Kürsü
Mustafa Öztürk- Cahillerle tartışmayın; çünkü ben hiç yenemedim
Follow @dusuncemektebi2
Mustafa Öztürk- Karar
BaÅŸlıktaki çarpıcı söz muhtemelen Ä°mam el-Gazâlî’ye aittir. “Câhil” kelimesi genellikle “âlim” (bilgili) kelimesinin zıddı olarak kabul edilir. Oysa bu kelimenin türediÄŸi “chl” (cehl) kökü Ä°slam öncesi Arap dilindeki kullanımlarına göre “hoyratlık, nobranlık, saldırganlık, barbarlık” gibi manalara gelir. Dolayısıyla “câhil” nitelemesi öncelikle ve özellikle hoyrat, nobran, saldırgan kimseyi belirtir. Buna göre “câhil”in karşıtı, “âlim”den ziyade ihtiyatlı, ağırbaÅŸlı, ahlâklı, medenî gibi anlamlar içeren “halîm”dir. “Cehl” ve “cehâlet” kelimesinin bu anlamda kullanımı bazı ayetlerde de görülebilir. Mesela Furkan 25/63. ayette Allah’ın has kullarının faziletli davranışları anlatılırken, “Onlar yeryüzünde ağırbaÅŸlı ÅŸekilde yürürler, câhiller kendilerine sataşınca ‘selâm’ diye karşılık verirler” denilir. Câhillerin sataÅŸmaları cahiliye devrindeki Arapların kimi zaman ÅŸiddet de içeren nobranca davranışlarına karşılık gelir.
***
Bu kısa izahtan sonra Ä°mam Gazâlî’ye nispet edilen “Câhillerle tartışmayın; çünkü ben hiç yenemedim” sözü daha iyi anlaşılabilir. Câhillerle tartışmamayı salık veren bu sözün de yönlendirmesiyle ben burada vahyin mahiyetiyle ilgili görüÅŸ tercihimi “Mustafa Öztürk Kur’an’ı Muhammed uydurdu diyor” diye dillerine dolayıp son derece alçakça bir linç kampanyasına baÅŸlayan güruha cevap mahiyetinde hiçbir ÅŸey yazmayacak ve onlarla asla tartışmayacağım. Kaldı ki kimin hangi konuda nasıl düÅŸünmesi ve hangi görüÅŸü tercih etmesi gerektiÄŸi hakkında resmî din kurullarımız gerekli görüÅŸleri hiç gecikmeden yayımladığı gibi bazı hocalarımız da ulema mahkemesi kurup mürtedin hükmünü tartışıyor. Bu sebeple, dinî ve ilmî meseleler hakkında konuÅŸma ve yazmayı ÅŸimdilik bu otoritelere(!) havale edip Ä°slam tarihindeki sayısız linç kampanyasından biri hakkında birkaç tarihî anekdot aktarmak daha isabetli görünüyor.
