Güncel
Nazife Şişman ile 'dijital çağda Müslüman kalmak' üzerine konuştuk
''Her şeyin göze hitap ettiği, 'görünmek var olmaktır' mottosunun hâkimiyeti altındaki bir dünyada, kulağımızı hakikate nasıl vereceğiz? Bu dert, kitaptaki yazıların kalkış noktası.'' Nazife Şişman, 'Dijital Çağda Müslüman Kalmak' üzerine Mehmet Erken'in sorularını cevapladı.
Nazife ÅžiÅŸman, kendi adıma 3-4 yıldır merakla beklediÄŸim, bir kısmını önceden okuma imkânı bulduÄŸum yazılarını nihayet kitaplaÅŸtırdı. “Dijital ÇaÄŸda Müslüman Kalmak” baÅŸlıklı kitap, 3 ana bölümden oluÅŸuyor: “BildiÄŸimiz Kitabın Sonu”, “Dijital ÇaÄŸda Gören Kim, Görünen Kim?”, “Teknoloji’nin Ä°nÅŸa EttiÄŸi Yeni Kültür”.
Birbiriyle irtibatlı ama konuya farklı noktalardan yaklaÅŸan makalelerden oluÅŸan kitapta daha çok ilgimi çeken ise, “BildiÄŸimiz Kitabın Sonu” ve “Teknolojinin Ä°nÅŸa EttiÄŸi Yeni Kültür” baÅŸlıklı bölümlerde yer alan yazılar oldu.
Bazılarının ilk versiyonlarını gazetede (internette tabi ki) okuduÄŸumda, itina ile yazdırıp dosyalayıp evde sakladığım bu yazıların da içinde yer aldığı kitap ve içerdiÄŸi konular üzerinden Nazife ÅžiÅŸman ile bir söyleÅŸi gerçekleÅŸtirdik.
“BildiÄŸimiz Kitabın Sonu” bölümünde yer alan yazılar çok geniÅŸ bir alanı kapsıyor. Ben öncelikle bildiÄŸimiz kitaptan baÅŸlamak istiyorum; bildiÄŸimiz matbu kitap hakkında ne söyleyebiliriz? McLuhan’ın “Gutenberg Galaksisi” dediÄŸi galakside insanlar nasıl düÅŸünür, yazar, okur?
Bizim “bildiÄŸimiz kitap” matbu kitapla sınırlı deÄŸil, takdir edersin ki. Biz kitap deyince Kur’an-ı Kerim’i anlayan ve bu yüzden de yerde üzeri yazılı bir kağıt parçası görse öpüp başına koyan bir kültürden geliyoruz. Daha doÄŸrusu bizden önceki kuÅŸaklar böyleydi ve okumuÅŸ çocuklar/cahil halk gerilimi bu bakımdan epistemolojik bir gerilimdi aynı zamanda. Bu uzun bir konu.
“BildiÄŸimiz kitap” derken kastettiÄŸim, Gutenberg Galaksisi’nin, yani metnin iki kapak arasına yerleÅŸtirildikten sonra basılarak çoÄŸaltıldığı bir evrenin kitabı. Matbu kitap Batı’da yeni bir bilgi organizasyonunu beraberinde getirdi. OrtaçaÄŸda Avrupalılar’a ancak Kilise aracılığı ile bilgiye ulaÅŸabilecekleri söyleniyordu. Matbaanın icadıyla birlikte bu tekel kırıldı ve bilgi demokratikleÅŸti. Reform da bu kanalla ivme kazandı ve herkes Ä°ncil’ini kendi anadilinde okuyabilmeye baÅŸladı. Roma’nın siyasi hâkimiyeti ile birlikte kilisenin biliÅŸsel hâkimiyeti de güç kaybetti.
Yani bilgi sekülerleÅŸti.
Evet, bilgi sekülerleÅŸti, ama iktidar aracı olmaya modern devletler elinde devam etti. Artık devletin sansüründen geçebilen bilgi tedavüldeydi. 19. ve 20. yüzyıllarda liberalizmin yükseliÅŸi ise durumu biraz özgürleÅŸtirse de bilgiye ulaÅŸmak bir grup seçkin uzman dolayımından gerçekleÅŸmeye devam etti. Bu arada kapitalist ekonominin her ÅŸeyi alınıp satılacak bir nesneye indirgeme sürecinden bilgiyi ulaÅŸtıran araçlar da etkilendi. Telif hakları, fikir ürünleri gibi hukuki düzenlemeler, bilgiyi kapitalist sistemin alınıp satılan metaları arasına kattı. Yani bilginin taşıyıcısı rahipler deÄŸildi artık; üniversiteler, aydınlar, uzmanlar ve matbaalarda basılan kitaplardı. Bu aynı zamanda otoritenin deÄŸiÅŸmesi anlamına da geliyordu. Kilisenin bilgi üzerindeki otoritesini sarsan, ansiklopedinin, aydının ve üniversitenin bilginin kaynağı olduÄŸu bir sisteme geçiÅŸ, “bildiÄŸimiz kitabın” mihmandarlığında bilginin organizasyonunu deÄŸiÅŸtirerek modernliÄŸin temelini oluÅŸturdu.
