Sosyal Medya

Kürsü

Taha Kılınç- Sönmeyen ateş

Taha Kılınç- Yeni Şafak



DoÄŸu Türkistan’ın KaÅŸgar ÅŸehri, 12 Kasım 1933 günü tarihî bir toplantıya ev sahipliÄŸi yapıyordu. Uygur ileri gelenleri, çatışmayla dolu uzun ve sancılı bir sürecin ardından, nihayet bağımsızlığın ilânı için anlaÅŸmaya varmıştı. “DoÄŸu Türkistan Ä°slâm Cumhuriyeti”, “DoÄŸu Türkistan Cumhuriyeti” ve “Uyguristan Cumhuriyeti” ÅŸeklinde üç ayrı isimle anılan devlet, bunlardan birincisiyle ÅŸöhret bulacaktı. Devletin kurucu kadroları, dünyayı yakından takip eden isimlerdi. Ä°çlerinden bazıları Ä°stanbul, St. Petersburg ve Moskova’daki okullarda “yeni usul üzere” eÄŸitim görmüÅŸtü. BaÅŸbakanlığa getirilen Sabit Damullah Abdulbaki, bilhassa Mısır ve Türkiye’de yaÅŸanan “modernleÅŸme” süreçlerine hayrandı. Kurucular, Ä°slâm ortak paydasını “vazgeçilmez bir ÅŸart” olarak görüyordu. Devletin ismi de, bunun bir göstergesiydi.
 
DoÄŸu Türkistan Ä°slâm Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaÅŸkanı Hoca Niyaz Hacı, kuruluÅŸ felsefesinin temelini oluÅŸturacak beÅŸ maddeyi ÅŸöyle açıklıyordu:
 
1) Bütün Uygur bölgesi, DoÄŸu Türkistan Ä°slâm Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır,
 
2) Yönetim ve ekonomi, tamamen Uygurların kontrolünde bulunacaktır,
 
3) DoÄŸu Türkistan’ın baskı altına alınmış milletleri, ÅŸimdi artık tamamen özgürdür,
 
4)CumhurbaÅŸkanı, tamamıyla halkın huzur ve saadeti hedefini benimsemiÅŸ bir hükümetin kurulmasına öncülük edecektir,
 
5) Cumhuriyet, bütün kurumlarıyla, modernleÅŸmekte olan diÄŸer toplumlar seviyesine çıkmaya çalışacaktır.
 
Uygurları heyecan ve sevince boÄŸan bu siyasî oluÅŸum, DoÄŸu Türkistan topraklarında daha önce yaÅŸanan bir baÅŸka tecrübenin de tekrarıydı adeta. 1867-77 arasında Hokand Hanlığı’nı idare eden ve DoÄŸu Türkistan’ı bağımsızlığına kavuÅŸturan Yakub BeÄŸ, Uygurların önündeki en yakın örnekti. Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu, Ä°ngiltere ve Rusya’yla diplomatik iliÅŸkiler kuran Yakub BeÄŸ, DoÄŸu Türkistan mescitlerinde Sultan Abdulaziz adına hutbeler okutmuÅŸ, göndere Osmanlı bayrağı çektirmiÅŸ, bastırdığı paralara da padiÅŸahın adını kazıtmıştı. Çinliler, 16 Mayıs 1877’de Hokand Hanlığı’nı asker kuvvetiyle yıkmış olsalar da, Uygurların kalbindeki bağımsızlık ateÅŸini söndürememiÅŸlerdi.
 
DoÄŸu Türkistan Ä°slâm Cumhuriyeti, 1934’ün ilk günlerinden itibaren -tıpkı 1877 sürecinde olduÄŸu gibi- Çin’in baskısı altında kaldı. Nihayet, Müslüman Çinli komutan Ma Zhongying’in Turfan’ı ele geçirmesinden sonra yoÄŸunlaÅŸan çatışmalar neticesinde, 6 Åžubat 1934’de cumhuriyet resmen tarihe karıştı, Uygurların bağımsızlık sevinci de böylece yarıda kaldı.
 
