Sosyal Medya

Güncel

Alim Kahraman: Kendi Ä°stanbul'unu gezdirdi Orhan Okay bana

''Zarifoğlu gibi artist (sanatkâr) bir kişilikle beraber yol yürümenin kendisi başlı başına bir nimettir. İçinize işleyen bir şey olur. Bunun ne olduğunu onu kaybedince anlarsınız.'' Âlim Kahraman, son çıkan kitabı 'Tanıdığım Orhan Okay’ vesilesiyle Orhan Okay’la hatıralarına, kendisinin yetişmesine ve çalışmalarına, eleştiriye, eleştirmene ve hatıra yazımına dair M. Murtaza Özeren'in sorularını cevapladı.



Âlim Kahraman’la son çıkan kitabı Tanıdığım Orhan Okay’ıvesile kılarak röportaj yaptık. Orhan Okay’la hatıralarından baÅŸlayarak kendisinin yetiÅŸmesine ve çalışmalarına, eleÅŸtiriye, eleÅŸtirmene, hatıra yazımına dair konuÅŸtuk. Hem Tanıdığım Orhan Okay’ın inÅŸa sürecini hem de Kahraman’ın geliÅŸiminde etkili eser ve kiÅŸileri gösteren bu röportajı istifadenize sunuyoruz.

Öncelikle son çıkan kitabınıza dair sorularımla baÅŸlamak istiyorum. Tanıdığım Orhan Okay ismi ile Büyüyenay Yayınları’ndan merhum Hoca ile gezilerinizden kalan fotoÄŸraflarla bezeli hatıra kitabınız çıktı. Kitabınızdan ve buradan hareketle Orhan Okay'la olan iliÅŸkinizden bahseder misiniz?

Hoca’yla tanışmamız 1989’dadır. Adını 1974’te duymuÅŸtum. Fakat kendisini daha yakından tanımam 1994’te Erzurum’dan Ä°stanbul’a taşınmasından sonra mümkün oldu. Hem Adapazarı’nda üniversitede hem de Ä°stanbul’da Ä°SAM’da beraber çalıştık. Özellikle Ä°SAM beraberliÄŸimiz ölümüne (Ocak 2017) kadar sürdü. Bu arada ailecek görüÅŸmelerimiz de baÅŸlamıştı. Tanıdığım Orhan Okay kitabının bir bölümünü oluÅŸturan Ä°stanbul gezilerimiz ise 1990’lı yılların sonuna doÄŸru baÅŸlamış, Hoca’nın ölümünden bir yıl öncesine kadar sürmüÅŸtür.

Orhan Okay Hoca bu gezilerinizde nasıl bir halet-i ruhiye içerisindeydi?

Gezilerimiz onun doÄŸup büyüdüÄŸü, 22 yaşına kadar da hayatını geçirdiÄŸi Balat semtinden baÅŸladı. Fakat bir süre sonra Ä°stanbul’un bütününe doÄŸru yayıldı. Balat gezilerimizde Hoca açısından duygusal taraf daha ağırlıktaydı. ÇocukluÄŸuna kadar inen hatıraları söz konusuydu. Fakat bunların tamamını gezi arkadaşıyla/arkadaÅŸlarıyla tamamen paylaÅŸması mümkün olmuyordu doÄŸal olarak. Kimi ipuçlarını duyabiliyorduk o anda. Onun bu kitaba yansıyan anlatımları, benim gezilerde çektiÄŸim bazı fotoÄŸrafları tabettirip kendisine götürerek arkalarına bazı notlar düÅŸmesi talebinde bulunmamdan sonradır. Bu fikir geliÅŸerek kitabın çekirdeÄŸini oluÅŸturdu. Ben bunlara Hoca’nın kiÅŸiliÄŸi üzerine yazdığım bir yazıyla Ä°stanbul gezmelerimizi benim açımdan deÄŸerlendiren uzunca bir bölümü ekledim. Kitap, Hoca hayattayken çıkacaktı. Bunu kendisine de söylemiÅŸtim. Yaptığım çalışma Hoca’yı da çok memnun ediyordu. Fakat son halini görmek ona nasip olmadı. Hastalıkları arka arkaya geldi ve onu aramızdan alıp götürdü.

