Güncel
İsimlerin resmi ve renklerin romanı: Beni Göremezsin
Alim Akca'nın "Beni Göremezsin" romanı bakış açısı sorunsalı üzerine kurulmuş. Eser bu yönüyle postmodern bir roman. Kitabı Dünyabizim için Nihan Su değerlendirdi.
“Ä°nsanların kaderleri de beyinlerinde yazılıdır. Fakat beyin,
kaderdeki o şeyi zamanı gelene kadar saklamayı bilir.
Kendi sinirlerinden, ruhundan bile…”
(Beni Göremezsin)
Beni Göremezsin Alim Akca’nın Mevsimler Kitap etiketiyle çıkan yeni romanı. Romanın kendi serüvenini de yine romandan öÄŸreniyoruz:
Fehmi isimli bir cin 1500’lü yılların ortalarında, Osmanlı Ä°stanbul’unda ÅŸahit olduÄŸu olayları kayda geçirtmek için genç bir yazarın -Müellif Efendi’nin- kanına girer. Ona Yakup’un hayatını anlatır. Çünkü Yakup kötülüÄŸün esiri olmuÅŸ bu cini tamamen deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir ve hikâyesini dinleyenleri de deÄŸiÅŸtirmeye namzettir.
Peki, ne yapmıştır bu Yakup? Bir kere, kör olmuÅŸtur. Nasıl mı? Orasını karıştırmayın iÅŸte. Ä°yi ya… Sonra? Sonra o, dünyaya kapalı gözlerle annesini aramaya kalkışmıştır. Ha, bir de annesi mi yoktur? Evet, Yakup körlükle annesizliÄŸi birbirine karıştırmaktadır. Sanki onu bulsa gözleri açılacaktır. Fakat nasıl yapacaktır? Annesinin adı bile ona yasaktır. Kaldı ki yüzü, sesi; yeri yurdu… Hepsi bir muamma. Gel gör ki Yakup sırları çözmeye azimli. Kör olmayan, hiç yoksa bir körle gerçek bir dostluk kurmayan onun azminin sınırlarını bilemez. Yakup annesinin resmini çizmeyi akıl eder. Böylece onu tanıyacaktır. Onu hayal edebilecektir önce…
Bu uÄŸurda tanıştığı renkler, ebrû sanatı, hüsn-ü hat ve nihayet Esmâ’ül Hüsna; Yakup’a bambaÅŸka sırları, sırların sırrını açar… Bu sır kolay açılır mı adama? Yakup bu yolda aÅŸk acısı mı çekmemiÅŸtir, kaybolup denizin dibini mi boylamamıştır, babasıyla mı bozuÅŸmamış, sevgili kardeÅŸine mi sebep olmamıştır?.. Ne var ki o ne kadar aÅŸk acısını, ayrılığın ızdırabını yaşıyorum zannetse de aslında Allah’ı tanımanın, sevmenin sancılarını çekmiÅŸtir.
Romanın öne çıkan kahramanları
Hikâye elbette Yakup’un hikâyesi. Fakat Ä°hsan Efendi’nin aÅŸkla imtihanı romanda önemli bir yeri iÅŸgal ediyor. Ebrûzen Kâmuran AÄŸa, Allah inancında aradığı lezzeti adeta çöplükte bulan sıra dışı bir derviÅŸ olarak güçlü bir karakter çiziyor. Mevlûde Hanım eÅŸyalarla konuÅŸan deli olarak da öldükten sonra ruhu mahallesinden uzaklaÅŸmaktan korkan bir veli hâliyle de okuyucusunu hem güldürüyor hem hüzünlendiriyor.
