Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Beşir Ayvazoğlu: Asım İle Mehmet Akif arasındaki benzerlik ikisinin de ahlâk adamı olmasıdır!

Mehmet Akif’in çocukluğundan ve gençliğinden söz eder misiniz? Akif’in do­ğup büyüdüğü çevrenin sosyal şartları nelerdi? Akif’in ailesi nasıl bir aileydi? Aile büyüklerinden ve çevresinden hangi özelliklerini tevarüs etmiş olabilir?



Akif, Ä°stanbul sur içinin güzel mahallelerinden biri olan Sarıgüzel’de, bir ahÅŸap evde doÄŸdu. Bu mahalle, fetihten sonraki ilk Türk mahallesi Fatih’tir. Yani Ä°stanbul kültürünün doÄŸduÄŸu ve en yoÄŸun biçimde yaÅŸandığı bir semtte… Akif’i anlamak için öncelikle bunu hesaba katmak ve babasının bir müderris olduÄŸunu düÅŸünmek lazım. Medrese eÄŸitiminden gelmiÅŸ, çalışkan, disiplinli, öÄŸrendiÄŸini iyi öÄŸrenen, öÄŸrettiÄŸini iyi öÄŸreten bir baba. Mehmet Akif çok küçük yaÅŸlardan itibaren medreseli babasından çok saÄŸlam bir eÄŸitim alıyor ve çalışma disiplini ediniyor. Babası Temiz Tahir Efendi’dir; seçkin bir medreseli. Mehmet Akif’i bir ahlak adamı olarak yetiÅŸtiriyor, eski Ä°stanbul hanımefendilerinin özelliklerini üzerinde taşıyan bir annesi var: Emine Åžerife Hanım, enteresan bir aile aslında, baba tarafı Rumeli’den anne tarafı Orta Asya’dan geliyor. Tiirk-Ä°slam dünyasının iki ucunu Ä°stanbul’da birleÅŸtiren bir aile olduklarını söylemek mümkün. Elbette iki tarafın da geldikleri yerin kültürel yapılarını taşıdıklarını hesaba kalmak gerekir. Mehmet Akif bu muhitte Ä°stanbul Türkçesinin bütün inceliklerini öÄŸrendiÄŸi gibi babasından da Arapça dersleri ve sıkı bir dinî eÄŸitim alıyor. Fatih sem­tinin saÄŸladığı imkânlardan da faydalanıyor Fatih Camii’nde sütun diplerinde dersler okutulurdu, burada her gün ikindiden sonra Esad Dede’nin Farsça derslerine devam ediyor, Hâfız Divanı, Bostan, Gülistan ve Mesnevi okuyor. Kısacası, bir Osmanlı aydını yetiÅŸirken neler öÄŸrenmesi gerekiyorsa, hepsini öÄŸreniyor. Önce mahalle mektebi, ardından modern bir mektep, sonra Mülkiye Ä°dadisi… BulunduÄŸu ÅŸartlar ve yaÅŸadığı sıkıntılar yüzünden Mülkiye’nin yüksek kısmını deÄŸil, yeni açılan Baytar Mektebi’ni tercih ediyor. Burada pozitif bilimlerle, tanışıyor. Fransızca öÄŸreniyor ve batıdaki Ä°lmî geliÅŸmeleri yakından takıp edecek seviyeye geliyor. Ä°yi yetiÅŸmiÅŸ son dönem Osmanlı aydınları mutlaka Arapça, Farsça ve Fransızca bilirlerdi. Bu manada Mehmet Akif’in tipik Osmanlı aydını olduÄŸu söylenebilir.

Aileden aldığı kültür ve babasının medreseli olması dolayısıyla Mehmet Akif’in standart Osmanlı aydınından farklı tarafları da var. O evde babasının dizi dibinde ve okuduÄŸu mekteplerde sadece ilimle meÅŸgul olan bir genç deÄŸil, bir sportmendir aynı zamanda. GüreÅŸe, yüzmeye, taÅŸ atmaya meraklı bir genç… Mithat Cemal anlatıyor: Kıyıcı Osman Pehlivan diye çok yakın bir dostu varmış, gider onunla güreÅŸirmiÅŸ. BoÄŸazı yüzerek geçen bir yüzücü, taşı çok uzaÄŸa fırlatan bir taÅŸ atıcı, Arapça, Farsça, Fransızca bilen; Arapça kanalıyla Arap edebiyatına, Farsça kanalıyla Hâfız’a, Sadî’ye giden -özellikle Sadi onun hayatında çok önemli rol oynayacaktır-, öte yandan Fransız edebiyatını takip eden, bir yandan da spor ile meÅŸgul olan çok yönlü bir adam.

Aman Asım, bu güreÅŸ olmasın uydurma sakın?