Gezilerimiz, Balat’tan sonra, Ä°stanbul’un deÄŸiÅŸik semtlerine yaptığımız geziler olarak yıllar içinde sürüp gitti. Bir tarihten sonra Hoca’nın bunları bir sisteme baÄŸladığını, daha önce gitmediÄŸimiz semtleri sırayla gezmeye baÅŸladığımızı da söylemeliyim.

DoÄŸal olarak kendi Ä°stanbul’unu gezdirdi bana Hoca. Ä°stanbul’a 1974 yılında geldim ben. GezdiÄŸimiz mekânlarla ilgili izlenimlerimi yazıp yansıtmadım bu kitaba. Çünkü bir Okay kitabıydı bu, öyle planlandı. Gezilerimizde de kendi anılarımı hemen hemen hiç katmazdım araya. Hocanın anlattıklarına kulak verirdim.

Yine aynı kitabınızda merhum hocanın kişiliğinin şekillenmesinde etkili olmuş kimseleri zikrettiğiniz bir kısım mevcut. Buradan hareketle sizin kişiliğinizin gelişmesinde kimlerin etkisi olmuştur?

Bu sorunuzu entelektüel kimlikle sınırlamak doÄŸru olur her halde. Aslında kiÅŸilik ÅŸekillenmemizde, hayatımızın bütünü, ona ait her ayrıntı etkili olmuÅŸtur.

BelirttiÄŸim gibi 1974’te on yedi-on sekiz yaşındayken geldim ben Ä°stanbul’a; Ä°stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yüksek tahsilimi yapmak üzere. Ä°stanbul’a gelmeden yaptığım okumalarda bazı eserler, isimler beni derinden kavramıştı. Bunlardan özellikle Necip Fazıl ve Dostoyevski’yi, onların bazı eserlerini anmam lazım. Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak oyunu üzerine bir yazı kaleme almaktan kendimi alamamıştım (yayınlamayı düÅŸünmedim o zaman bu yazıyı). Bir yaz Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okuyup bitirmiÅŸtim üç-dört gün içinde. Edebiyat Fakültesi’nde, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde bir Tanpınar atmosferini hazır buldum. Özellikle hocamız Mehmet Kaplançok söz ederdi ondan. Bir dönem boyunca Huzur romanının tahlilini yaptı bize. Ömer Faruk Akün’den Yahya Kemal’i okuduk. O da iki dönem devam etti. Mehmed ÇavuÅŸoÄŸlubizi Divan ÅŸiirinin dünyasına alıp götürdü.

Tüm bunlar olurken kaldığım yurtta, üst sınıflardan bir aÄŸabey (DurmuÅŸ Günay), Sezai Karakoç’un eserleriyle tanıştırdı beni. Karakoç’tan ilk okuduÄŸum kitap Ruhun DiriliÅŸi’dir. O zamanlar aldığım kitaplara tarih düÅŸerdim, bu kitaptaki tarih 18 Aralık 1974. Demek ki DurmuÅŸ aÄŸabeyden o tarihte almışım onu.

1976 yılı Aralık’ında sınıf arkadaÅŸlarımdan birinin elinde (Åževket KılıçMavera dergisinin ilk sayısını gördüm. Alıp bazı yazıları okudum. Rasim Özdenören’in “Mor Sinekler” adlı öyküsü vardı o sayıda. Alışık olmadığım bir okuma serüveninin kapılarını araladı bunlar bana. Ruhun DiriliÅŸi, yazıda devrik cümlenin de kullanıldığı yepyeni bir ifade biçimi ve ruhla karşılaÅŸtırdı. Rasim Özdenören’in öyküsü, noktalama iÅŸaretleri hiç kullanılmadan yazılmıştı. Tuhaftır, buna raÄŸmen anlatım sizi kavrıyor ve bırakmıyordu.

Bu böyle sürüp gider. Åžunu söylemek istiyorum. Tüm bu isimlerin derin etkileri oldu üzerimde.

