Sosyal Medya

Güncel

Mustafa Çiftçi: 'Ben kütüphanelere değil, pazar yerlerine talibim'

2016 Yılı Necip Fazıl Ödülleri’nde 'İlk Eser' dalında ödüle layık görülen Mustafa Çiftçi, ''Adem’in Kekliği ve Chopin'' ve ''Bozkırda Altmışaltı'' kitaplarında Anadolu insanının saflığını, sıcaklığını anlatır; taşra ve şehir hayatını öyküsüne taşır. Çiftçi, öyküleri, öyküye bakışı, öykülerini besleyen unsurlar hakkında Hatice Ebrar Akbulut'un sorularını cevapladı.



Mustafa ÇiftçiAdem’in KekliÄŸi ve Chopin ve Bozkırda Altmışaltı’nın yazarıdır. Çiftçi, 2016 Necip Fazıl Ödülleri’nde “Ä°lk Eser” dalında ödüle layık görüldü. Öykülerinde, Anadolu insanının saflığını, sıcaklığını anlatan Çiftçi, taÅŸra ve ÅŸehir hayatını öyküsüne taşır. Yozgat’tan Ankara’ya uzanır sık sık. Yozgat, öykülerin çiçeklendiÄŸi ÅŸehir-mekândır. Çiftçi’nin Yozgat’ı, akıllara Sait Faik’in Adapazarı’nı getirir. Anlatım ve karakterler yönüyle de Mustafa Kutlu’yu çaÄŸrıştıran bir hikaye tarzı vardır. Onun öyküleri, sobanın kenarına kurulmuÅŸ ev halkının, hikaye anlatan birini dinlemesindeki soluÄŸu duyurur.

Mustafa Çiftçi ile öyküleri, öyküye bakışı, öykülerini besleyen unsurları konuÅŸtuk.

Öyküyle aranızdaki iliÅŸki nasıldır? Ara sıra görüÅŸtüÄŸünüz bir insan gibi midir öykü, yoksa elinizin altından hiç ayırmadığınız bir kitap gibi mi?

Hikayeye hiç bu gözle bakmamıştım. Ä°nsan dua ederken bile hikâyesini Rabbine anlatır diye düÅŸünürüm. Böyle olunca sizin söylediÄŸiniz gibi elimin altından hiç ayırmamış oluyorum herhalde...

Adem’in KekliÄŸi ve Chopin isimli ilk öykü kitabınızda genel olarak öykülerinizi kısa tutarken, Bozkırda Altmışaltı’da ise ilk kitabınıza nazaran biraz daha uzun öyküler yer alıyor. Ä°kinci kitapta öykülerinizin daha uzun bir formatta olması konusunda neler söylersiniz?

Bozkırda Altmışaltı'da hikayeler uzadı da uzadı. Editörüm "anlatma iÅŸtahın" diyor. Ben de artık kabul ettim ki dur durak bilmeyen anlatma tutkum bana böyle gittikçe uzun ÅŸeyler yazdırıyor. Biliyor musunuz; hikâyenin formu, atmosferi, anlatıcısı, kahramanları ve daha ne kadar çok bu meseleyi anlamaya yarayacak teknik terim varsa, hepsi ama hepsi anlatmak isteÄŸi karşısında gölgeleniyor. Daha sonraki bir mesele oluyor. Yani siz yazıyorsunuz, daha sonra bu yazılan hikâye uzun, kısa veya ÅŸöyle böyle oluyor.

Her iki öykü kitabınıza bakıldığında, anlatım tarzınızın/tekniÄŸinizin deÄŸiÅŸmediÄŸi, aynı çizgide seyrettiÄŸi görülüyor. Kitaplar, kendi içlerinde deÄŸerlendirildiÄŸinde de anlatım tarzının aynı oluÅŸu göze çarpıyor. Yeni öykü çalışmalarınızda, mevcut öykü kitaplarınızdaki öyküleme tarzının dışına çıkmayı düÅŸünüyor musunuz?