Hele anlat ÅŸu iÅŸin neyse hakîkî rengi?

“YenemezmiÅŸ onu: Bir kerre deÄŸilmiÅŸ dengi,

Bir de bîçâre adam pek mute’azzım ÅŸeymiÅŸ,

KahrolurmuÅŸ kederinden tutarak yemeymiÅŸ,

Sonra, lâyık mı imiÅŸ yerlere sermek ÅŸimdi,

Böyle düÅŸmanla bütün gün dövüÅŸen bir yiÄŸidi?”

Mehmet Akif’in yetiÅŸme ortamı kültürlü bir ortam; ama pasa çocukları gibi çok müreffeh ÅŸartlarda yaÅŸamış deÄŸildir. Babasını çok erken yaÅŸta kaybediyor, evleri yangın geçiriyor, annesiyle birlikte çok sıkıntılı zamanlar geçirmek zorunda kalıyor. Mekteb-i Mülkiye’yi deÄŸil de Baytar Mektebi ‘ni tercihi, mezunlarına hemen iÅŸ verilecek olma­sıdır. Çünkü veteriner hekimlere ÅŸiddetle ihtiyaç duyuluyor. Akif’in hayatının önemli bir deÄŸiÅŸme noktasıdır Baytar Mektebi. Bu arada ÅŸiirle meÅŸgul oluyor, bütün Osmanlı aydınları gibi divan ÅŸiiriyle ilgileniyor; Fuzûlî’yi okuyor. Tabii edebiyatımızın deÄŸiÅŸme sancıları yaÅŸadığı bir dönem. Muallim Naci eski edebiyatın taraftarlarını etrafında toplarken Recaizade ona karşı yeni bir akımın temsilciliÄŸini yapıyor. Akif baÅŸlangıçta Muallim Naci’nin etkisindedir, ama zamanla bu etkiden kurtularak bambaÅŸka bir ÅŸiir anlayışına yönelecektir.

Akif’in gerçekçiliÄŸinde nispeten yoksul bir çevre içinde yetiÅŸmesinin rolü var mıdır? Varsa bunu nasıl anlamak gerekir?

Zannetmiyorum. Bir ÅŸairin yoksulluÄŸu ile benimsediÄŸi sanat anlayışı arasında belki iliÅŸki olabilir, ama doÄŸrudan doÄŸruya ona baÄŸlamak yanlış olabilir. Ben, Mehmet Akif’in gerçekçiliÄŸini, yoksul bir hayat yaÅŸamış olmasından ziyade ahlakçılığına baÄŸlıyorum. Bunda kendi hayatının etkileri olabilir; insanlar bir yanda aç biilaç yaÅŸarken bir yanda müthiÅŸ bir israfın var olması, yani sosyal ve ekonomik dengesizlik elbette onu isyan ettirmiÅŸ olabilir. Gerçekçilik onun ahlak anlayışının kaçınılmaz bir sonucu gibi geliyor bana. Toplumun meselelerine bir ahlakçı olarak bakıyor ve sosyal adaletsizliÄŸe isyan ediyor. Mehmet Akif aynı zamanda isyanı olan adamdır. Nurettin Topçu’nun ifade­siyle onun ahlakı bir “isyan ahlakı”dır. Gerçekçilik meselesine gelince: Akif hakikaten gerçekçidir; tabii bunda okuduÄŸu Fransız yazarların etkisi vardır. Mehmet Akif’in dünyaya, tabiata, eÅŸyaya, topluma gerçekçi bakışını analiz etmeye çalışırken okuduÄŸu Fransız yazarlara da bakmak lazım; Daudet, Zola okur. En sevdiÄŸi yazar Emile Zola’dır; Fransız nalüralizminin babasıdır Zola. Aslında burada enteresan bir çeliÅŸki var gibi görünüyor. Natüralizm, pozitivizmin edebiyattaki uzantısıdır. Emile Zola’ya hayran

ve natüralizmi benimsemiÅŸ bir ÅŸairin pozitivist olması gerekiyormuÅŸ gibi düÅŸünebilirsiniz. Hâlbuki Akif, natüralistlerin sadece metodunu benimsemiÅŸ. Onun pozitivist olduÄŸu düÅŸünülebilir mi? Natüralizmi teknik olarak alıyor. Toplumda gördüÄŸü aksaklıkları, ÅŸarkın içine düÅŸtüÄŸü o sefaleti anlatabilmek için en uygun vasıta olarak gerçekleri bir fotoÄŸraf makinesi sadaka­tiyle yansıtmayı tercih ediyor.

anda mekteb-i rüÅŸdiyyeden taburla çıkan

Bir elliden mütecaviz çocuk ki, muntazaman

Geçerken eylediler ihtiyarı vakfe-güzin…

Hasan’la karşılaşırken bu sahne oldu hazin:

Evet, bu yavruların hepsi, pür-sürûd-i ÅŸebâb,

Eder dururdu birer âÅŸiyân-ı nûra ÅŸitâb.

