Kürsü
Gökhan Özcan- Şu sonsuz âlem ve harcıâlem
Follow @dusuncemektebi2
Gökhan Özcan- Yeni Şafak
Birçok ÅŸeyden bahsediyor olmamız, birçok ÅŸeyi derinliÄŸine biliyor, düÅŸünüyor, hissediyor olduÄŸumuz anlamına gelmiyor. O ‘ÅŸey’leri zihinlerimize çakılan imajlarıyla görüyor geçiyoruz çoÄŸu zaman. Bir kuru yaprağın, bir bardak demli çayın, köpüklü bir fincan kahvenin, bir saksı menekÅŸenin, üst üste konmuÅŸ kitapların, telefonla hep aynı ezberle aynı açıdan çekilmiÅŸ gün batımı manzarasının, bir kahvaltı dizaynının milyon kere çoÄŸaltılmış imajları dolaşıyor internette. Sanki hepsi aynı tarifle, aynı ellerce hazırlanmış, aynı kliÅŸe duyguları aktaran paket görsellikler... Üstlerine düÅŸülen sözler, ÅŸiirler, özdeyiÅŸler, aforizmalar, zihinsel bir ‘kes yapıştır’ kültürünün aynılaÅŸmış, dolayısıyla kiÅŸisel anlayışın bütün zenginliklerinden arındırılarak ortalamaya, vasata teslim edilmiÅŸ ve yine bu halleri dolayısıyla ne paylaÅŸana, ne paylaşılana aslında hiçbir ÅŸey söylemeyen gündelik paylaşımlar bunlar... Özgün deÄŸil, özel deÄŸil, kiÅŸinin kendi tasavvur ve tahayyülünden doÄŸmayan bütün bu malzeme, çoÄŸaltılmış duyguların, taklit düÅŸüncelerin üstüne hiçbir ÅŸey koymayan harcıâlem zevkler olarak aramızda dolanıp durması... Burası, iyiniyetli yönelimlerimizi fabrikasyon heveslerle harcayıp tükettiÄŸimiz bir yer, herkesin aynı ezberi tekrarladığı güya gösteriÅŸli ama aslında çok acıklı oyunların oynandığı bir sahne aslında.
“Hayatım kurduÄŸun bu görsel kompozisyon içinde sade kahvemi bir türlü bulamıyorum” dedi adam. Döndü ve hiçbir ÅŸey söylemeden ters ters baktı ona doÄŸru kadın.
Ne mahzuru var denebilir; nihayetinde harcıâlem bir kültürle, vasat bir içerikle güzellikleri paylaşıyor olmak neden yadırganacak bir ÅŸey olsun diye sorulabilir. Mahzuru ÅŸu ki, biz hiçbir derinlik ve zenginlik edinmeden aramızda sadece dolaÅŸtırdığımız bütün bu abur cubur malzemeden karnımızı doyuruyor, açlığımızı yitiriyoruz. Neye açlığımızı? GüzelliÄŸe, estetiÄŸe, derinliÄŸe, insan olmanın tarifini enginleÅŸtirecek her ÅŸeye karşı, tohumu fıtratımızda bulunan merakın, iç arayışların verdiÄŸi açlığı, açlığımızı. Bütün bu muhteris faaliyetler, bütün bu hazırkalıp duygular, düÅŸünceler, bizi gerçekten inceltecek, tekâmül ettirecek anlamı alıp götürüyor hayatımızdan. Çünkü o anlamın yerine koyuyoruz bütün bu kliÅŸe duyguları, düÅŸünceleri... Bizi duygulu ve düÅŸünceli gösteren bütün bu faaliyetlere raÄŸmen, hayata egemen olan ÅŸu koskoca anlam boÅŸluÄŸunu açıklamanın baÅŸka bir yolu var mı?
“Yıllarca yaÅŸamış biri için kapı bellidir. Ev belli, bahçe belli, gökyüzü ve deniz bellidir, geceleyin gökyüzünde asılı duran ve çatıların üzerinde parlayan ay bile bellidir. Dünya varlığını dile getirir, fakat kulak asmayız, artık onunla bir olmadığımız, onu kendi parçamız gibi görmediÄŸimizden sanki kayıp gider ellerimizden. Kapıyı açarız, fakat bu artık anlamsızdır, önemsizdir, bir odadan öbürüne girmek için yaptığımız bir ÅŸey olmanın ötesine geçmez” diye yazmış Karl Ove Knausgaard, ‘Sonbahar’ ismini verdiÄŸi kitabında.
Bir denize bakmanın, bir mehtabı görmenin, bir sardunya çiçeÄŸine hayran olmanın, bir iÄŸde aÄŸacını sevmenin, bir gece kuÅŸundan ürkmenin sonsuz çeÅŸidi vardır. Ä°nsan, o sonsuz çeÅŸitler arasında kendi biricik zevkini yaÅŸamalıdır. Aksi bütün o bakmaları, görmeleri, hissetmeleri zayi kılar. Ä°nsan kendisinden bakmadığı hiçbir ÅŸeyi görmüÅŸ sayılmaz. Kendisinden baÅŸlamayan hiçbir yoldan hiçbir yere varmaz, varamaz.
Daha önce sonsuz kere söylenmiÅŸ bir türküyü; her söylediÄŸinde yeni bir türkü olarak söyleyen, her dinlediÄŸinde yeni bir türkü olarak dinleyen insanlar da var.
“Fesuphanallah” dedi meczup, “bin bir bülbülün aÅŸkı ÅŸu bir tek gülde gizli!”
Henüz yorum yapılmamış.