Bu tarzı miras almadık ki. Alın terimiz vardır. Ve iÅŸin en güzeli bu tarzı okuyucu çok sevmiÅŸtir. Bir yazardan deÄŸil abilerinden, annelerinden, masalcı dedelerinden dinler gibi dinler olmuÅŸtur. Bu iliÅŸki bu kadar güzelken, “dur ben tarzımı deÄŸiÅŸtireyim” diye niçin diyeyim? Bir baÅŸka mesele de ÅŸudur. Bazıları üslubu ile oynamayı sever. Bana göre üslup araçlardaki rot balans gibidir. Ä°nce ayar ister. Öyle sürekli deÄŸiÅŸtirilecek bir ÅŸey deÄŸildir. “Dur bir de ÅŸu üslupla yazayım” diyerek hikâye yazmış olmazsın da kelimelerle oynar durursun. Unutmayalım ki bizler okurlarımızla karşılıklı bir iÅŸe soyunmuÅŸuz. Yani yaptığımız iÅŸin bir alıcısı var. Ve alıcılar yani okurların da dikkat ettiÄŸi, beklediÄŸi, önemsediÄŸi bir ÅŸeydir üslup. Okura göre yazmaktan bahsetmiyorum tabi ama okurun varlığını ciddiye almak diyorum. Ha bu arada “okunmak benim için önemli deÄŸil” diyen pırıltılı zekâlar da var; onları kendi hallerine bırakıyorum zaten.

Bir baÅŸka yönü daha var iÅŸin. Edebiyatta bugüne kadar mesela aÅŸk kaç kere konu edilmiÅŸtir? Milyonlarca kez, deÄŸil mi? Peki siz de aÅŸktan bahsedecekseniz sizi neden okusunlar? Bu sorunun ÅŸaÅŸmaz cevabı: “Üslubunuz sebebiyle okuyacaklar.” Konu daha evvel binlerce anlatılmış bir ÅŸey olsa bile sizi sanatçı yapan en temel ÅŸey üsluptur. Yani insanlar, “bir de senden dinleyelim” derler bir yerde. “Herkes bu konuyu anlattı, bir kere de sen anlat ama kendi üslubunda anlat” demek isterler. Hal böyleyken benim üslubumla ilgili deÄŸiÅŸiklik yapmam biraz lüzumsuz bir iÅŸtir bana göre…

“Handan YeÅŸili” öyküsünde belirgin olmakla beraber, âşık olunan kadını anlattığınız diÄŸer öykülerde, klasik ÅŸiirde kullanılan mazmunlardan esinlenmiÅŸ gibisiniz. Handan’ın boyunun fidana benzemesi; Güldane’nin kokusunu gül, reyhan ve leylak çiçeÄŸinin tarif edememesi bu düÅŸünceye götürdü. Buradan konuyu baÄŸlayacak olursak, bir öykücü olarak ÅŸiirle aranız nasıldır? 

Åžiir bence hikayeyi çok besler. Zaten açık söylemek lazım, hikayecilerin epeyce bir kısmı ÅŸiir yazabilseydi ÅŸair olmak isterlerdi. Romancılar da hikaye yazabilseydiler lafı bu kadar uzatmazlardı. Bizde Batılı anlamda roman olduÄŸu zannedilen sayfalar dolusu mızmınlanmalar var. Neyse, konumuz roman deÄŸil. Ä°ÅŸte hikayeci kısmı, eÄŸer gücü yetseydi, yetkin bir ÅŸair olmayı hikayeci olmaya bin defa tercih ederdi bence. Hele bizim edebiyatımıza bakınca durum beni haklı çıkarıyor. Bizde birikmiÅŸ ne varsa neredeyse tamamı ÅŸiirdedir.

Kadercilik fazlasıyla ön planda öykülerinizde. YaÅŸananlar, kaderin bir cilvesi olarak anlatılmış. Kaderin yönünü deÄŸiÅŸtiren karakterler de yok deÄŸil. Bu durum, taÅŸralı hayatların öyküleÅŸtirilmesinden mi kaynaklı, yoksa öykücünün kadercilik anlayışına yatkın biri olduÄŸundan mı?