“Sirke, evde kalmış kız kurusuydu, acısından yenmezdi fakat hatrından da geçilmezdi. Sitemi ağır, aÄŸzı gıybetliydi amma iyi komÅŸuydu. Edep, görgü bilirdi, kara gün dostuydu… Pirinç de padiÅŸah kızıydı, saraylarda büyümüÅŸ, güneÅŸ görmemiÅŸti. Bulgursa Türkmen kızıydı, pirinç gibi beyaz deÄŸildi ama onun da huyu güzeldi. ErkeÄŸe asıl saadeti bulgur verirdi… Kavun, kemiksiz, diÅŸsiz bir pîr-i faniydi. Dam altında yatar, yattıkça neÅŸelenir, erken kaldırırsan tadı kaçardı. Camiye gidip gelmeye bile üÅŸenirdi, zaten laf aramızda, abdest tutup tutamadığı da meçhuldü ya neyse... Et, Hızır aleyhisselâmın ta kendisiydi. Mevlûde Hanım ona hürmet ederdi, eti piÅŸirirken gözlerinden yaÅŸlar dökülürdü. Etin bir damla yağını bile zayi etmez, kabı kacağı parmaklarıyla sünnetledikten sonra yıkardı. Ona “Ey Hızır Hazretleri, bunca derde devayı nerelerden, hangi ottan, yapraktan toplarsın da nerende saklarsın?” diye hûÅŸû ile sorardı… Kabaklardan balkabağı, keyfine düÅŸkünlüÄŸünden ötürü müftülükten azlolunmuÅŸ bir âlimdi. Ona da “Sende akıl olsa Mekke-yi Mükerreme’de otururdun, ÅŸimdi yallah bakalım ReÅŸid Efendi’nin iÅŸkembesine!” diye takılırdı. Hıyar kabağı ise dilencinin tekiydi. YaÄŸ ister, tuz ister, pirinç, bulgur ister, ne versen de doymaz, memnun olmazdı. Ama küstürmemek, bedduasından sakınmak lazımdı…”
Sürprizlerle dolu bir roman
Eser her ne kadar sürprizlerle örülü bir kurgu derinliÄŸi üzerine oturtulmuÅŸ olsa da asıl gücünü dilinden alıyor. 6 asır öncesiyle ortak olan kelimeler (Evet, böyle kelimeler de varmış.) canlı kanlı, dipdiri çıkıyorlar karşımıza. Böylesine olay temelli bir romanda altı çizilecek, taÅŸa kazınacak, dövme yapılacak sözlerin çokluÄŸu takdire ÅŸayan.
Yazar Alim Akca, o günün dilini bu kadar iyi bildiÄŸine; insanların helada kullandığı peÅŸkirden, içtiÄŸi hoÅŸafı soÄŸutmak için UludaÄŸ’dan getirdiÄŸi buza kadar günlük hayatın detaylarını bu kadar canlı anlatabildiÄŸine göre bu cin meselesi doÄŸru olmalı diyor insan.
Cin deyince… Bu cinli yazarın anlattığı cin, daha önceden bildiÄŸimiz iyi saatte olsunlar heyulalarına da lamba cinine de pek benzemiyor. Aslında Kur’an-ı Kerim’deki cin kavramına uygun olarak anlatılan ve de gayet komik bir cin bu. Ä°nsandan daha insan.
Beni Göremezsin bakış açısı sorunsalı üzerine kurulmuÅŸ. Olayları bir cin naklediyor ve duygularını gizleyemiyor, kafasına girdiÄŸi yazarın tarzını eleÅŸtiriyor, bir yandan da kendi serüvenini anlatmaya çalışıyor… Eser bu yönüyle postmodern bir roman. Zaten onu bir tarihi roman, tasavvufi roman, fantastik roman vb. tanımlamak eksik kalırdı.
Gözleri görmeyen bir çocuÄŸa renkler nasıl anlatılır?
