Sosyal Medya

Kürsü

Ä°brahim Kiras- Neden felsefemiz yok

Ä°brahim Kiras- Karar



Zaman zaman aydınlarımız arasında tartışma konusu olan bir mesele bu. Bir yanda dilimizin veya kültürümüzün -yani dünyayı anlama ve anlamlandırma tarzımızın ve araçlarımızın- felsefe yapmaya müsait olmadığını düÅŸünenler var. DiÄŸer yanda ise aslında bizim kendimize özgü bir felsefe dünyamızın mevcut olduÄŸunu, mesela ÅŸiir ve tasavvufi dünya görüÅŸü zemininde üretilmiÅŸ felsefi açıklama modellerine sahip olduÄŸumuzu ileri sürenler. Ä°ÅŸte bu iki grup arasında süregelen tartışmadan bahsediyorum.
 
Bana soracak olursanız, tarihte ve bugünkü dünyada hemen hemen müÅŸterek ve standart sayılabilecek bir tanımı olan “felsefe”, genel anlamda Türk kültür çevresi içinde veya Türkçede örneklerini gördüÄŸümüz kültürel üretim çeÅŸitlerinden biri sayılmaz. Çok deÄŸerli felsefecilerimiz var tabii. Bize filozofça düÅŸünmenin inceliklerini, felsefenin ne iÅŸe yaradığını öÄŸreten hocalarımıza haksızlık etmeyelim. Gelgelelim kendine ait bir felsefi sistem kurmuÅŸ yani insanlığın binlerce yıldır üzerinde kafa yorduÄŸu hususlara iliÅŸkin bir açıklama modeli üretmiÅŸ veya birtakım eski veya yeni felsefi problemlere iliÅŸkin özgün bir çözüm önerisi getirmiÅŸ filozofumuz yok bildiÄŸim kadarıyla. En azından çok uzunca bir süredir yok.
 
Peki neden yok? Bence ihtiyaç duyulmadığından. Meselenin bam teli burası. Felsefe tıpkı bilim gibi problem çözme yolu. Problem algımızın harekete geçirdiÄŸi bir zihinsel refleks var temelinde. Yani çözülmesi gereken entelektüel bir problemle karşılaÅŸtığımızda yardıma çağırdığımız bir araç.
 
Peki, neden ihtiyaç duymuyoruz felsefeye? Çözümünü aradığımız problemlerimiz mi yok? Benim bu soruya cevabım hem evet hem hayır ÅŸeklinde. Felsefeye deÄŸil felsefe yapmaya ihtiyaç duymuyoruz. Felsefeyi hazır alıyoruz. Bir çeÅŸit pragmatizm. Tarih boyunca da farklı kültürlerle alışveriÅŸimiz çoÄŸunlukla kendimizin dışındaki bir kültürel çevrede üretilmiÅŸ olan “hazır” bir açıklama modelini olduÄŸu gibi benimseme ÅŸeklinde gerçekleÅŸmiÅŸtir. (Ä°slami devirdeki üretkenliÄŸimiz de çok kısa sürmüÅŸ.) Modern zamanlardaki BatılılaÅŸma serüvenimizin karakteri de farklı deÄŸil. Felsefede de bunu yapıyoruz ama taşıma suyla özgün bir felsefe olmuyor.
 
Belki de ÅŸöyle söylemek lazım: Felsefecimiz var, filozofumuz yok. “Felsefeci” ve “filozof” ayrımı bildiÄŸim kadarıyla Türkçeye özgü. Batı dillerinde felsefeyle uÄŸraÅŸanları bu ÅŸekilde iki farklı kategoride konumlandırma tutumu görülmüyor. Bizim dilimiz (yani anlayışımız) nasıl ki amca ile dayıyı, teyze ile halayı ayırıyorsa, felsefe yapanla felsefe öÄŸreteni de ayırıyor. Demek ki bizim felsefeyle iliÅŸkimizin özgün doÄŸasının ürettiÄŸi bir problem sözkonusu burada. Ä°htiyaç kavramını da bu çerçevede yorumlamak durumundayız.
 
***
 
Ne var ki meselenin izahına bu da yeterli deÄŸil… Daha doÄŸrusu, hazırcılığımızın sebebini de bulmak zorundayız. Çünkü bu da nihayetinde kültürel bir problem. Genetik deÄŸil. Ä°ÅŸin aslı ÅŸu ki bir toplumun entelektüel verimliliÄŸi içinde yer aldığı kültürel çevrenin veya mensubu olduÄŸu medeniyetin dinamizmine baÄŸlıdır. Medeniyetlerin de her fani varlık gibi ömürlerinin vadesi var. Bir medeniyet kendi kaynaklarını tüketip artık enerjisini ve üretkenliÄŸini kaybettiÄŸinde doÄŸal olarak entelektüel kabiliyetlerini ve sorun çözme imkanlarını de kaybetmiÅŸ demektir.
 