Birazdan oynıyacak hepsi bunların, ne iyi!

Fakat HaÅŸan, babasından kalan o pis küfeyi,

—Ki ezmek istedi görmekle reh-güzârında —

Ä°lel’ebed çekecek dûÅŸ-i ıztırârında!

O, yük deÄŸil, kaderin bir cezası ma’sûma…

Yazık, günâhı nedir, bilmeyen ÅŸu mahkûma!

Ona göre sanatın üç esası vardır: “Hayat, hakikat, müÅŸahede”. Bir manzumesinde diyor ki, “Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!”

Ondaki farklı eÄŸilimler bir sentez mi oluÅŸturmuÅŸ, yoksa bir çatışma mı söz konusu?

Sentez oluÅŸuyor. Onun kültür dünyasının oluÅŸu­munu anlatırken, Ä°ran edebiyatından özellikle Sadî’ye ilgi duyduÄŸunu belirtmiÅŸtik. Osmanlı kültüründe Hâfız ve Sadî çok önemlidir. Tasavvuf çevreleri Hâfız’ı se­ferler, Hâfız’ın gazelleri tasavvuf açısından çok rahat yorumlanabilen ÅŸiirlerdir. Tasavvufa çok yakın olmayan çevrelerin ise Sadî’yi Çok beÄŸendiklerini görürüz. Sadî ahlakçı bir adamdır. Eski kültürümüzde hemen her

evde bulunan kısa ve aslında çok realist hikâyelerden oluÅŸan Bostan ve Gülistan’da her kıssadan bir hisse, bir ibret çıkarılır, tıpkı Mevlâna’nın Mesnevi’de yaptığı gibi. Mehmet Akif de bir hikâye anlatmak gerekiyorsa, o hikâyenin mutlaka bir yararı olması gerektiÄŸini düÅŸünen adamdı. Bunun için “sanat sanat içindir” görüÅŸüne karşıdır, “sanat toplum içindir” diye düÅŸünür. Topluma nasıl faydalı olabilirsiniz sanat yoluyla? Anlat- tığınız hikâye doÄŸrudan doÄŸruya bir mesaj içermelidir. Tıpkı Sadi-i Åžirazî’nin hikâyeyi anlattıktan sonra bir hisse çıkarması gibi, anlattığınız ÅŸiirden, yazdığınız romandan mutlaka toplumun istifade edebileceÄŸi birtakım sonuçlar çıkması lazımdır. Bu anlayış Mehmet Akif’i ister istemez faydacı, pratik ve ahlâkî sonuçlar çıkarabileceÄŸimiz me­tinler yazmaya zorluyor. Dolayısıyla Mehmet Akif’in ahlâkı ile sanat anlayışı arasında doÄŸrudan iliÅŸki vardır.

Nasîhatim sana: Herzeyle iÅŸtigâli bırak;

Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak!

Adam mısın: Ebediyyen cihanda hüsran, gez;

Yular takıp seni bir kimsecik seni sürükliyemez.

Adam deÄŸil misin, oÄŸlum: Gönüllüsün semere;

Küfür savurma boyun kestiÄŸin semercilere.

 Akif’in ÅŸiirini bir sentez olarak görmek gerekir. Osmanlı kültür dünyasını ailesi tarafından alıyor, diÄŸer yandan modern edebiyatla gelen ister istemez ilgi duydu­ÄŸu bir de batı kültürü vardır. Mesela Tanzimat edebiyatından baÅŸlayan Servet-i Fünun edebiyatı. Batı’nın bilimi ve teknolojisiyle de bire bir temasa giriyor; Akif’in dünya görüÅŸünde, ÅŸiirinde, ahlak anlayışında, eÅŸyaya, insana, bakışında bütün bu tesirlerin toplamını görmek lazımdır. Bu açıdan Mehmet Akif hakikaten nev-i ÅŸahsına münhasır bir adamdır. Batıcı aydınlara da benzemez, gelenekten gelen ve eski alışkanlıkları olduÄŸu gibi devam ettirmek isteyen aydınlara da benzemez. Ä°kisine de yakın, ikisine de uzak tarafları vardır. Hem muhafazakârdır hem inkılapçıdır. Sanki bu iki kavram birbiriyle hiç uzlaÅŸmazmış gibi gelir bize, ama bunlar Mehmet Akif’te bir araya gelir.

Mehmet Akif, Asım’ı kendisinin bir devamı olarak mı görüyordu, yoksa olama­dığı bir karakterin yansıması mıydı Asım?