Matbaayı bilginin herkese yayılması noktasında önemli bir aÅŸama olarak gösteriyorsunuz. Benzer bir durum bugün de yaÅŸanıyor. “Bilginin demokratikleÅŸmesi”ni Ä°slam Dünyası da yaÅŸadı mı? Nasıl yaÅŸadı? Bugün nasıl yaşıyor?
Ä°slam tarihinde bilgi, iktidar ve kitap iliÅŸkisini bir röportaj sorusunun cevabı olarak “zip”leyip sunmam takdir edersin ki mümkün deÄŸil. Ama en azından ÅŸu hususu vurgulayabilirim. Kitap, Kur’an’ın konumuna nispet edildiÄŸi için tartışılmaz bir yere sahip olmasına raÄŸmen hiç bir zaman müderrisin yerini almamıştır. Kur’an gökten zembille inmemiÅŸ, Müslümanlar Kur’an’ı da “yürüyen Kur’an” diye tavsif edilen Hz. Peygamber’in rehberliÄŸinde öÄŸrenmiÅŸlerdir. Devam eden silsilede de insan, yani âlim/arif her zaman merkezîliÄŸini korumuÅŸtur. Müslüman âlimler, tek meÅŸru bilginin icazet verilmiÅŸ bilgi ve icazet verilmiÅŸ bilginin de silsileye dayalı olması gerektiÄŸine karar vermiÅŸlerdir. Fakat bu sistem, ruhban sınıfı olmadığı için hiç bir zaman kilisedeki gibi bir tekelleÅŸmeye yol açmamıştır. Ehliyet ve icazet, uzmanlığı belirleyen ana unsurlar olmuÅŸ, avam ve havas ayrımı da beÅŸeri özelliklerden ziyade bu unsurlara dayandırılmıştır. Bunun yanı sıra halkın tecrübî bilgisi “örf” kavramıyla fıkıhta kendisine yer bulmuÅŸ; “saÄŸduyu”, “kocakarı imanı” gibi kavramlaÅŸtırmalar da bilginin deruni ve sezgisel boyutunun göz ardı edilmemesini saÄŸlamıştır.
Bu nedenle bilginin demokratikleÅŸmesi meselesinde Ä°slam dünyasını Avrupa’dan farklılaÅŸtıran hususlar dikkate alınmalıdır. Yine bu çok uzun ve derinlikli ele alınması gereken bir konu deyip bugüne geleyim. Åžunu unutmamalıyız: Bilginin sekülerleÅŸmesi ve malumata evrilme süreci, tarihte belli bir noktadan itibaren tüm dünya için ortak bir tecrübeye dönüÅŸtü. Açık uçlu ve hiper metin ile karşı karşıyayız bugün internette. KiÅŸisel duygu, düÅŸünce ve tecrübelerin paylaşıldığı bir blogdan, “dini” denilen bir siteden, YouTube’da vaaz yayınlayan bir hocadan, Wikipedi’de yer alan bir maddeden öÄŸrenilen bir bilgi için eskilerin gönül rahatlığı içinde söylediÄŸi “Kitap’ta yeri var” cümlesini kurabilir miyiz? Yeni vasatı bu açıdan da tasvir ve tahlil etmemiz gerekiyor.
Åžu alıntı çok dikkat çekiciydi: “-Sen beni bilgili, çok okumuÅŸ bir adam mı sanıyorsun? -Tabii ki, dedi Zi-gong, öyle deÄŸil misin? -Pek sayılmaz, dedi Konfüçyüs, ben yalnızca baÅŸka her ÅŸeyi birbirine baÄŸlayan bir ipi tuttum.” Biz bugün, elimizde her ÅŸeyi birbirine baÄŸlayan ipleri kaptırdık diyebilir miyiz?
Bugünün dünyasında en önemli sorun bütünlüklü bir kavrayışı imkânsızlaÅŸtıran parçalanma. Ä°nsanların kendi yaÅŸam hikâyelerini insanlık hikâyesine baÄŸlayabilmelerini, geçmiÅŸten bugüne bir zincirle devamlı bir hikâyenin parçası olabilmelerini mümkün kılacak büyük anlatılar tedavülden kalktı. Malumat dersen mebzul miktarda. Konfüçyüs’ün metaforunu biraz deÄŸiÅŸtirerek kullanacak olursak, dağılmış tespih taneleri gibi çuvallarca dolusu bilgi/malumat elimizin altında. Allame Google saÄŸ olsun. Fakat onları anlamlı bir bütün haline getirip dizecek ipimiz ve ona bir anlam bahÅŸedecek paradigmanın merkezini oluÅŸturacak bir imamemiz yok. Daha doÄŸrusu yeni bilgi teknolojileri böyle bir dağınıklığı, dünyayı bütünlüklü bir ÅŸekilde idrak etmemizi imkânsızlaÅŸtıran parçalılığı besliyor.