Ä°ÅŸin açıkçası bir mümin olarak beni "kaderci" ÅŸeklinde tanımlamanıza ÅŸaşırmadım deÄŸil. Ben kadere iman ediyorum. Kahramanlarım da Müslüman. Her Müslüman kadar "kaderciler" yani...

Öykülerde, maddi ve manevi anlamda bir yokluk/yoksulluk duygusu öne çıkıyor. Bu duygunun öykülerinizi beslediÄŸi fikrine varabilir miyiz?

Yokluk ve sevda, benim aÅŸkım, derdim, takıntım diyeceÄŸim kadar belirleyici olan ÅŸeyler benim için. Dolayısıyla çok rahatlıkla beni beslediÄŸini söyleyebiliriz. Gerçi ben yokluktan bahsedince bunu yoksulluk edebiyatı yapmak olarak görenler olabilir. Ama bir de amel defteri diye bir ÅŸey var deÄŸil mi? Ben yalancıktan mı yoksulları yazıyorum yoksa hakikaten kalbimde bir yer iÅŸgal ediyor mu yoksulluk? Ä°ÅŸte bunun hesabını tutan bir defter var tabi. “Efendim yoksulları  gündemde tutmakla ne amaçlanıyor” diye soran, televizyoncu Türkçesiyle konuÅŸan tiplere sormak lazım. Günümüz modern insanı gündemde olmayan hangi meseleye gönül düÅŸürüp ilgilenir ki yoksullukla ilgilensin? Yoksullar senin benim gündemimde olacak, ben yazacağım, sen sorular soracaksın, öteki okuyacak ve yoksullar göz önüne gelecek de modern insanın dikkatini çekebilecek. Zaten insanın yapısında, rahatsız olduÄŸu ÅŸeyleri görmek istememek gibi bir yön var. E yoksulluk da böyle olmasın canım. Görünür olsun da vatandaÅŸ bu hayatta bir de garipler olduÄŸunu bir kere daha hatırlasın deÄŸil mi?

Edebiyat dergileriyle aranız nasıldır? Dergilerden öykünün nabzını istikrarlı bir ÅŸekilde dinliyor musunuz?

Dergiler misafirdir bana. Her misafir gibi onların da masamdan ayrılınca bana bıraktığı bereketler olmasını isterim tabi. Bir baÅŸka mesele de ÅŸu. Ben dergilere kıyamıyorum. Çünkü bizim milletimiz birazcık tembeldir. Bir derginin tüm iÅŸini, bir, bilemedin iki kiÅŸiye yüklerler. Ä°lk toplantılarda herkes projelerle doludur. Herkesin söyleyeceÄŸi sözü vardır. Daha sonra sıra iÅŸ yapmaya gelince her ekipte bir gariban bulunur ve iÅŸler ona yıkılır. Yahu bir adam hem dizgi hem dağıtım hem editörlük hem reklam alma iÅŸiyle ilgilenir mi? Var mı böyle bir eziyet? Ama iÅŸte bizim memleketimizde var. Yani ÅŸunu diyorum; önüme gelen her dergide bir ya da iki gariban edebiyat gönüllüsünün kanı, teri var. O sebepten kıyamam, dergileri kıyasıya eleÅŸtirenlere kızarım. Bir dergi nasıl ortaya çıkıyor? Dergicilik nasıl bir sıkıntılı süreçtir, hesap eden yok. Kıyasıya kılıç sallayıp kelle alıyorlar. Vur abalıya anlayışıyla dergicilere, dergilere kıyılmaz. Biraz insaf, biraz iz’an sahibi olmak lazım.

Mustafa Çiftçi, öykü türünde kimleri okur? Çiftçi’nin öykülerine ilham veren bir öykücü var mıdır?