Bu enteresan bir soru! Asım’ı yeterince incelemeyenler bu soruya doÄŸru cevap veremezler gibi geliyor bana. Asım ile Mehmet Akif arasındaki benzerlik ikisinin de ahlak adamı olmasıdır. Haksızlıklar karşısında isyan etmeleri, toplumsal hayattaki eÅŸitsizliklere karşı öfke duymaları, bu adaletsizliÄŸe karşı öfkeyi ve isyanı bir çeÅŸit hayat tarzı ve ahlâk hâline getirmeleridir. Asım’ı bu bakımdan Mehmet Akif’in bir yansıması olarak görmek mümkündür. Asım; babayiÄŸit, tuttuÄŸunu koparan, cepheden cepheye koÅŸmuÅŸ, korkusuz ve sportmen bir adamdır. Akif de sportmendir; onun fiziki gücünü Asım’da görüyoruz.

Görmedim ben bu kadar dörtbaşı ma’mûr insan.

Ne büyük hilkat o Âsım, ne muazzam heykel!

Onu, bir ÅŸi’r-i hamaset gibi, ilhâm-ı ezel,

Sana sunduysa, açıp ruhunu teÅŸrihe çalış…

Galiba oÄŸlanı yanlış görüyorsun, yanlış!

Yalınız göÄŸsünün eb’âdı mı sandın yüksek?

Ä°n de a’mâkına bir bak, ne derinmiÅŸ o yürek!

Dalgalandıkça içinden taÅŸan îman denizi,

Dökülen hisleri gör: Ä°ncilerin en temizi,

Gövde yalçın kayadan âbide, lakayd-i ecel;

Sanki hiç duygusu yok… Bir de fakat ruhuna gel;

O ne ifrat ile rikkat! Hani, etsen ta’mîk,

Bir kadın ruhu deÄŸildir o kadar belki rakîk.

Sonra, irfanı için söyliyecek söz bulamam;

Ä°cabında Asım, kispeti giyerek meydana çıkıp güreÅŸebilen bir genç adamdır. Fa­kat Akif aktivist deÄŸildir; eserinde dile getirdiÄŸi görüÅŸleri hayata geçirmek için bizzat harekete geçecek bir adam deÄŸildir, bu önemli bir ayırım noktasıdır. Mesela Mehmet Akif, Ankara’ya gitmiÅŸ, Millî Mücadele’ye katılmış, milletvekili olmuÅŸtur, ama bu onun hayat tarzı ve ahlâkının tabii bir sonucudur. Fakat Meclis’te en az konuÅŸan, hatta hiç konuÅŸmayan milletvekillerinden biridir. 1923 yılında Birinci Meclis feshedildikten sonra Ä°stanbul’a dönüyor ve herhangi bir muhalif hareketin içinde kesinlikle yer almıyor. Muhalif olsa bile muhalefetini açıkça göstermektense susmayı ve gidip inzivaya çekilme­yi tercih eden bir karaktere sahiptir. Asım aktivisttir, bir aksiyon adamıdır. Kavga eden, Bab-ı Âliyi basmaya kalkışan, cepheden cepheye koÅŸarak savaÅŸmaya, dövüÅŸmeye alıştığı için bütün aksaklıkları bilek gücü ile halletmeye kalkışan bir kahramandır. Mehmet Akif, Asım’ın bu tarafına itiraz ediyor. Bu tarzda tıpkı Ä°ttihatçılar gibi vurup kıra­rak, adam öldürerek devlet idare edilemeyeceÄŸini, kanun ve nizam hâkimiyetinin mutla­ka gerektiÄŸini düÅŸünüyor. Asım, Köse Ä°mam’ın oÄŸludur. Mehmet Akif’in BoÅŸnak Ali Åževki Hoca diye bir dostu vardır, Köse Ä°mam’ı onu örnek alarak çizmiÅŸ. Ali Åževki Hoca’nın Tahir Efendi ile bir alakası yok, fakat Köse Ä°mam, eserde Tahir Efendi’nin talebesi olarak görünüyor. Yani Akif, gerçek bir kahramanı örnek alarak muhayyel bir kahraman çizmiÅŸ. Köse Ä°mam ve onun yine muhayyel bir oÄŸlu var, o da Asım. Köse Ä°mam, oÄŸlunun bu ataklığından, her problemi vurup kırarak halletmeye çalışmasından çok ÅŸikâyetçidir. Bunun için Hocazade dediÄŸi, hocasının oÄŸlu olan Mehmet Akif’e müracaat ediyor.Asım‘da üç tane kahraman vardır; Köse Ä°mam, Hocazade ve Asım. Köse Ä°mam, Hocazade’den, oÄŸluna nasihat etmesini ister. Hocazade de Asım’ı bir tarafa çeker “Böyle vurduyla, kırdıyla, Ä°ttihatçı usulü komitacılıkla devletin kurtulamayacağını, doÄŸru dürüst Avrupa’da tahsil ederek garbın ilmini ve sanatını getirmek gerektiÄŸini, yani kalkınmanın ilimden, sanattan, kanundan, nizamdan ve hukuktan geçtiÄŸini” söyler.

