Özel / Analiz Haber
Dücane Cündioğlu: İslâm Dini olur ama İslâm Felsefesi, İslâm Hikmeti olmaz!
Follow @dusuncemektebi2
Her tanım, gerçekte “tanımlanması” istenenin sınırlanmasından (sınırlarının belirlenmesinden) ibarettir.
Tanım karşılığında kullanılan Arapça ''hadd'' kelimesi de ''sınır'' anlamına gelir zaten. Çoğulu hudud''dur. Nitekim kişinin haddini bilmesi, insan olmak bakımından sınırlarını bilmesi demektir.
Mantık İlmi''nde kesin tanım için eskiden “hadd-i tam” terkibi kullanılırdı. Çok bilinen açıklaması ise şöyleydi: “efradını câmi, ağyarını mâni”. Yani iyi bir tanım, tanımlanması istenen kavramın sınırlarını öyle belirleyebilmeli, bu sınırları o kadar iyi çizebilmelidir ki o kavrama ait hiç bir şey dışında kalmamalı, ona ait olmayan hiçbir şey de içine girememelidir.
Batı dillerinde aynı anlamda kullanılan ''definition'' kelimesinin kökündeki ''finis'' de ''sınır'' demektir. Meselâ zamanla sınırlı olması bakımından fiiller finitive, masdarlar ise infinitive''dir.
Hadd''e karşılık olmak üzere Batı dillerinde kullanılan bir diğer kelime de term''dir; yani bizim bugün Türkçe''de daha çok ''ıstılah'' karşılığında kullandığımız ''terim''.
''Terminus'', gerçekte, sınırların koruyucusu olan bir Roma tanrısının adıydı; “sınır tanrısı” yani. Tarlaların sınırında, üzerinde büstü bulunan dikili bir taşla gösterilirdi. Tam da burada “determinizm” kelimesi hatırlanabilir. Çünkü determinizm''deki zorunluluk, belirlenim, sınırlayıcılık kökündeki ''term''den gelir.
Artık baştaki yargımı şu şekilde açık kılmayı deneyebilirim::
— Her kavram, her terim, gerçekte nesne ya da olguların adlandırmalar yoluyla tanımlanmasından, sınırlanmanmasından, sınırlarının belirlenmesinden ibarettir.
Bu özet girişten sonra soralım:
“İslâm Felsefesi” bize neyi tanımlıyor? Bu tanım felsefe''ye ilişkin hangi sahici sınırları işaretliyor? Bu adlandırma, bu sınırlama, muhatabına gerçekten de vâkıaya mutabık (gerçeğe uygun) bir kavrayış kazandırıyor mu?
Bizce, hayır!
“Arabic Philosophy” (Arap Felsefesi) yerine teklif edilen “Islamic Philosophy” (İslâm Felsefesi) de aynı ölçüde hatalı bir tanımlamadır.
Arap Felsefesi, hiç kuşkusuz ki “Arapların felsefesi”, “Araplara özgü felsefe” demek değil; bilâkis “Arap diliyle yazılan felsefe” demek. Bir ırka, bir kavme değil, bir dile atıf yapılıyor; tıpkı “Arap Aklı” gibi. Ne var ki Batılı akademik çevrelerde bu ad ve tanım bütün yanlışlığına rağmen hâlen, hem de ısrarla kullanılmakta.
Daha kapsamlı olması bakımından “İslâm Felsefesi” şeklindeki kullanımın da bu yüzyılın ortalarından itibaren tutunmaya başladığını, son çeyrek yüzyılda da iyiden iyiye yaygınlaştığını söyleyebiliriz.
Oysa Felsefe''yi, İslâm dünyasındaki karşılığı ile Hikmet''i daraltıcı anlamıyla bir ırka, bir kavme veya bir dine nisbetle kullanmak fevkalâde yanlış ve yanıltıcıdır. Kelimenin tam anlamıyla: halt etmektir; Türkçe söylersek sapla samanı karıştırmaktır. Üstelik bizim ilim-irfan tarihimizde böyle bir tanımlama teşebbüsü de mevcut değildir.
Hikmet, her tayin ve taayyünün üstündedir. Nitekim İbn Sina, Şehristanî, İbn Haldun, Sübkî, Beyhakî, Şehrazûrî gibi kadîm otoritelerin metinlerinde kullanılan tanımlar aşağı-yukarı şunlardan ibarettir: el-mütefelsifetu''l-islâmiyye, el-felâsifetu''l-müslîmîn, felâsifet''ul-islâm, hukemâ''ul-islâm, vb.
Bu terkiblerin hepsi de en sade karşılığıyla şu anlama gelir: müslüman filozoflar; yani felsefe''yle meşgul olan müslümanlar.
Bu bağlamda hikmet-i ilâhiye terkibini örnek göstermek doğru değildir; zira bu tanım “hikmet-i nazariye/hikmet-i ameliye” gibi teknik bir anlama sahiptir; aslâ “islâmî hikmet”, “islâmî felsefe”, “nebevî felsefe” gibi sadece duyguları okşamaya yarayan hamasî tamlamaların mesnedi olamaz.
İslâm bir dinin sıfatıdır; hikmet ve felsefenin değil! İslâm Dini olur ama İslâm Felsefesi, İslâm Hikmeti olmaz! Olursa, o zaman ona Kelâm (Theologie) denir, Hikmet (Philosophie) değil.
İnsan sızlanmadan edemiyor: hikmetin tarihiyle meşgul olanlar, n''olurdu biraz da hikmetin kendisiyle/özüyle meşgul olsalardı!
Meşgul olsalardı n''olurdu?
Hikmetin kendisiyle/özüyle meşgul olsalardı, o takdirde hikmeti ''hikmet'' olarak zatında/özünde görmeye çalışırlardı, araz ve sıfatlarında değil.
Yeni Şafak
Henüz yorum yapılmamış.