlere para sarfetmek, halk arasında ÅŸöhret bulacağı için ona daha kolay gelir.
 
2. Serveti caminin nakış, tezyin ve yaldızlarına sarfetmek. Namazdan maksad, huÅŸu ve kalp huzurudur. Buna mani olacak her ÅŸey yasaktır. Bunun camide yaptığı nakış ve iÅŸlemeler, namaz kılanın gözünü kendine çeker, namazın huzurunu bozar, gönülleri meÅŸgul eder de sevaplarını azaltır. Bunun cezasını da yaptıran çeker.
 
Ebu Derdâ, Hz. Peygamber’in ÅŸöyle buyurduÄŸunu rivayet eder: “Mescidlerinizi süslendirdiÄŸiniz, mushaflarınızı tehziblendirdiÄŸiniz (yaldızladığınız) zaman, helâk sizin için mukadderdir.” (Ä°bn-i Mübarek, Zühd)
 
Ä°kinci grup: Ä°simleri bilinsin diye herkesin huzurunda mallarını fakir, muhtaç ve miskinlere sadaka olarak verenler. Ä°yiliÄŸi ifÅŸa edip iyilik yapana teÅŸekkür eden fakiri arayıp bulurlar. Gizlice sadaka vermekten hoÅŸlanmazlar. Ayrıca dindar ve salih kiÅŸi olduÄŸunu göstermek için bol bol Umre ve Hacc’a giderler. Hem de komÅŸusu ve ÅŸehirlisi açlık, sefalet ve ihtiyaç halinde iken bunu bilip yaparlar.
 
Bunun için Ä°bn Mes’ud (r.a) ÅŸöyle demiÅŸtir: “Ahir zamanda, sebepsiz hacc ve umre yapanlar çoÄŸalacaktır. Onlar için hac seferleri kolaylaÅŸacaktır. Rızıkları çoÄŸalacaktır. Fakat hacdan ve umreden mahrum ve sevapları kendilerinden alınmış olarak döneceklerdir! Onlar binitlerine biner kumlu ve susuz çöllerde uzun yolculuÄŸa çıkarlar. Oysa komÅŸusu yanı başında muhtaç bulunmakta ve ona elini uzatmamaktadır.”
 
MeÅŸhur abidlerden Ebu Nasir et-Temmar ÅŸöyle anlatıyor: Adamın biri hacca gitmek üzere BiÅŸr el-Hafî’ye vedaa geliyor ve BiÅŸr’e:
 
-“Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı?” der. BiÅŸr:
 
-“Ne kadar harçlığın var?” diye sorunca, adam:
 
-“Ä°ki bin dirhem!” diye cevap verir. BiÅŸr:
 
-“Hacca gitmekle zühdü mü, yoksa Ka’be’ye olan aÅŸkını mı, yoksa Allah rızasını mı kasdediyorsun?” diye sorunca, adam:
 
-“Allah’ın rızasını kasdediyorum!” der. Bunun üzerine BiÅŸr:
-“O halde evinde dururken sana peÅŸin olarak Allah rızasını kazandıracak bir ÅŸey’i sana söylersem, yapar mısın?” der. Adam:
 
-“Evet! Yaparım” deyince, BiÅŸr:
 
-“O halde git, bu parayı on ÅŸahsa ver: Borcunu vermeye çalışan borçluya, fakirlikten kurtulmak isteyen fakire, nüfusu kalabalık, geçimi dar olan bir aileye, yetimi büyütene ve sevindirene ver; eÄŸer kalbin o iki bin dirhemi bu saydıklarımdan birine vermeye razı ise ver. Zira bir müslümanın kalbine sevgi sokmak, üzüntülüyü üzüntüsünden, felâketzedeyi zararından, zayıfı zafiyetinden kurtarmak, farz hacdan sonra yüz nafile hactan ve umreden daha üstündür. Kalk! Sana emrettiÄŸimiz gibi o parayı infak et! Aksi takdirde kalbindekini bize söyle!” dedi. Adam:
 
-“DoÄŸrusu benim kalbimde hacca gitmek daha ağır basıyor” dedi. Bunun üzerine BiÅŸr gülümseyerek adama yöneldi ve :
 
-“Servet, ticaretin kirinden ve ÅŸüpheli ÅŸeylerden kazanıldığı takdirde, nefis, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ister ve sâlih ameller yaptığını göstermek ister. Hâlbuki Allahu Teâlâ, yalnız muttakilerin amelini kabul eder” dedi.
 
Üçüncü grup: Malları ile meÅŸgul olanlar. Bunlar, servetlerini cimrilikle korur, onlardan infak etmez, parasız olan namaz, oruç ve Kur’an-ı Kerim okumak gibi bedenî ibadetlerle meÅŸgul olurlar. Bunlar da aldanmış kimselerdir. Zira öldürücü cimrilik, bunların içini kaplamıştır. Bunun için BiÅŸr’e:
 
-“Falan zengin çok oruç tutar, çok namaz kılar!” dediklerinde, o:
 
-“Yazık zavallı adam! Kendisine yakışan halini bırakmış da baÅŸkasının haliyle hallenmiÅŸtir! Oysa bu zengine yakışan hal, açların karnını doyurmak ve yoksulların yardımına koÅŸmaktır. Onun böyle yapması, kendisine açlık ve uykusuzluk çektirmesinden daha iyidir, o, dünyalığı topladı da yoksullardan men’etti” dedi.
 