 

Bir yandan “Medeniyet dediÄŸin tek diÅŸi kalmış canavar”dan bahsedip diÄŸer yandan da Asım’ı Avrupa’ya tahsile teÅŸvik etmesini nasıl açıklıyorsunuz?

Mehmet Akif, Ä°stiklal Marşı’nda “Medeniyyet! dediÄŸin tek diÅŸi kalmış canavar” derken Batı’yı bir bütün olarak almıyor, onun ÅŸiddetle karşı çıktığı, batı medeniyetinin saldırgan tarafıdır, emperyalizmidir. Batının bu tarafına sadece Mehmet Akif gibi doÄŸulu aydınlar karşı çıkmıyor ki, Batı medeniyetine kendi içinden de ÅŸiddetle -hatta Mehmet Akif’ten de daha fazla- itiraz eden aydınlar vardır. Ezra Pound, “diÅŸleri dökülmüÅŸ bir cadı” diyor mesela. Tabii ki Mehmet Akif’in buna itiraz etmesi kadar insani bir tepki olamaz. Çünkü onu yazdığı sırada batı medeniyeti bu saldırgan tarafıyla, silahlarıyla, topuyla, tüfeÄŸiyle senin üzerine saldırıyor. BaÅŸka nasıl bir itiraz koyulabilir, bilmiyorum. Bu açıdan Ä°stiklâl Marşı’ndaki bu mısraa itiraz edenlerin mantığını anlamakta zorlanıyorum.

Bugün Asım’a tekrar baktığımızda, bu yüzyılda bize yararlı olacak ÅŸeyi nasıl çıkartacağız? Neyi görmemiz gerekiyor bizim Asım’da?

Asım aslında Mehmet Akif’in gelecek projesidir. Asım’ın asıl mesajını az önce anlattıklarımla özetlemiÅŸ oldum. Asım; kanun, nizam tanımadan, problem olarak gördüÄŸü ÅŸeyleri kaba kuvvetle çözmeye kalkışan bir adam. Köse Ä°mam ve Hocazade’nin itirazı da bunadır. Ä°ttihatçıların özellikle uyguladıkları bu yönetim anlayışına karşı hukukun üstünlüÄŸünü savunan bir projedir, bu yüzden bugün de savunabileceÄŸimiz bir projedir Asım.

Akif, ÅŸiirlerinde kendini hakir gören bir tavra sahip… Neredeyse, ÅŸair deÄŸilim demeye varan mısraları var. Bu tevazuundan kaynaklı bir durum mudur yoksa zihnindeki ideallere ulaÅŸamamış olmanın verdiÄŸi bir ÅŸey midir?

Bence Mehmet Akif, yaptığı iÅŸin önemli olduÄŸuna inanan bir adamdır. Yaptığı iÅŸi sevmeseydi, ortaya koyduÄŸu eserin iyi olduÄŸuna inanmasaydı devam etmezdi. Kendi ÅŸiirinde ısrarlı ve istikrarlı olmuÅŸtur, sonuna kadar kendi ÅŸiirini yazmış bir ÅŸairdir. Son Safahat’ta daha çok kendi içine döndüÄŸü ÅŸiirler vardır, ama aslında Mehmet Akif’in asıl ÅŸiiri odur. SavaÅŸ yıllarında toplumsal sorumluluk ÅŸuuruyla kendi sanatını topluma feda etmiÅŸtir. Bunca sıkıntı ve problem yaÅŸanırken güle-bülbüle ÅŸiir yazmak ona abes geliyordu, ahlak anlayışına ters geliyordu. Bu bakımdan kendisini ÅŸair olarak küçük gördüÄŸünü, ciddiye almadığını düÅŸünmüyorum, ama gerçekten tevazu sahibidir. Övünerek ortaya çıkan, sürekli “ben” diyen, kendi yaptığı iÅŸin önemini sürekli bağıran bir adam deÄŸildir daha da önemlisi, çok yüksek bir ÅŸahsiyet olduÄŸu için kendi kendisiyle dalga geçmesini bilen bir adamdır. Bu ancak kendine güvenin zirve noktasında varılabilecek bir yerdir. Bir insan kendi kendisiyle dalga geçebiliyorsa birçok ÅŸeyi aÅŸmış demektir.

Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyliyeyim,

Ne hüviyyette ÅŸu karşında duran eÅŸ’ârım:

Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;

Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.

Åži’r için “göz yaşı” derler; onu bilmem, yalnız,

Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!

AÄŸlarım, aÄŸlatamam; hissederim, söyliyemem;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!

