Sosyal Medya

Güncel

Yıkım edebiyatının en iyi temsilcisi: Wolfgang Borchert

1921 yılında Hamburg’da doğan Borchert, Alman edebiyatına mahsus kısa öykü türünün önemli isimlerinden ve 2. Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen “Yıkım Edebiya­tı” diye dilimize yer etmiş Trümmerliteratur’un hatırı sayılır temsilcilerindendir. Şeyma Kısakürek Sönmezocak yazdı.



Hece Yayınlarından Haziran 2018’de çıkan Wolfgang Borchert’in Bütün Nesirleri Öyküler Denemeler Kaybolmuş Yazılar kitabını Burak Çelik Türkçeye çevirmiştir. Kamuran Şipal tara­fından 2003 yılında bazı öyküler çevrilmiş olsa da baskılarının olmaması bir yana topluca tek­rar yayınlanması açısından önemli bir çalışma olmuştur. “… Alman kültürüne aşinalığı ve dil becerisi bakımından şahsen Goethe ile aynı kefeye koyduğum W. Borchert’e, Türk okuyu­cusunun biraz daha kulak vermesini istiyorum. Bu kitabın çevirisi ile tüm yapmaya çalıştığım bundan ibaret. Çünkü şöyle bir söz okumuştum bir yerde: Edebî zevki bozulmuş insanlar edebî kitaplardan haz almazlar. Ve ben çatlatılmaya çalışılan Türk okuyucusunun zevk damarının hâlâ sapasağlam olduğunu biliyorum. Çünkü bu kitabı şu an elinde tutuyor.”

Bu hoş mukaddimenin ardından kitaba geçtiğinizde dört bölüm olduğunu göreceksiniz. Çevirmen notunun hemen ardından sizi on iki öykü karşılıyor. Ardından on dokuz öykünün sı­ralandığı “Bu Salı” bölümü var. Üçüncü bölüm­de “Sevgili Mavi-Gri Gece” ismiyle ölümünden sonra yayımlanan öyküleri var. Bu yirmi beş öy­küden sonra “Bu Bizim Manifestomuz” ismiyle, denemeleri, eleştiri yazıları, ek yazıları, kaybol­muş yazıları var.

Bir taraftan kaybolmuş yazıların arası­na sızmış Rilke hayranlığı, diğer taraftan Kurt Tucholsky ile Erich Kästner’in etkileri deneme­lerde karşınıza çıkacak bir iki husustur. John Locke’un başı çektiği boş levha, W. Borchert tarafından da benimsenmiş ve savunulmuş­tur. Küçük yaşından itibaren başlayan askerî yolculuğunun her durağını öykülerinden takip etmek mümkündür. Nazi rejiminden rahatsız olan Borchert’in sık sık farklı bahanelerle tu­tuklanması, hikâyelerindeki koğuş psikolojisini bu denli başarılı anlatmasını açıklıyor.

Yıkım edebiyatının temsilcilerinden

2. Dünya Savaşı’na zorla sürülen yazar, savaş sonrası meydana gelen “Yıkım Edebiya­tı” diye dilimize yer etmiş Trümmerliteratur’un hatırı sayılır temsilcilerindendir. Eser, özellik­le savaş sonrası yaşanan açlık, kıyım, sefalet, hikâyelerle birlikte sizi de içine çeker. Genç yaşında haklı olarak içinde barındırarak hayata tutunmaya çalıştığı umut ve mutluluk, karşı­sında ise savaş ve savaşın yıkımı olan yazarın bu iki zıt duygu ile nasıl savaştığını, kimi zaman umudun ağır basmasını kimi zaman barut ko­kularının genzinizi yakmasını hikâyelerinden rahatlıkla okuyabilirsiniz.

Gördükleri ve kısa hayatında yaşadığı bun­ca karamsarlık karşısında anlamsız bir me­lankoliğe düşmeyen üslubu, gayet net ve akıcı. Cümlelerinden anlaşılan olgunluğu, genç di­namizmin altında hissediliyor. Hapishanedeki gardiyanların ruhsuzluğu karşısında duyduğu tepkiyi, abartılı bir şaşkınlıktan çok uzak ancak yadırgayarak anlatırken; yağmur yağıyor der gibi basitçe; öldü demişti, toplama kampların­dan bahsedişi de durumu gayet normalleştir­miş, sıradanlaştırmış gibi bir üslupla oluyor.

Yazarın merhamet ve öfke duyguları ara­sında gidip gelişi, okuyucu için ip üstündeki cambazın dansı kadar ilgi çekici oluyor. Eserin sonunda okuyucuyu karşılayacak olan “Bu Bi­zim Manifestomuz”un bağrından çıkan; “Biz bu çıldırmış dünyada hâlâ, tekrar defalarca sev­mek istiyoruz!” cümlesinin ardından, kitabın arka kapağını kapatmadan önce, “O Zaman Tek Şey Kalır Geriye” denemesinde bunun bu yaşa­nan savaşlar karşısında nasıl mümkün olacağı­nı anlatıyor bizlere.

Şeyma Kısakürek Sönmezocak, “Kaybolan yazıların ardından”, Kitabın Ortası dergisi, Aralık 2018, sayı 21.

kaynak: Dünya Bizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.