Güncel
Bir vakte doğarız, iyisiyle kötüsüyle
Hayat bize zamanı yok saymamayı öğretir, sağımız solumuz zamandır ve biz onun içinde yokluğa doğru değil gerçek varlığa doğru yol alırız. Necdet Subaşı Dünyabizim için yazdı.
Bir zaman diliminin içine doÄŸarız. Biz hayata bir mekânda ve bir zaman aralığında katılırız. Hayat bizi bir eylem ve boylam arasında tanımlı bir yerde hem de bir vakt-i saatte karşılar. Oysa en baÅŸta doÄŸduÄŸumuz tarih bile bizim ondan bağımsız olarak ürettiÄŸimizi sandığımız bir sınıflandırmadan ibarettir.
Falan yılın falan ayında falanca saatte hatta saniye ve saliselere kadar varan heveskâr bir dikkat içinde dünyaya geliÅŸimiz kayıt altına alınır. Kimilerine göre sabaha karşı kimilerine göre akÅŸamın darında belki de güneÅŸ tam da yükselmeye devam ederken öÄŸleyin ortasında doÄŸmuÅŸuzdur. Belki mevsimlerden birinde, baharı yolcu ederken kim bilir ya da daha güze girmeden belki de kışı yola vururken ya da ekinler ekilirken… Hepsi mümkün. Bunların hepsi de bizim zaman dediÄŸimiz ÅŸu ucu bucağı belirsiz ve açıkçası bir hayli de oynak sayılan bir akışkanlık içinde devreye soktuÄŸumuz özel bir taksimattan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil. Ä°ster zamanlama için sadece geceleri görünen ayı takip edelim ona göre bir çizelge oluÅŸturalım, ister koca bir günü aydınlatan ÅŸu güneÅŸi izleyelim fark etmez, bir mübareÄŸin ya da ulu büyük bir peygamberin hayatını merkeze alıp yılları ona göre sıralasak bile zaman üzerindeki sözümona durak ve dilimler bizim binbir dikkatle iÅŸaretlediÄŸimiz bir garip düzenlemeden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil.
DeÄŸiÅŸen bir ÅŸey yok; biz belirsiz bir zaman akışında oraya buraya koyduÄŸumuz iÅŸaret levhalarıyla kendimizi, gidiÅŸatımızı ve cümle hikâyelerimizi kayıt altına almış oluyoruz. Gerçekte belki de bir uzay boÅŸluÄŸunda dolanıyoruz, belki de öylesine akıp giden bir muÄŸlaklığa kendimizi kaptırmış gidiyoruz. Hayat eski ve yeni, geçmiÅŸ ve gelecek, tatlı ve berbat diye bir zamandan bir zamana akmaya devam ediyor.
Kendisine mahsus bir evren
Zaman bizim varlık dünyasıyla temasa geçtiÄŸimiz kendine mahsus bir evrendir. Orada doÄŸar, orada yaÅŸarız. Dünyamız onunla sınırlıdır. Bir vakittte doÄŸarız; iyisiyle kötüsüyle, tadıyla tuzuyla kendi zamanımızın bir parçası oluruz.
Kötü zamanlara eriÅŸmek gerçek bir talihsizliktir, “ahir zaman” dedikleri artık tetikte olunması gereken son duraktır. Bunu biliriz. Zaman yaÅŸanılan onca ÅŸeyin adım adım, dilim dilim tüketildiÄŸi birbirine baÄŸlanmış anların oluÅŸturduÄŸu gizemli bir uzam zinciridir. Öyle geçer ki zaman anlayamayız. Kimileri için ağır ve hüzünlüdür bu geçiÅŸ, yavaÅŸ ilerler, yorar, bitmek bilmez; kimileri için göz açıp kapayacak kadar hızlı iÅŸler, neÅŸeli ve özlenendir, vur patlasın çal oynasın. Öyle gider iÅŸte.
Aslında zaman aynı zamandır. Onun her birimize ayrı ayrı görünen ÅŸu deÄŸiÅŸken yüzleri, göreceliÄŸe fazlasıyla pirim veren ÅŸu müphem dünyası en baÅŸta filozofların aÅŸmak için çırpındıkları soyut bir gerçeklik alanı olarak hep bir merak konusu olmuÅŸ. Kutsal metinlerde varlığına yemin edilmiÅŸ, idrakimizi aÅŸan yoÄŸunluÄŸu ve sıklıkla bizi açıkta bırakan ağırlığı hiçbir ÅŸakaya, es geçmeye ya da ihmale prim verilmeksizin sık sık teyit edilmekten geri durmaz. Zaman, sonunda kimin kurtulacağına, kimin en sonunda bedbaht olacağına dair ilahi söylemlerin garanti listesinde yer alan baÅŸka diÄŸer ulvi ÅŸeylerle birlikte yer alır. Ondandır zaman hep önemlidir, asla ihmal edilemez.