Teknik kendi ideolojisini getiriyor mu gerçekten? Medya mesajı ve Medya aracı arasındaki iliÅŸki nedir? Bunlardan çok daha önemlisi, bugün sizce insanlar bu sorular ve en temelde “Batının tekniÄŸini alıp ahlakını almamak” konusunda ne düÅŸünüyor? Bu düÅŸünceleri hangi problemlere kapı aralıyor?
Teknik ve ideoloji meselesi çok derin bir mesele. Daha lisedeyken bir arkadaşımla tartıştığımızı hatırlıyorum. “Bizim ibriklerimiz ince ağızlı ve yavaÅŸ yavaÅŸ su dökerek temizleniriz, abdest alırız; oysa Avrupalıların ibrikleri geniÅŸ ağızlıdır, bir leÄŸene boca edilen suda yıkarlar el ve yüzlerini.” Böyle bir örnek üzerinden, kullanılan araç ve temizlik anlayışı arasında, yani araç ve kültür arasında bir baÄŸ olduÄŸunu ispat etmeye çalışmıştım. Üniversitede de gündemimdeydi konu. Felsefi arka plandan yoksun da olsa, “bulaşık makinesi yedekte fazla kap kacağı gerektireceÄŸinden eÅŸya kullanımını ve tüketimi doÄŸrudan etkiler” diye münazaraya dönüÅŸen tartışmalar yaptığımızı hatırlıyorum.
Elbette araç bizim hayatı yaÅŸayış tarzımızı etkiler, ama belirleyicilik konusunda o kadar keskin düÅŸünmüyorum. McLuhan’ın iletiÅŸim dünyası için söylediÄŸi “medya mesajdır” sözü bugün fazla determinist bulunuyor. Ama insanla araç arasındaki iliÅŸki kadim bir iliÅŸki olmasına raÄŸmen bugün tekno-kapitalizm, insan faktörünü devre dışı bırakan bir yapı. Bu yüzden de icat edilen bir aletin kullanılmaması gibi bir seçenek saçmalık düzeyinde algılanabiliyor ancak... Ä°çinde yaÅŸadığımız dönemi tahlil etmemizi zorlaÅŸtıran husus bu.
Dijital kültür(ler) ile ilgili doÄŸru-yanlış demek, kesin hükümlerde bulunmak, bunların “Müslümanca”sını yapmak ne kadar mümkün? Mümkün müdür?
Bir ÅŸeyin “Müslümanca”sını yapma giriÅŸimi, Müslümanlar olarak Batı/teknik karşısındaki yenilgi hissimizin bir telafisi olarak olur olmaz her yerde karşımıza çıkıyor. DüÅŸmanın silahı ile silahlanma esprisinin hemen her yerde uygulanabileceÄŸi zannı, kolaycılığın rahatlığını ve rehavetini vadediyor. Araç ve insan arasındaki iliÅŸki biz/onlar karşıtlığı üzerinden anlaşılabilecek, bu düzeyde ele alınabilecek bir konu deÄŸil hâlbuki. Bıçak örneÄŸi, kullananın niyeti (ekmek mi kesecek adam mı öldürecek) üzerinden anlaşılabilecek basitlikte de deÄŸil. O yüzden içinde yaÅŸadığımız dijital kültür için doÄŸru/yanlış, Ä°slami/gayrı Ä°slami gibi tanımlamalar yapmak da, bunun “Müslümanca”sını ortaya koyduÄŸunu iddia etmek de anlamsız.
Peki, siz ne diyorsunuz?
Peki, ben ne diyorum? Ä°çinde yaÅŸadığımız vasatı bilmezsek, ne yapıp ne ettiÄŸimizi, niçin yaptığımızı bilemeyiz ve yaptığımız ÅŸeyin bizi neye dönüÅŸtürdüÄŸünün farkında olamayız diyorum. Kültür, içinde yaÅŸadığımız ortamı anlamak/ anlatmak üzere kullandığım kavram ve dijital kültürle de dijital teknolojinin yapış/ eyleyiÅŸ/ düÅŸünüÅŸ tarzlarımız üzerindeki etkisini/ belirleyiciliÄŸini/ yönlendirmesini görebileceÄŸimiz vasatı kastediyorum. Mesela kameralı bir telefonunuz ve görsel paylaÅŸacağınız bir sosyal medya hesabınız varsa, bu sizin gündelik hayatınızı etkiler. Aç bir bebek gibi beklemektedir hesabınız, fotoÄŸraf paylaşıp onu doyurmanız için. Bu durumda görünmenin kemale ermenin önündeki en büyük engel olduÄŸu ÅŸeklindeki ilke size kendisini nasıl duyuracak? Her ÅŸeyin göze hitap ettiÄŸi, “görünmek var olmaktır” mottosunun hâkimiyeti altındaki bir dünyada, kulağımızı hakikate nasıl vereceÄŸiz? Bu dert, kitaptaki yazıların kalkış noktası.
Nazife ÅžiÅŸman, Dijital ÇaÄŸda Müslüman Kalmak, Ä°nsan Yayınları
Röportaj: Mehmet Erken
Henüz yorum yapılmamış.