Cahit ZarifoÄŸlu’yla mektuplaÅŸmalarınız ve merhum ÅŸair hakkında yazdıklarınız yine aynı yayınevi (Büyüyen Ay) tarafından Cahit ZarifoÄŸlu’yla Yedi Yıl ismiyle basıldı. Bu kitapta da sizin edebiyat rotanızın ZarifoÄŸlu tarafından çizildiÄŸini, kendisinin sizi eleÅŸtirmenliÄŸe yönelttiÄŸini görüyoruz. Bu deÄŸerli kimselerin yanında olmak edebi ve ilmi çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Mavera dergisini çıkaran kadroyla tanışmam 1980 yılında, fakülteyi bitirdikten iki yıl sonra oldu. Onlar benim, eserlerinden sonra kendilerini de tanıma bahtiyarlığına erdiÄŸim ilk sahih edebiyatçılar oldu. Böylece fırsat buldukça Ä°stanbul’dan Ankara’ya -onları ziyarete- gidip gelmelerim baÅŸladı. Hepsiyle görüÅŸüyorduk ama, Rasim Özdenören’le uzun sohbet saatlerimiz oluyor, Cahit ZarifoÄŸlu ile ise yazışıyorduk. Ä°lk birkaç yıl böyle geçti. 1983’te Cahit ZarifoÄŸlu’nun Ä°stanbul’a taşınmasıyla onunla daha yakın bir iliÅŸkimiz oldu. Ailecek de görüÅŸmeye baÅŸladık.

Fakat ZarifoÄŸlu’nun beni yönlendirmesi iÅŸte o mektuplaÅŸtığımız yıllarda, mektupları yoluyla oldu. EleÅŸtiriye özel bir önem vermemi istemesi o mektuplardadır. Daha sonra doÄŸrudan bir yönlendirmesi olmadı. Hatta kendisiyle beraber Ä°stanbul’a gelen Mavera dergisinin yönetimini de bana bıraktı.

Fakat ZarifoÄŸlu gibi artist (sanatkâr) bir kiÅŸilikle beraber yol yürümenin kendisi baÅŸlı başına bir nimettir. Ä°çinize iÅŸleyen bir ÅŸey olur. Bunun ne olduÄŸunu onu kaybedince anlarsınız.

Ä°lmî çalışma da diyorsunuz sorunuzda. Tuhaf ama, benim üniversiteye yönlenmemde de bir pay sahibidir ZarifoÄŸlu. Mektubunun birinde Doktora yapmamı da tavsiye etmiÅŸti rahmetli.

Akademik çalışmalarınız mevcut. Bu çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Yazı hayatım 1980’den itibaren kesintisiz sürdü. 1992’de ilaveten yüksek lisans çalışmam baÅŸladı. 1993’te üniversiteye, öÄŸretim kadrosu içine ve Ä°SAM’ın hazırlamakta olduÄŸu Ä°slâm Ansiklopedisi’nin ilim heyetine dâhil oldum. Akademik hayat benim iÅŸim oldu. Buna raÄŸmen o tür çalışmalarımı da bir iÅŸ olmanın ötesinde zevkle sürdürdüm. Yüksek lisans ve doktora tezlerimden baÅŸka Ä°slâm Ansiklopedisi’ne altmış kadar edebiyat maddesi yazdım. Yüzlerle ifadesini bulacak maddeye redaksiyon ve benzeri ÅŸekilde katkım oldu. Edebiyat dergilerinde yazmayı sürdürürken hakemli ilmî dergilerde de makalelerim çıktı. Bu alandaki çalışmalarım büyük oranda henüz kitaplaÅŸmadı. Fırsatını bulursam onları da iki büyük ciltte toplamak istiyorum.

Kültür dünyamıza ait nice anı ve anekdot, sahipleri ile birlikte topraÄŸa giderken siz iki kitap çıkardınız. Kültür dünyamızın 70-80 kuÅŸağı anılarını yazmakta çok isteksiz yahut böyle bir düÅŸünceye sahip deÄŸil gibi duruyor. Siz ne düÅŸünüyorsunuz bu konuda?

Anı yazımının biraz yaÅŸa baÄŸlı bir yanı da var. Otuz yaşınızda anı yazmaya, daha da önemlisi yayımlamaya baÅŸlarsanız ne deÄŸeri olur? (Ürün veremeden bir anı yazarı olup çıkar insan sonunda.) Onun için bizim kuÅŸağın anılarının tam olarak ortaya çıkması için biraz daha beklemek lazım, diye düÅŸünüyorum. Eser verip dururken anı onun önüne geçmiyor çoÄŸu zaman. Geçmemeli de bence. Fakat 50-60 yaÅŸları anıların da bir taraftan sökün etmeye baÅŸladığı yıllar oluyor. YetmiÅŸe doÄŸru oran yükselir diye düÅŸünüyorum. DoÄŸal olarak ömrü olanlar için.

