Sosyal Medya

Güncel

Mustafa Öztürk / Din anlatmak mı, yoksa...

Mustafa Öztürk / Din anlatmak mı, yoksa...



Tevhid inancına dayalı Ä°slam dini Mekkî surelerde müÅŸriklere, Medenî surelerde ise hem müÅŸriklere hem de Yahudiler ve Hıristiyanlara anlatılır. Bu arada müslümanlara da ne zaman ve nasıl davranmaları gerektiÄŸi yönünde emirler ve yasaklar aktarılır. Fakat sonuçta Kur’an’ın tek Allah’a iman mesajı öncelikle topyekûn Ehl-i küfre yöneliktir. Ne var ki Ümmet-i Muhammed’in nüzul döneminden sonraki tarihsel tecrübesine bakıldığında, özellikle sahabe devrindeki iç çatışmalar ve savaÅŸlardan sonra Ä°slam dininin Ehl-i küfürden ziyade, Ehl-i imana anlatılmaya baÅŸlandığı fark edilir. Hatta bu tecrübede dinin anlatılmasından ziyade müslümanların fırkalar ve mezhepler hâlinde birbirleriyle din üzerinden hesaplaÅŸması ve her bir fırkanın diÄŸerini din baltasıyla budamaya çalışması gibi bir duruma ÅŸahitlik edilir.
 
***
 
Daha ilk hicrî asırda vuku bulan Cemel, Sıffîn, Kerbela, Harre gibi çok trajik vakalarla birlikte Ä°slam dinine müslüman kanı bulaÅŸmıştır. Hz. Peygamber vefat eder etmez baÅŸlayan hilafet tartışması ise 15 asırdır son bulmayan ve bilhassa Ehl-i Sünnet ile Åžia arasında adeta kan davası mantığıyla polemik konusu yapılan bir derin kriz olarak tarihteki yerini almıştır. Öte yandan, Kelam ilmi baÅŸlangıçta Ä°slam dinindeki temel inanç ilkelerini baÅŸka din ve kültürlere karşı savunmak gibi bir amaca hizmet ederken, sahabe devrinde patlak veren kavgalar, nizalar ve kanlı çatışmaların zaman içerisinde ortaya çıkardığı mürtekib-i kebire, iman-küfür sınırı ve tekfir gibi meselelerle birlikte Ä°slâmî fırkalar arasında ardı arkası kesilmeyen bir polemik edebiyatı hâlini almıştır. Böylece müslümanın müslümana din anlatması veya belli bir mezhebî görüÅŸü kendi dindaşına dayatması gibi bir gelenek oluÅŸmuÅŸtur.
 
Kur’an ve Sünnet açısından bakıldığında müslümanın müslümana din anlatması bir bakıma zorunludur. Ancak burada kritik husus, dinin ne maksatla ve nasıl anlatıldığı konusudur. Asr suresinde müslümanların birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ettikleri vurgulanır. Âl-i Ä°mrân 3/159. ayette ise Hz. Peygamber’in kendi çevresindeki müminlere kaba ve katı kalpli deÄŸil, yumuÅŸak ve sevecen davrandığı anlatılır. Kur’an’da müminlerin uhdesine tevdi edilen emir bi’l-ma’ruf ve nehiy ani’l-münker vazifesi herhalde böyle uygulanır. Fakat günümüzdeki tebliÄŸ diline bakıldığında söz konusu dinî vazife adeta emir bi’l-münker ve nehiy ani’l-ma’ruf ÅŸekline büründürülmüÅŸ tarzdadır. Zira bugünkü dinî gruplar arasında kavga, gürültü, tezvirat had safhadadır. Herkes birbirine had bildirme ve muhalifini bertaraf etme arzusundadır. Bir kiÅŸinin dinî görüÅŸ ve düÅŸünceleri belli bir grup tarafından tasvip edilmediÄŸinde, söz konusu kiÅŸi için beddua ve lanet seanslarına baÅŸlanmaktadır. Ardından siyasi ve idari merciilere ÅŸikâyetler yaÄŸdırarak görevden el çektirme gibi alçakça yollara baÅŸvurulmaktadır. Üstelik bütün bunlar gözünü sevdiÄŸim cemaatçi mankurt müslümanlığı adına yapılmaktadır.
 
Evet, bugün birçok dinî grup ve cemaat kendi din anlayışını pazarlamakta, bunu yaparken de baÅŸka gruplar veya dinî alanda ismi az çok ön plana çıkan ÅŸahısları saf dışı bırakmaya çalışmaktadır. Bu durum dinin birtakım cemaatler nezdinde basbayağı bir sektör ve rant kaynağı olarak algılandığı yönünde bir izlenim uyandırmaktadır. Belli bir dinî görüÅŸ ve anlayışın pazarlanması ve dayatılmasında kimi zaman tekfir etmek, kimi zaman tehdit etmek, kimi zaman da açıkça hedef göstermek suretiyle muhalif çevrelere saldırılması, din alanında nefret lobilerinin oluÅŸtuÄŸunu ve bu alanın aynı zamanda kriminolojik bir boyut kazandığını ortaya koymaktadır. Bütün bunların yanında din içerikli söylemlerin çok kere kiÅŸiler üzerinden gayet sakil bir dedikodu kültürüne dönüÅŸtüÄŸüne tanık olunmaktadır. Kendi payıma düÅŸtüÄŸü kadarıyla ÅŸunu açıkça belirtmem gerekir ki sosyal medya mecralarında en sakil, galiz ve pis ifadelerin özellikle kendilerini Ehl-i Sünnet müdafileri olarak tanıtan tiplere ait olması, içinde bulunduÄŸumuz durumun vahameti hakkında yeterli bir kanaat oluÅŸturmaktadır. Bundan daha vahim olan durum ise akademik camiadan da az çok bir zümrenin söz konusu türden paylaşımlara alkış tutmasıdır.
 
Dinî alandaki her görüÅŸ en nihayet tarihî tecrübe içinde ortaya çıkıp kendine az veya çok taraftar bulmuÅŸ bir yorumdan ibarettir. Belli bir görüÅŸ ve yorumun tek hakikat gibi savunulması ve bu görüÅŸe katılmayanların sapkın sayılması herhalde bir kiÅŸinin kendine mahsus dinî kanaatine Allah’ın da iÅŸtirak ettiÄŸi vehminden kaynaklanıyor olsa gerektir. Belli ki din alanında kendini konuÅŸmaya yetkili gören pek çok kimse kendi inandığına Allah’ın da inandığını zannetmekte, bu yüzden de Allah’ın sözcüsü gibi konuÅŸmaya kendini ehil görmektedir. Hâlbuki gerçekte herkes ya kendi kanaatini ya da gelenekten tevarüs ettiÄŸi belli bir mezhebî görüÅŸü dillendirmekte ve fakat ne yazık ki bunu mutlak dinî hakikatle özdeÅŸ addetmektedir. Dinî bir meselede, “Bizim sahih ve saÄŸlıklı gördüÄŸümüz anlayış budur; naslardan anlayabildiÄŸimiz kadarıyla meselenin aslı ÅŸudur” demek yerine, “Hak ve hakikat olan yegâne görüÅŸ budur; bunun dışındaki her görüÅŸ ve anlayış bâtıldır” ÅŸeklinde totaliter ve faÅŸizan bir dil kullanmak, baskı ve tehdit yoluyla belli bir dinî yorumu dayatmak ve aynı zamanda cemaat inzibatlığı yapmaktan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.