Gözleri görmeyen bir çocuÄŸa renkler nasıl anlatılır? Ancak o renklerin anlamlarıyla:
"Er-Rahmân, ‘ezelde bütün yaratılmışlar hakkında rahmet irade buyuran; sevdiÄŸini, sevmediÄŸini ayırt etmeksizin bütün mahlûkatı nimetlendiren’ demektir. Bu ismi yazmak için kırmızı mürekkebi tercih et." dedi Kamuran AÄŸa. “Çünkü kırmızı, kanın, hayatın rengidir. Rahmân olan Allah, bizleri bir hiç olmaktan kurtarıp ÅŸükredeceÄŸimiz ya da isyankâr olacağımız kendisine malumken her birimize kan, ten ve can verdi. Narin derimiz açılır ve kan akmaya baÅŸlar, iÅŸte o zaman kırmızının kıymetini anlarız. Âlemde kırmızı tükendiÄŸinde hayat biter. Kırmızı, bizim taÅŸ olmaktan da ot olmaktan da farkımızdır. Åžeytan, kanımızın rengini bilseydi, ‘Ben ateÅŸten yaratıldım, Âdem ise topraktandır…’ diyerek kibirlenmezdi. Kırmızı bizim ateÅŸimizdir, yüreÄŸin her vuruÅŸunda alev alır... Kırmızıyı öÄŸrendiysen ÅŸimdi onun üzerine biraz beyaz mürekkep ekle ve karıştır, böylece pembeye ereceksin. Çünkü rahmet, kalp yumuÅŸaklığıdır. YumuÅŸaklığı pembe ile göster ki yakmayıp ısıtan bir ateÅŸ olsun. Rahmân’ın merhameti nasıl imanlı-imansız, suçlu-itaatli, gayretkeÅŸ-miskin ayırt etmeksizin bütün âlemi kaplıyorsa; pembenin neÅŸesi bütün suya aksetsin. Ona bakan her kimse, ahlakını ayırt etmeksizin, canına can katsın...”
Merak duygusu hiç kaybolmuyor
Kitap boyunca merak unsuru hiç eksik olmuyor ve sonunda her ÅŸeye farklı bir göz’le bakmaya baÅŸlıyorsunuz. Nasıl mı?
“Yıkanmış, tertemiz çamaşırlar duyuyorum içimde. Sen yıkamışsın bunları anne. Kokuları dışarıdan deÄŸil, içerimden geliyor, burnumdan, aÄŸzımdan yayılıyor etrafa. Ruhum bembeyaz bir çamaşır anne. Küllü suda yıkanmış, içine bir tane de karanfil mi, nane mi bir ÅŸey atılmış…”
“Ä°nsan her ÅŸeyi öÄŸrenmeli anne. Bir kardeÅŸi varsa onu da bulmalı. Bulmalı ve de yakasından tutmalı. ‘Ulan bana bak!’ demeli… ‘Bana bak, pis herif, ÅŸu ananın kıymetini bil. Åžu üstünün başının temizliÄŸini öp de başına koy. Hem bana öyle bakma.’ ‘Ne biliyorsun nasıl baktığımı?’ derse, ‘Ne bilmeyecekmiÅŸim oÄŸlum, ben senin aÄŸabeyinim. Adamın aÄŸabeyi, onun neye sinirlendiÄŸini, neyden haz ettiÄŸini bilmez mi?’ demeli. Bir an heyecanlanıp, ‘Yok yahu, sahi mi?’ diye soracaktır önce. Sonra bu iÅŸ biraz gururuna dokunacak, ‘Nereden aÄŸabeyim oluyormuÅŸsun sen benim?’ diyecektir. Babasından öÄŸrenmiÅŸtir maÄŸrur olmayı. ‘Bırak gururu Yahya! (Yahya hep bir kardeÅŸ ismidir anne.) Bırak ÅŸimdi. Sen de anladın daha ilk görüÅŸte. Biz seninle aynı karında yatmadık mı birader?’ Sonra bir sarılmalı karındaşımla. Senin bir duvar arkasında kesik kesik aÄŸladığını duymalı. Saadetten çatlamalı. Senin Yahya için, ‘Bir patavatsızlık etmese bari.’ diye düÅŸündüÄŸünü hissetmiÅŸ gibi, ‘Olsun be!’ diye bağırmalı. ‘Olsun… Bir kardaÅŸ ömürde kaç kere bulunuyor?’ Bulunmuyor anne. Hiçbir ÅŸeyin bulunduÄŸu yok. Kaybediliyor da bulunmuyor. Dünya kaybetmek üzerine kurulmuÅŸ.”
Nihan Su
Henüz yorum yapılmamış.