Dördüncü grup: Servetlerinden yalnız zekâtlarını vermekle iktifa edenler. Onu da en âdî mallarından ayırarak yaparlar. Zekât dışında infak ve sadaka yapmayı sevmezler. Zekâtı da zaten destek olması gereken bir çalışanına, hizmetçisine veya ileri de herhangi bir iÅŸte iÅŸi düÅŸebilecek bir fakire veya kendisinden herhangi bir hizmet bekledikleri birine ya da sosyal mevkiinden istifade edebilecekleri bir hoca veya büyüÄŸün kendisine ya da kurumuna verirler. Böylece o yardım ettikleri büyüklerin yanında ya da kurumlarında önemli bir paye sahibi olurlar. Onların her türlü ihtiyaçlarını da görürler. Bütün bunlar, sahipleri maÄŸrur olduÄŸu için niyeti ifsad edici ve ameli yakıcıdır. Bu maÄŸrur Allah’a itaat ettiÄŸini zanneder. Oysa yalancıdır; zira Allah’ın ibadetine (zekât, infak ve sadaka) karşılık, baÅŸkasından bir karşılık beklemektedir. Bu kimse ve bunun benzerleri servet sahibi olup gurura kapılmışlardır. Bunlar sayılamayacak kadar çoktur.
 
BeÅŸinci grup: Bunlar da servet sahibi ve orta halli veya fakir olan halktan bir gruptur. Zikir, va’z ve ilim meclislerine devam etmekle aldananlar. Bunlar dinlemenin kâfi geleceÄŸini sanarak meclisten meclise koÅŸtular. Hakkıyla amel etmeden, kuru kuruya yalnız dinlemekle mükâfat alacaklarını sandılar. Ä°ÅŸte, bunlar da aldanmışlardır. Zira bu tür meclislerin fazileti, hayra teÅŸviki bakımındandır. Hayra teÅŸvik etmeyen dinlemede bir fayda yoktur. Hayrı teÅŸvik eden dinleme makbuldür. Çünkü o, amele sevkeder. Åžayet amele vesile olmaz ise, yine hayırsızdır. Demek ki va’z u nasihat dinlemek, ondan ders alıp amel etmek içindir. Bazen de vâizden, zikir meclisinde hazır bulunmanın ve aÄŸlamanın faziletini iÅŸitir. Bununla da aldanır. Bazen kadınların rikkati (inceliÄŸi) gibi, bir rikkat kalbine girer, azmi ve kasdı olmaksızın aÄŸlamaya baÅŸlar. Bazen korkutucu bir konuÅŸma dinler. Ellerini iradesi dışında birbirine vurup “Ey Selâm (Allah’ın bir ismi)! Bizi selamette bırak”, “Allah’ım sana sığınırız” veya “Sübhanallah” demekten baÅŸka birÅŸey yapmaz ve zanneder ki böyle yapmakla hayrın tamamını iÅŸlemiÅŸtir. Oysa maÄŸrurdur. Bunun misali, hasta bir kimsenin misaline benzer. Ä°ÅŸtah çekici ve lezzet verici yemekleri vasıflandıran bir acın misaline benziyor. Bu aç, yemeklerin vasıflarını saydıktan sonra yemeden giderse, böyle yapması ne hastanın hastalığından, ne de acın açlığından hiçbir ÅŸeyi gidermez. Sadece ibadetlerin vasıflarını dinleyip amel etmezse bu Allah’ın azabından insanı kurtarmaz.”
 
Hâsılıkelâm, umarım yukarıda alıntıladıklarım bizlere bir ufuk çizmiÅŸtir. BaÅŸka düÅŸünceler peÅŸine koÅŸup onlardan medet ummak yerine dini hakkıyla ayaÄŸa kaldırabilirsek, ümmetin hatta insanlığın birçok sorununu çözmüÅŸ olacağız… Ama heyhat? Sözde Müslüman aydınlarlar ve âlimler nelerle uÄŸraşıyor görmüyor musunuz? Kimi ÅŸaz fikirlerin peÅŸinde koÅŸarak eÅŸsiz bir daha olduÄŸunu göstermekte, kimisi müritleri ile her yıl hacc ve umre gezi turları düzenlemekte, kimisi baÅŸkalarının ürünü olan emek ve fikirlerin üzerine konmakta, kimisi daha çok zengin olmak veya daha bol para kazanmak için her türlü haltı iÅŸlemekte, kimisi de zengin düÅŸmanlığı yaparak resmen biten “sosyalist” düÅŸünceyi Ä°slam’a dercetmeye çalışmakta…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.