Bu çerçevede 12-13. asırlar civarında yaÅŸanan bir “kırılma anı” sözkonusu… AÅŸağı yukarı yedi sekiz asır boyunca büyük Akdeniz havzasının dominant uygarlığının temsilcileri olan Müslüman toplulukların -dışarıdan MoÄŸol ve Haçlı seferleri, içeriden ise kendi uygarlık içi sorunlarının etkisiyle- son zamanlarda siyasi, askeri ve iktisadi güçleri bir çözülüÅŸ içine girmiÅŸken aynı esnada Akdeniz’in batı ucunda ise asırlardır ölü gibi sessiz, kımıltısız ve iddiasız bir ÅŸekilde sonradan Orta ÇaÄŸ adı verilecek tarih dilimini yaÅŸamakta olan Batı Avrupa Hıristiyanları bir silkiniÅŸ içine giriyorlardı. Sonraki süreci biliyoruz… Avrupa’nın batısından baÅŸlamak üzere önce ticaretin canlanması, sonra burjuva sınıfının ve kapitalist sosyoekonomi modelinin oluÅŸması, kilisenin tasfiyesi, rasyonel-bilimsel zihniyetin egemen hale geliÅŸi ve bilimsel geliÅŸmeler, sanayi inkılabı vs…
 
***
 
Özel olarak felsefe baÄŸlamında bu sürece bakarsak, öncelikle ortaçaÄŸdaki Avrupa felsefesinin çok özgün bir karakter taşıdığını söyleyemeyiz. 5. asrın bilgesi Augustinus’dan sonra özgün yaklaşımları olan yeni bir filozof neslinin gelmesi için 13. asra kadar beklemek gerekecektir. Aslına bakarsanız, bu devirde bile özgünlük Avrupa Hristiyan felsefesinin belirgin bir özelliÄŸi sayılmazdı. Ancak felsefe eskisine göre daha fazla ciddiye alınmaya veya önemsenmeye baÅŸlamış, çünkü özellikle ticaretteki canlanma ve Haçlı seferleri dolayısıyla Ä°slam dünyasıyla daha yakından iliÅŸkiler kurulmuÅŸ ve Hristiyan dogmalarının akla uygunluÄŸunu gösterme ihtiyacına cevap verecek araç olarak felsefeye raÄŸbet artmıştı.
 
Avrupa artık yavaÅŸ yavaÅŸ deÄŸiÅŸmeye baÅŸlamış olan dünyaya (kendi dünyasına) ayak uydurma peÅŸindeydi. Ä°lk baÅŸlarda eski Helenistik ekollerin ve bilhassa Aristoteles’in yöntemlerini izleyip fikirlerini yeniden yorumlayarak o günün entelektüel problemlerine çözüm öneren baÅŸta Ä°bn RüÅŸd olmak üzere Müslüman filozofların eserleri yol gösterici olarak kabul görüyordu. Bilahare yeni sorular yeni cevapları gerekli hale getirince özgün filozoflar ve düÅŸünce ekolleri bir bir ortaya çıkmaya baÅŸladı. Günümüzde bile devam eden bir akış bu.
 
***
 
Buna mukabil, bir yanda Haçlı Seferleri’nin diÄŸer yanda MoÄŸol istilasının yıkıcı etkilerine maruz kalan Ä°slam dünyasında ekonomik ve sosyal düzende yaÅŸanan sarsılma sonrasında baÅŸlayan içe kapanmaya birlikte giderek rasyonel/bilimsel zihniyetten uzaklaÅŸma yönünde bir eÄŸilim yaygınlık kazandı. Netice itibarıyla bugün bizim bir felsefemiz yok. Ancak özel olarak baÅŸtaki soru çerçevesinde Türk kültürünün veya Ä°slam dünya görüÅŸünün felsefi düÅŸünmeye yatkın olmadığı iddiasının da hiçbir dayanağı yok. Ä°slam toplumlarında felsefe çalışmalarının ilk olarak Yunan felsefesinden hareketle ve adaptasyon/çeviri yoluyla baÅŸladığı doÄŸru ama giderek özgün karakterli ve sistemli bir felsefe geleneÄŸinin oluÅŸtuÄŸu da doÄŸru.
 
Mesela, düÅŸünce tarihinin kadim problemlerine yönelik “sistemli” çözüm önerileri bilhassa -yukarıda zikrettiÄŸimiz üzere- OrtaçaÄŸ Avrupa felsefesi üzerinde derin etkiler uyandırmış olan Ä°bn RüÅŸd hiç ÅŸüphesiz Ä°slami dünya görüÅŸünün ÅŸekillendirdiÄŸi bir kültür ortamında eser vermiÅŸtir. Farabi ve Ä°bn Sina için de aynı durum geçerli. (MeÅŸÅŸai, yani Aristocu gelenek haricinde özellikle Åžii Ä°slam anlayışının hâkim olduÄŸu çevrelerde ve tasavvuf ekolleri arasında geliÅŸtiÄŸini gördüÄŸümüz Yeni Eflatuncu öÄŸretilerden etkilenmiÅŸ olan Ä°ÅŸraki gelenek de son tahlilde Ä°slam kültür ortamının ürettiÄŸi felsefe yollarından biri.) Burada üzerinde durulması gereken problem bu geleneÄŸin neden devam etmemiÅŸ/ettirilmemiÅŸ olduÄŸu konusudur.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.