Ben de fazla anı yayımlamadım. Bazı baÅŸlangıçlar yaptım sadece. Seksenli yılların sonunda günlük tutmuÅŸtum. GeçmiÅŸ yıllarda bir iki dergide kısa bir-iki parçası çıkmıştı. Günlüklerin yayını konusu zaman zaman kafama takılıyor mesela bugünlerde.

EleÅŸtirmen edebiyatımızda meçhul bir ÅŸahsiyettir. Yani kimdir eleÅŸtirmen, eleÅŸtiri nedir hâlâ belirsizliÄŸini koruyor gibi. Sizin bu konuya bakışınız nedir? 

Meçhullükten ziyade bir eksiklikten söz etmek daha doÄŸru belki. Sizde meçhullük duygusunu uyandıran aslında bu yokluk olabilir. Yetersizlik yani.

Peki, eleÅŸtiri hâlâ “sahiplerini bekleyen bomboÅŸ bir meydan” mıdır?

Bunu Cahit ZarifoÄŸlu söylemiÅŸti yıllar önce. Hâlâ bir eksiklikten, yokluktan söz edebiliyorsak büyük oranda geçerliliÄŸini koruyor o söz. BaÅŸka bir türle uÄŸraÅŸmayan pür eleÅŸtirmen tiplerin çıkmasını da bekleyip durmamak lazım diye düÅŸünüyorum. Sezgisi güçlü ÅŸair ve yazarlar da bu yönde kendilerini geliÅŸtirmeli. Deneme ruhu da taşıyan bu tür eleÅŸtiriler daha insanî, daha verimli oluyor bana göre. Bilmiyorum, bu da bir görüÅŸ iÅŸte.

Bizde disipliner eleÅŸtirinin ocağı olması gereken üniversiteler bu konuda gerçek iÅŸlevini yerine getirmiyor sanki. EleÅŸtirici deÄŸil tarihçi bir anlayış ağırlıkta hâlâ. En yeni eleÅŸtiri kuramlarının da izlendiÄŸi dersler olmalı bu bölümlerde. Edebî esere onların sunduÄŸu imkanlarla bakılmalı. Bu tavır bir akışa kavuÅŸmalı, yol haline gelmeli. Ancak ÅŸunu da söyleyeyim, bazı üniversitelerde bu eksikliÄŸin farkında olan, bunu dillendiren, uygulamasını yapan isimler tamamen yok da deÄŸil.

EleÅŸtiri yazılarınızın yanı sıra hikâyeleriniz de mevcut. Bilhassa hikâye/roman eleÅŸtirilerinizde hikâye yazmanızın bir etkisi oluyor mu?

Bu ikisi ayrı iki akış. Ä°ki farklı iÅŸleyiÅŸ. EÄŸer aralarında doÄŸrudan bir baÄŸ olsaydı mesela romanı en iyi tanıdığını farz ettiÄŸimiz her roman eleÅŸtirmeninin, en az eleÅŸtirileri ayarında iyi romanlar da ortaya koyması gerekirdi veya hikâye. Ancak eser veren kiÅŸi, bazı bakımlardan daha içerden kavrayabilir gibi geliyor okuduÄŸu eseri. Bunu ifade etmenin yolları üzerinde durursa, deÄŸerlendirme -eleÅŸtiri- yazıları da yazabilir. Bundan önce de kısaca deÄŸinmiÅŸtim bu konuya.

Esas deneme ve eleÅŸtiri metinleriniz hikâye üzerine olsa da bazı kitaplarınızda ÅŸiir ve ÅŸair eleÅŸtirilerinize, deÄŸerlendirmelerinize de rastlıyoruz…

Güzel sordun. EÄŸiliminiz olan türle daha fazla ilgilenmiÅŸ oluyorsunuz. Ä°lginiz arttıkça o dalda bir birikim artışı, zamanla bir çeÅŸit uzmanlaÅŸma da kendiliÄŸinden ortaya çıkıyor. Ancak bu sıralar ÅŸiir deÄŸerlendirmelerimin fazla olmaması hayatımda ÅŸiirin olmadığı anlamına gelmiyor. Åžiirle iliÅŸkisiz bir edebiyat olur mu? Bu mümkün mü? Okuma düzeyinde hep sürdü ÅŸiir bende. DeÄŸerlendirmeler de yaparım inÅŸallah.

 

Röportaj: M. Murtaza Özeren

kaynak: Dünya Bizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.