Ä°sim zikretmek istemem ama iyi hikâyeyi nerede bulursam almaya gayret ederim. Evvelden arkası yarınlar, radyo tiyatroları olurdu; çok dinlerdim onları. Onlar bile bir kitle iletiÅŸim aracı için yazılmış metinler olmasına raÄŸmen çok kaliteli ÅŸeylerdi. Çok ÅŸey katmıştır bana. Zaten benim hikâyeler yazılır gibi deÄŸil de anlatır gibidir. Bazıları buna, “hikâyeleriniz sözlü kültüre dayanıyor, oradan besleniyor.” diyorlar. Yani o kadar akademik tanımlar yapmak istemem ve zaten sevmem ama ÅŸunu söylemem lazım: Günlük konuÅŸmalar, kutlama, ÅŸenlik, düÄŸün, cenaze, piknik, pazar yerleri; sayın sayabildiÄŸiniz kadar, hepsinde temel mesele dildir. Yani ayakta tutan, yaÅŸatan, aktaran ÅŸey günlük konuÅŸmadır. Åžimdi ben size sorayım; bu kadar güçlü, bu kadar sihirli bir ÅŸeyden, konuÅŸma dilinden ben nasıl etkilenmem ki… Ben kütüphanelere deÄŸil, pazar yerlerine talibim. Kütüphanelere kapanmak bir yere kadar nefes aldırır; ya sonrası ne olacak?

Bir arkadaşım vardı; sürekli okur, hatta sadece okurdu. Bir toplantıda “yaÅŸadığınız yerle ilgili beÅŸ problem sayın” dediklerinde bu arkadaÅŸ gazetelerden, makalelerden bellediÄŸi ne varsa saydı. Emin olun, o saydıklarının yarısından fazlası yoktu bizim memlekette. Ä°ÅŸte o zaman bir kere daha anladım ki okumak gerçekten ayarı iyi yapılacak bir ÅŸeydir. Ayarı kaçırırsanız savrulursunuz. Ha unutmadan, “ben pazar yerlerine talibim” derken, ben sürekli gezen tozan bir adam da deÄŸilim. Hatta gereÄŸinden fazla evcimenim ama fikir olarak söylüyorum. Hayatla bağı koparmamak adına söylüyorum bunları…

Birbirlerini andıran insanlar gibi, anlatım yönüyle birbirlerini çaÄŸrıştıran yazarlar var. Mustafa Çiftçi öyküleri, “Mustafa Kutlu öykülerini” çaÄŸrıştırdı bana. Bu konuda ne düÅŸünürsünüz, hak verir misiniz?

ÇaÄŸrışım dediÄŸimiz ÅŸey kural tanır mı? Serbest çaÄŸrışım diye bir ÅŸey var. Hani fıkrası da vardır. Adam hava bulutlu demiÅŸ; karşısındaki alınmış, “sen bana ördek demek istedin” diyerek. Yani sizin okur olarak çaÄŸrışım mekanizmanız nasıl çalışır, neyi çaÄŸrıştırır; buna benim akıl erdirmem zordur. Ama Kutlu Hocam ile aramızda ÅŸöyle bir benzerlik vardır. Kutlu Hocam da yazmaz, anlatır; ben de anlatırım. Bu tercihimiz sebebiyle aklınıza gelmiÅŸ olabilir böyle bir ÅŸey. Ha bu arada kendimi Kutlu Hocamla kıyaslamak gibi bir hadsizlik peÅŸinde deÄŸilim. Sordunuz diye söylüyorum. Yoksa o pirdir, ustadır, ekol sahibidir. Hürmete layıktır. Ve ben de hem yaşına hem tecrübesine hem de sanatına hürmet eden bir insanım.

2016 Necip Fazıl Ödülleri’nde “Ä°lk Eser” dalında ödüle layık görüldünüz, içtenlikle tebrik ediyorum. Bu konuda duygu ve düÅŸüncelerinizi almak istesek neler söylersiniz?

Mutluyum tabi. Hele ödülün adına verildiÄŸi kiÅŸiyi düÅŸününce ayrı bir onur benim için. Karar verenlere de ayrıca teÅŸekkür ediyorum.

 

Röportaj: Hatice Ebrar Akbulut

kaynak: Dünya Bizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.