Oku, ÅŸâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;

Oku, zîrâ onu yazdım iki söz yazdımsa.

Mehmet Akif’in kendi ÅŸiiri hakkında yazılıp çizilenleri, söylenenleri bildiÄŸini, Asım’ın başındaki Köse Ä°mam ile Hocazade arasında geçen bölümden anlıyoruz “Sana ÅŸair diyenoÄŸlum, seni gördüm yalnız” diyor. Mehmet Akif’in ÅŸiirlerini yazdığı dönemde Ahmet HaÅŸim, Yahya Kemal, Abdülhak Hamit, Hececiler ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Anadolu romantizmi gibi bir yığın farklı ÅŸiir anlayışları var. Öte yandan Necip Fazıl, Ahmet Kutsi gibi modern Fransız ÅŸiirinden etkilenen ÅŸairler var. Onların ÅŸiirinin yanında, yazılmakta olan bir ÅŸiir olarak Mehmet Akif’in ÅŸiiri çok farklı duruyor. Yeni geliÅŸmelerin, eÄŸilimlerin, modaların farkında ve kendi yazdığı ÅŸiirin de, dahası bu ÅŸiir hakkında diÄŸerlerinin ne düÅŸündüÄŸünün de farkında. Buna raÄŸmen ısrarla kendi ÅŸiirini yazıyor; yazdıklarının birtakım çevreler tarafından ÅŸair sayılmadığını bıyık altından gülerek ve tatlı bir istihza ile ifade ediyor. Bunu yapabilecek kaç ÅŸair ya da aydın var? Ben, kendisiyle alay ettiÄŸi ÅŸiirleri Mehmet Akif’in zaafı olarak deÄŸil, gücü olarak görüyorum.

Akif’in ilgileri ve düÅŸünce dünyaları farklı kiÅŸilerden oluÅŸan zengin bir çevresi olduÄŸu muhakkak. Bunu, sizin “1924 / Bir FotoÄŸrafın Uzun Hikâyesi” adlı kitabı­nızdan da anlıyoruz. Akif, çeÅŸitli çevrelerle saÄŸlıklı iliÅŸkiler kurabilen bir insan. Bu, Asım’a nasıl yansıyor? Akif üzerinden Asım’ın iliÅŸkilerini ve çevresini deÄŸerlendirir misiniz?

Zaten bir delikanlıyı, bir Avrupa ülkesine gönderiyorsanız, onun tamamen yabancı olduÄŸu bir dünya ile iliÅŸki kurmasını istiyorsunuz demektir. Asım da Avrupa’ya gitti, ilim ve fen öÄŸrendi. Bir bakıma Tevfik Fikret’in Halûk’u gibidir; o da gidecektir, Avrupa’da tıpkı Prométhée’nin tanrılardan ateÅŸi çalması gibi ilim ve fen getirip, kendi ülkesini kalkındıracaktır, ama Halûk gider ve dönmez biliyorsunuz. Asım ise dönecektir; o, kendi ülkesine, evine dönen adam tipidir. Evine dönecektir, fakat baÅŸka diyarlardan zenginlikler getirecektir. Dolayısıyla oradaki çevre, insan ve kültürle iletiÅŸim kuracak demektir.

—Ä°nkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız,

“Nerdesin hey gidi Berlin?” diyerek yollanınız.

Altı ay, bir sene gayret size eÄŸlence demek…

Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek!

Hani, bir ömre bedeldir ÅŸu geçen her gününüz;

Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz.

Åžark’ın âÄŸûÅŸu açıktır o zaman iÅŸte size;

O zaman varmanın imkânı olur gayenize;

O zaman dinlerim artık seni, Âsim, bol bol…

— Yarın akÅŸam gideriz.

—Öyle mi? Berhurdâr ol.

Avrupa’ya giden bir Müslüman genç, oranın bütün yaÅŸama alışkanlıklarının içinde yaÅŸayacak demektir, onlarla saÄŸlıklı iliÅŸki kuramazsa zaten yaÅŸayamaz. Avrupa’ya gönderdiÄŸi gencin bu iliÅŸkiler kurmasını isteyen bir aydının kendisinden farklı düÅŸünen ve farklı yaÅŸama alışkanlıkları olan insanlarla iliÅŸki kurmaktan kaçınması asla düÅŸünülemez. O zamanlar, aydınlar bugünkü gibi fikir farklılıkları sebebiyle birbirlerinden çok uzaklaÅŸmış deÄŸillerdi; rahatlıkla temas kurabiliyor, kavga da ediyorlardı, bir araya da geliyorlardı. Hikâyesini anlattığım fotoÄŸraftaki masa, Mithat Cemal Kuntay’ın alafranga döÅŸenmiÅŸ evinde, alkolün de bulunduÄŸu bir masadır. Mehmet Akif aÄŸzına alkol koymamasına ve bu konuda inancının da çok saÄŸlam olmasına raÄŸmen oradakilerin alkol almasına ses çıkarmıyordu; “Bana teklif etmeyin de, siz ne yaparsanız yapın.” diyor. Zaten bir arada yaÅŸamanın baÅŸka yolu da yoktur. Bu, Mehmet Akif’in tevazuuyla, ahlakıyla alakalı bir ÅŸeydir. Kalabalıktan fazla hoÅŸlanmayan, daha ziyade kendi içinedönen, riyakârca davranmaktan nefret ettiÄŸi için sevmediÄŸi insanlarla bir arada olmak istemeyen, ama sevdiÄŸi insanlara da dostluÄŸunu, fedakârca ve cömertçe veren bir insan Mehmet Akif.