YetiÅŸme koÅŸullarımız, bize yüklenen deÄŸerler zamanla kurduÄŸumuz iliÅŸkiyi temellendirmede belirleyici olur. Zamanın akışına kendini kaptırmak çoklukla gerçek bir uyumluluk talebi olarak takdir edilir ve alkışlanır. Zamana uymak kendi adına yeterli ve geçerli olandan vazgeçmeyi ve onun yansıttıklarına raÄŸbet etmemeyi beraberinde getirir. Bir iz bırakmak, karşı durmayı bilmek ve her daim kendisi olma arzusu “zaman”la ve onun bugüne taşıdıklarıyla olan baÄŸlarımızın sık sık gözden geçirilmesini zorunlu kılar.
FotoÄŸrafla ölümsüzleÅŸtirilen anlar
Ona tapanlar olmuÅŸ, her ÅŸeyi ona baÄŸlayanlar astrolojinin, sihirli ve büyülü bir endüstrinin ister ilkel ister modern takdimleriyle olsun, zamanın iç içe geçmiÅŸ dünyasında kendi galaksilerini yaratmışlar, içinden çıkamadıkları bir evrende dolaşıp durmuÅŸlar. Varlığın dehÅŸetengiz vurgusuna akıl sır erdiremeyenler, onun gizil ÅŸifrelerini çözmeye baÅŸlamak için gizemli dünyasını eÅŸelemiÅŸler; anlamaya ihtiyaç duymayanlar ise kendilerini yok eden bu sarhoÅŸluÄŸun içinde yuvarlanıp durmuÅŸlar.
Zamanın fiziksel bir ağırlığı yoktur, görüntüsü boÅŸ ve ÅŸekilsizdir. Oysa fotoÄŸrafı çekilen ve bir güzel tükettiÄŸimiz her ÅŸey sonuçta hayattan bir parçadır ve resimde yakalandığımız her an da nihayetinde içinde kat ettiÄŸimiz zamandan bir enstantanedir. Zaman kimseye görünmez, bütün görünürlüklerimiz onun içinde, ortasında ve belki de kıyısındadır. Ä°çinde kendimizi bulduÄŸumuz zaman bize özgü fragmanlarla hayatı bize hasredilmiÅŸ, bizden ibaret ve kesinlikle ölümsüz olarak sunmakta pek mahirdir. Onun akışına aldanır, çekiciliÄŸine tav oluruz.
“Evvel zaman içinde kalbur saman içinde”, o günden bugüne eriÅŸen mitolojiler, efsaneler ve bilumum hikâyeler, içine pek çok ÅŸeyin sığmayı baÅŸardığı bir geçmiÅŸ anlatısıyla; geleceÄŸi inÅŸa etmek için baÅŸvurduÄŸumuz yeni hayallerle buluÅŸur ve biz nostaljiyle ütopya arasında çoklukla kendimizi soyut bir denizin tam da ortasında buluruz. Bizden öncekilerin zamanı bugünümüze eklemlenir; bizden sonrakilerin yaÅŸayacakları hepimizi bekleyen bir saate kadar kendi içinde sayısız kıvrımlarla birbirine baÄŸlanır ve hayat, bir sıra dizin içinde kendi sonuna doÄŸru ilerler. Zamanın nereden nereye doÄŸru aktığını, nasıl ilerlediÄŸini belirlemek mümkün deÄŸildir. Biz boÅŸlukları doldururuz, içinde iÅŸaretlediÄŸimiz alanların yerlerinden kaymamasına çalışırız. Tarih öyle biçimlenir, siyaset öyle, edebiyat öyle. Biri sorduÄŸunda bilemediÄŸimiz, kimsenin oralı olmadığında bildiÄŸimizi düÅŸündüÄŸümüz bir koca cevaptır zaman.
Sahip olduÄŸumuz en deÄŸerli kaynak
Zaman depolanıp saklanacak yeri gelince kullanılacak bir sermaye deÄŸil. Oysa ansızın geçmesine, bir anda durmasına, elden uçup gitmesine, durup dururken kaybolmasına, bir yol daralmasına, arada geniÅŸlemesine, önceden düzenlenmesine ve bazen de hepimize bir ilaç bir ÅŸifa olarak dönmesine bakılırsa onun da baÅŸka deÄŸerli ÅŸeyler gibi idareli kullanılmasının gerekli olduÄŸu anlaşılır. Åžarkılar hep onu söyler, türküler yakınarak, müsabakalar onu aÅŸmak ÅŸartıyla bir kıvama ulaşır. Sahip olduÄŸumuz en deÄŸerli kaynaktır zaman; ne var ki ancak ondan yoksun kaldığımızda varlığının deÄŸerini fark edebiliyoruz.
Bir zamanın içinde doÄŸarız. Kültür, gelenek, müfredat, paradigma ve dünya bilgimiz bize onun nasıl kullanılacağı konusunda ağır ve kapsamlı, etkili ve yönlendirici bilgiler kazandırır. Bazen ondan haberimiz bile olmaz, kıymetine yönelik bir bilgi belki bize hâlâ ulaÅŸmamıştır. Bazen onu kendi hikâyemizin sıkı bir mecrası olarak görür özenle takdis ederiz.
Hayat bize zamanı yok saymamayı öÄŸretir, sağımız solumuz zamandır ve biz onun içinde yokluÄŸa doÄŸru deÄŸil gerçek varlığa doÄŸru yol alırız.
Necdet Subaşı
Henüz yorum yapılmamış.