Tefsir tarihindeki en büyük isimlerinden biri olan ve hatta “tefsirin babası” sayılan Ebû Ca’fer et-Taberî BaÄŸdat’taki câhil Hanbelîler ve Zâhirîlerin kendisine yönelik iflah olmaz husumetleri yüzünden büyük eziyetler çeker. Ahmed b. Hanbel’i fakih olarak görmemesi ve bilhassa Ä°htilâfü’l-Fukahâ (Fakihlerin GörüÅŸ Ayrılıkları) adlı eserinde onun fıkhî görüÅŸlerine yer vermemesi Hanbelîleri öfkelendirir. Taberî’nin Ä°srâ suresi 79. ayette geçen “makâm-ı mahmûd” lafzını Hanbelîlerin “Hz. Peygamber’in arÅŸta Allah’ın saÄŸ yanında oturacağı makam” diye açıklamalarını kabul etmemesi bazı kaynaklarda bu husumetin bir diÄŸer sebebi olarak zikredilir. Rivayete göre Hanbelîler bir cuma günü camide Taberî’nin yanına gelip Ahmed b. Hanbel ve arÅŸa oturmak hadisi hakkındaki görüÅŸünü sorduklarından söz edilir. Taberî “Ahmed b. Hanbel’in muhalif görüÅŸleri kayda deÄŸer deÄŸildir” deyince Hanbelîler, “Âlimler onun reyini diÄŸer âlimlerin reyleriyle birlikte nakletmiÅŸ ve onun muhalif görüÅŸünü hesaba katmışlardır” diye karşılık verirler. Bunun üzerine Taberî “Ben böyle bir ÅŸey görmedim, nitekim onun (fakihlerden oluÅŸan) bir taraftar kitlesi yoktur. ArÅŸa oturmakla ilgili hadise gelince, Rasûlullah’ın arÅŸta Allah’ın saÄŸ yanında oturacağını düÅŸünmek muhaldir” der. Hanbelîler bunun üzerine ayaklanıp Taberî’nin üzerine çullanır ve onu tekmelerler. Taberî güç bela evine sığınmayı baÅŸarır ve fakat Hanbelîler onu takip edip evini taÅŸa tutarlar. Öyle ki evinde taÅŸ yığınından bir tepe oluÅŸur. Derken, kolluk kuvvetleri reisi binlerce insanla birlikte Taberî’nin evine gelip Hanbelîleri dağıtır
H H H
Taberî, Zâhirî mezhebinin kurucusu Dâvûd b. Ali el-Ä°sfehânî’nin derslerine devam eder, ondan hadis dersi alır ve ilmî tartışmalarda bulunur. Bir gün Dâvûd’un talebelerinden biri onun hocasının fikirlerine karşı gelmesine öfkelenip ağır sözler sarf edince Taberî toplantıyı terk eder ve bir daha onun derslerine katılmaz. Öte yandan, Mâide suresinin 6. ayetindeki “ercüleküm” kelimesinin “ercüliküm” ÅŸeklinde okunmasıyla abdest alınırken iki ayağın yıkanması yanında meshedilmesini de caiz görmesi Åžiîlerle aynı görüÅŸte olduÄŸu ithamına maruz kalmasına yol açar. Yine Taberî Åžiîlerin Hz. Ali’nin imameti konusunda büyük önem atfettikleri Gadîr-i Hum olayıyla ilgili rivayetin farklı raviler yoluyla gelen sahih bir hadis olduÄŸuna dair tespitlerinden dolayı Åžiî diye yaftalanır. Bu arada Râfızîler/Åžiîler için hadis uydurduÄŸu yönünde iftiralara da maruz kalır.
Kendi memleketi Taberistan’da Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a dil uzatılması yüzünden bu halifelerin faziletlerine dair müstakil eserler kaleme almaya baÅŸlayan Taberî ayrıca kendisinin Râfizîlik ve Åžiîlikle ilgisinin olmadığını ortaya koyan üç ayrı risale kaleme alır. Bütün bunlara raÄŸmen gerek saÄŸlığında gerekse vefatından sonra bazı Hanbelîler ile Zâhirîler onun aleyhinde sayısız dedikodu üretir. Hayattayken zaman zaman derslerinin dinlenmesi engellenir. Taberî’nin önceleri Åžâfiî mezhebine mensupken daha sonra bağımsız bir müctehid olarak kendi fıkhî görüÅŸlerini ortaya koyup “Cerîriyye” diye anılan bir fıkıh mektebi kurmasının da aleyhinde yürütülen dedikodu kampanyasında önemli rol oynadığı kabul edilir. 17 Åžubat 923 tarihinde vefat eden Taberî ertesi gün evine defnedilir. Kaynaklardaki baÅŸka bir bilgiye göre ise Taberî’nin cenazesi Åžiîlikle itham edilmesinden dolayı geceleyin çok az bir cemaatin iÅŸtirakiyle gizlice defnedilir.
Henüz yorum yapılmamış.