Herkes kendi yaÅŸama alışkanlığını tek tarz olarak kabul eder, farklı yaÅŸama tarzlarını dışlarsa orada toplumsal birlikteliÄŸi saÄŸlamak mümkün deÄŸil. Meh­met Akif bu anlamda kesinlikle hoÅŸgörülüdür. Neyzen Tevfik en yakın dostlarından biriydi. Neyzen Tevfik eskilerin tabiriyle “ÅŸaribu’l-leyli ve nehar” bir adamdı, yani gece gündüz içen, kelimenin tam manasıyla alkolik bir adamdı. Mehmet Akif ona bu kötü alışkanlıktan kurtarmak için çok uÄŸraÅŸmış, ancak rakı içtiÄŸi için, çok içtiÄŸi için katiyen dışlamamıştır. Zaten Neyzen Tevfik, Mehmet Akif’in ney hocasıdır.

Mithat Cemal, kitabında Akif’le ilgili ilginç bir sahne anlatır. Buna göre; Namık Kemal’in oÄŸlu Ali Ekrem, Akif’ten her zaman sitayiÅŸle söz eder ve hayatta olsa babasının Akif’le iftihar edeceÄŸini söyler. Yine böyle bir konuÅŸmanın ardından Akif gelince, Ali Ekrem kalkıp onun alnından öper. Bu anlamda Akif için Namık Kemal’in devamıdır diye­bilir miyiz? Namık Kemal hiç deÄŸilse belli yönleriyle Akif’te devam eder, hatta belli bir noktaya gelir diye düÅŸünüyor musunuz? Namık Kemal; gerçekten de hayatta olup Akif’i tanımış olsa, onunla iftihar eder miydi sizce de?

Åžimdi bu konuda ne söylersek söyleyelim farazi olur. Ancak açıktır ki Namık Kemal’in gür ve meydan okuyucu sesi Mehmet Akif’te devam ediyor. Åžiirlerini okuduÄŸumuzda;vatan, millet, Ä°slam dünyasının kalkınması gibi hususlardaki iki ÅŸairin yaklaşımlarına

baktığımızda, hem fikrî olarak hem de sesin tonu itibarıyla Akif’in Namık Kemal’in devamı olduÄŸu söylenebilir. Hayat tarzlarının ve alışkanlıklarının çok farklı olduÄŸunu zannediyorum. YaÅŸasaydı alnından öper miydi, çok sever miydi? Severdi, niye sev­mesin, sevmemesi için hiçbir sebep yok. Akif de zaten Namık Kemal’i sever. Neyzen Tevfik’i seven adam Namık Kemal’i sevmez mi? Namık Kemal’in onun dünyasına çok yabancı olduÄŸunu düÅŸünmüyorum. Aksine hürriyet, istiklal, vatan gibi kavramları dile getiriÅŸinde, onu seslendirirken verdiÄŸi tondan Mehmet Akif’in Namık Kemal’in devamı olarak görmek mümkündür.

Akif kendini birdenbire bir görevin içinde buluyor. BaÅŸka ÅŸairler bu görevin içinde bulmadılar kendilerini. Akif kendi ÅŸiirini bile tarihe gömecek bir iÅŸin içinde oldu…

Hakikaten Mehmet Akif’in yaÅŸadığı zaman dilimi insanlık tarihi için son derece kritik, dramatik hatta trajik bir zaman dilimidir. Özellikle bizim için tam bir felaket dö­nemidir. Önce Rumeli’nin büyük bir kısmını, daha sonra Trablusgarp’ı, hemen ardında 1911-12 yıllarında bütün Rumeli’yi kaybediyoruz. Ardından Sevr, Mondros Mütarekesi, ve ülkemiz tamamen iÅŸgal ediliyor, yani bir var olma, yok olma noktası. Bu noktada Mehmet Akif ÅŸair tarafıyla deÄŸil, ahlak adamı yönüyle daha ön plana çıkıyor. Böyle bir zamanda susmak onun ahlakına sığmıyor. Susmak zamanı deÄŸil, gerçekleri haykırmak, insanları uyandırmak zamanıdır, diye düÅŸünüyor. Gür sesle vaaz etmeye baÅŸlıyor. “Fatih Kürsüsünden” ve “Süleymaniye Kürsüsünden” tamamen vaaz formatında yazılmış metinlerdir. Anadolu’da dolaşırken insanları ikaz etmek, uyandırmak amacıyla vaazlar veriyor. Hatta vaazları çoÄŸaltılarak cephelerde dağıtılıyor.