12 Kasım 1944’te, Uygurlar yeni bir kadro ve yeni bir heyecanla, tekrar bağımsızlık ilânına giriÅŸtiler. Bu kez, Uygur bölgesinin Kazakistan sınırındaki Gulca’da “Ä°kinci DoÄŸu Türkistan Cumhuriyeti”nin kuruluÅŸu gerçekleÅŸtirildi. Sovyetler BirliÄŸi, bu cumhuriyetin tesisine yardımcı olmuÅŸ, askerî ve ekonomik desteÄŸini cömertçe sunmuÅŸtu. 1933’teki devleti açık ve kararlı biçimde desteklemeyen Ruslar, 11 yıl sonra Çin topraklarında kurulan Müslüman bir cumhuriyeti menfaatlerine uygun bulmuÅŸtu.
 
Ä°kinci DoÄŸu Türkistan Cumhuriyeti’nin cumhurbaÅŸkanlığına getirilen Özbek asıllı âlim ve asker Alihan Töre, kısa bir süre sonra Sovyetler’le görüÅŸ ayrılıkları yaÅŸamaya baÅŸladı. 1946’da Töre’yi devre dışı bırakan Sovyetler, yerine komünist eÄŸilimleriyle tanınan Ahmetcan Kasımi’yi getirdi. DoÄŸu Türkistan’da bunlar olurken, Çin’de de milliyetçilerle komünistler arasındaki çatışma sürüyordu. 1949 yazında kavgayı komünistler kazanınca, Sovyetler BirliÄŸi Pekin’le iliÅŸkileri sıkılaÅŸtırmaya koyuldu. Ä°lginç bir ‘tevafuk’ eseri, DoÄŸu Türkistan Cumhuriyeti’nin 11 kiÅŸilik üst yönetimi, 22 AÄŸustos 1949’da Kazakistan’da Sovyet yetkililerle yaptıkları görüÅŸmenin ardından, bindikleri uçağın Baykal Gölü’ne düÅŸmesi sonucu toplu halde hayatlarını kaybetti. Çin ordusu, kazadan hemen sonra harekete geçerek DoÄŸu Türkistan’ı ilhak etti ve cumhuriyet yönetimine son verdi.
 
***
 
Tarihsel tecrübe, DoÄŸu Türkistan topraklarındaki bağımsızlık damarının asla yok olmadığını, aksine nesilden nesile aktarılarak Uygurların iliklerine iÅŸlediÄŸini gösteriyor. Çin yönetimi, bu gerçeÄŸin farkında olduÄŸu için, “Åžincan” ismini verdiÄŸi bölgedeki halklara baskılarını sürdürüyor. “EÄŸitim kampları”nda terbiye edilmeye çalışılan, dinî ve millî hakları kısıtlanan, dış görünüÅŸlerine bile müdahale eden Uygur Türklerinin, böylece bağımsızlık hayalinden vazgeçecekleri ve Çin’in ‘makbul’ vatandaÅŸları haline gelecekleri umuluyor Pekin tarafından. Tarihin ve coÄŸrafyanın ÅŸaÅŸmaz ilkeleri, bu yöntemin uzun vadede kesin bir ÅŸekilde baÅŸarısızlığa uÄŸrayacağına iÅŸaret ediyor.
 
Tarihsel tecrübenin bize gösterdiÄŸi bir diÄŸer ÅŸey de, DoÄŸu Türkistan topraklarının dış müdahalelere ve büyük devletlerin iÅŸtihalarına hep açık bulunması. Kurulan her üç bağımsız yönetimin de kısa ömürlü ve sarsıntılı serüvenler izlemesi, tamamen bu nedenle. “DoÄŸu Türkistan Davası” dediÄŸimiz meselede, söz konusu dış müdahaleleri bugün de açık-seçik görmek mümkün. Uygurlar kendi vatanlarında akıl almaz muamelelerle karşılaşırken, süper güçlerin Çin topraklarına olan iÅŸtihası da kabarıyor bir yandan. Avrupa ve Amerika (hatta Rus) basınındaki “DoÄŸu Türkistan hassasiyeti”nin arka planında, bölgeye dikilmiÅŸ kötü niyetli ve bencil bakışları sezmemek imkânsız. Bu nazik durum, günün birinde Çin iÅŸgali sona erse bile, DoÄŸu Türkistan’ın yine kendi haline bırakılmayacağını ve aç kurtların saldırısına uÄŸrayacağını gözler önüne seriyor.
 
Ä°slâm dünyası -halklar ve hükümetler düzeyinde- DoÄŸu Türkistan konusunu gündeminden düÅŸürmemeli. Günün birinde el ve güç yetecekse eÄŸer, buna giden yol, evvela ilgilenmekten ve arka plana dair bilgilenmekten geçiyor.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.