 

Baksana kim boynu bükük aÄŸlıyan?

Hakk-ı hayâtın senin ey müslüman!

Kurtar o bîçâreyi Allah için,

Artık ölüm uykularından uyan!

 

Bunca zamandır uyudunkanmadın;

ÇekmediÄŸin kalmadıuslanmadın.

ÇiÄŸnediler yurdunu baÅŸtan baÅŸa,

Sen yine bir kerre kımıldanmadın!

 

Ninni deÄŸil dinlediÄŸin velvele…

Kükreyerek akmada müstakbele,

Bir ebedî sel ki zamandır adı;

Haydi katıl sen de o coşkun sele.

 

Karşı durulmazcereyan sîne-çâk…

Varsa duranlar olur elbet helak.

Dalgaların anlamadan seyrini,

Göz göre girdaba nedir inhimâk?

 

DehÅŸet-i mâzîyi getir yâdına;

Kimse yetişmez yarın imdadına.

Merhametin yok diyelim nefsine;

Merhamet etmez misin evlâdına?

Böyle bir dönemde ahlakçı Mehmet Akif devrede ve dolayısıyla bu zamanda yaz­dığı bütün manzumeleri ahlakçı Mehmet Akif’in sorumluluk ÅŸuuruyla, vazife ahlakının bir neticesi olarak yazdığı metinler olarak görmek gerekir. Ama biraz rahatlayıp kendi içine döndüÄŸü zaman yazdığı ÅŸiirler, eÄŸer biraz ÅŸartlar müsait olsaydı yazacağı ÅŸiirin nasıl olacağını gösteriyor. Ahlakçı Mehmet Akif’i hesaba katmadan Safahat’ı doÄŸru okumak mümkün deÄŸildir. Sanat-ahlak uyumu ya da uyumsuzluÄŸu elbette tartışılabilir. Ahmet HaÅŸim o dönemde o ÅŸiirleri yazdı, kötü mü oldu diye sorulabilir. Bu ayrı bir husustur.

Ahmet HaÅŸim o dönemde Çanakkale’de yedek subay olarak yer almış, ama ÅŸiirlerinde bunun karşılığı yok…

Mehmet Akif, Ahmet HaÅŸim’e çok kızardı, “Bütün bunlar olup biterken, böyle ÅŸiirler nasıl yazılabilir?” diye. Hatta küçümserdi. Ne var ki biz altmış-yetmiÅŸ sene sonra uzaktan baktığımızda “Ahmet HaÅŸim iyi ki o ÅŸiirleri yazmış.” diyoruz. Bu tamamen bakış açısına, dünya görüÅŸüne, yetiÅŸme tarzına, ahlâk anlayışına ve mizaca baÄŸlı bir olaydır. Yahya Kemal de yazılarıyla Millî Mücadele’yi destekledi, ancak Anadolu’ya geçmedi, fakat Akif davet edilir edilmez koÅŸa koÅŸa Anadolu’ya gitmiÅŸtir. Mücadeleye bilfiil katılmıştır, cephelerde vaaz etmiÅŸ, heyet-i nasihalarla gitmiÅŸ, insanlara nasihat etmiÅŸtir. Sırat-ı Müstakim ile Sebil’ür-ReÅŸad’ı çıkararak, ne mümkünse onu yapmıştır. Dolayısıyla bu farkı Mehmet Akif’in ÅŸahsiyeti, ahlakı, dünya görüÅŸü ve duruÅŸu ile alakalı olarak ele almak gerekir.

Aslında Asım’da öyle bölümler vardır ki, yazılır ÅŸey deÄŸil. Mehmet Akif, Süleymaniye ve Fatih Camii kürsülerinden vaaz ediyor, yani mensur söylenebilecek ÅŸeyleri manzumla, vezinli kafiye olarak söylüyor. Fakat Türkçeye tasarrufu o kadar kuvvetli ki, bu eserlerindeki ÅŸiir eksikliÄŸini, Türkçeyi kullanışındaki mahareti, zengin­liklerini yansıtmadaki becerisi kapatıyor. Dili Mehmet Akif kadar ustalıklı kullanan baÅŸka bir ÅŸair olduÄŸunu zannetmiyorum, yoktur. Bugün bile yoktur!

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.