Kültür Sanat
Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinde şehir ve medeniyet
Aslen Üsküplü olan Yahya Kemal, doğup büyüdüğü bu şehre çok özel bir önem atfeder. Üsküp onun için tam bir Müslüman şehridir, Selanik ise “Yahudi ve gâvurla karışık bir ağyar diyarı”dır. Yine onun gözünde Üsküp anneyle, Selanik babayla özdeşleşir. Mustafa Gülali yazdı.
Şehir ve medeniyet kavramları öteden beri birlikte kullanılagelmiştir. Bu iki kavramı birbirinden ayırmak mümkün değildir. “Şehir mi medeniyeti doğurur, medeniyet mi şehri?” yahut “Şehir mi öncedir, medeniyet mi?” tartışmalarına girmeden şunu rahatlıkla ifade etmek mümkündür ki her medeniyet kendi şehrini kurar ve her şehir de kendi medeniyetini inşa eder.
Şehirler, ait oldukları medeniyeti temsil eden çok boyutlu ve zengin yapılardır. İçlerinde türlü türlü, başka başka bilgiler, belgeler, kültürler ve paha biçilmez hazineler barındırırlar. Bu nedenle şehirler başlı başına bir kültür ve medeniyettir.
Şehirler, canlı organizmalar gibi her dönem nefes alıp verirler. Hâlet-i ruhiyeleri dönem dönem değişir, ama berrak aynalarından geçmişi en şeffaf hâlleriyle daima aksettirirler. Öyle ki onların biyografileri üzerinden nesillerin hayat öykülerini satır satır okuyabilmek, nesillerin zevkini, sanatını, fikriyatını, zikriyatını; taşına toprağına, havasına suyuna, mimarisine, ruhuna sinen medeniyet tasavvurunu en yalın hâliyle görebilmek mümkündür.
Yukarıda da ifade edildiği üzere “şehir-medeniyet-sanat-edebiyat” birbirinden ayrılmaz kavramlardır. Bu kavramların izi sürüldüğünde yolun mutlaka bir diğer kavrama çıktığı görülür.
Medeniyetin kimliği kendisinde temerküz etmiş; şiir, hikâye ve roman gibi edebî eserlere konu olmayı başarmış kadim şehirlerin diğer şehirlere göre bir derece daha üstünlüğü vardır. Fransız edebiyatında Paris’in, Rus edebiyatında St. Petersburg’un, İngiliz edebiyatında Londra’nın, İrlanda edebiyatında Dublin’in ve bunun gibi önemli şehirlerin diğerlerine nazaran farklı ve özellikli yanları vardır. Türk edebiyatında da başta İstanbul olmak üzere Bursa, Konya, Erzurum ve Ankara gibi kültür-medeniyet merkezi olmayı başarmış şehirlerin çok önemli bir yeri olduğu da tartışılmaz.
İstanbul’un diğer şehirlere üstünlüğü
Çeşitli kültür ve medeniyetlere beşiklik etmiş, “iki deniz arasında şahane bir inci”ye benzeyen, “bir taşına bütün bir Acem mülkünün feda” edildiği ve “ilahî estetiğin mekâna yansıdığı” şehir olan İstanbul’un diğer şehirlere faikliği, geniş, derin ve zengin biyografisinde barındırdığı kadim değerlerden kaynaklanmaktadır. Şehre özgü bu değerler, şehrin medeniyet ve kültür havzasında yetişmiş sanatkârların maharetli ellerinden başkaca, bilgece, ustaca dile getirilir ve şehrin manevi mirası gelecek nesillere daha estetik ve sanatkârane bir üslupla aktarılmış olur. Bu nedenle edebî eserlere konu olmayı başarmış İstanbul, Bursa, Edirne, Konya, Erzurum, Ankara, Antep gibi şehirler Türk edebiyatında çok özel bir yere sahiptir.
Edebî eser veren yazarlar, eserlerine konu ettiği şehirleri âdeta yeniden inşa eder, onun görünmeyen yanlarını edebî çerçevede görünür kılar, idraklere sunar ve belleklere kazır. İstanbul olmasaydı Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar olur muydu bilinmez, ama onlar olmasaydı İstanbul da “İstanbul” olmaz, en azından eksik kalırdı bir yönüyle. Bu nedenle şair ve yazarların İstanbul’a vefa borcu olduğu gibi İstanbul’un da kendisini anlatan, mısralara döken, satırlara döşeyen, yarınlara taşıyan sanatkârlara bir vefa ve teşekkür borcu vardır.
***
Esasında bütün bu satırların ilham kaynağı Hece Yayınlarından çıkan Şehre Yansıyan Medeniyet, Edebiyata Yansıyan Şehir/Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde Şehir isimli özgün eser.[1] Yazar tanıdık bir isim: Mehmet Güneş. Sayın Güneş, ismini daha önceleri Aka Gündüz, Türk Edebiyatında Manzum Hikâye ve Sabahattin Ali üzerine yapmış olduğu çalışmalarla duyurmuş başarılı bir akademisyen.
Söz konusu eser de diğer eserleri gibi, ciddi bir emek mahsulü. Sadece çeşitli ve zengin “Kaynakça” bölümü dahi göz önüne alındığında yazarın, eserini uzun bir zaman diliminde ve de oldukça yorucu bir çalışma sonucunda vücuda getirdiği anlaşılacaktır.
Eserin planı Orhan Okay’la yapılmış
“Kıymetli Hocam Prof. Dr. Orhan Okay’ın Aziz Hatırasına”ithafı çok manidar. “Önsöz”de de belirtildiği üzere eserin planı Türk edebiyatının çok önemli hocalarından Orhan Okay’la birlikte çizilmiş, izin ve yönlendirmeler bizzat Hoca tarafından yapılmış ne var ki eser tamamlanamadan hak vaki olmuş. Yazarın da dile getirdiği üzere eserin vücut bulmasında merhum Hoca’nın çok büyük manevi katkıları olmuş. Bu kısa bilgi bile okuyucunun esere farklı bir gözle yaklaşmasına sebep olmaktadır.
Eserin “Giriş” bölümünde şehir kavramı etrafında düşülen notlar, okuyucuyu kitabın esas konularına hazırlayan önemli bir ön bilgi mahiyetinde. Burada şehir kelimesinin etimolojisi, şehir olgusunun oluşumu ve gelişimi, şehir ve medeniyet ilişkisi ve son olarak da Türk edebiyatında şehrin anlamı ve önemi dile getirilmektedir. Dikkate değer hususların altının çizildiği bu bölümde entelektüel tespitlere yer verilmiştir. Bu tespitler, eserin ana omurgasını teşkil eden “şehir-medeniyet ve edebiyat” kavramları çerçevesinde yapılmış iktibaslarla da güçlendirilmiştir.
Yazarın bu bölümde edebî metin ile şehri mukayese etmesi son derece yerindedir. Yazar, “açık hava müzesi” yahut “duvarsız müze” olarak nitelendirilen şehirlerin de edebiyat metni gibi kuramsal yaklaşımla ve gösterge bilim okumalarıyla yorumlanabilmeye müsait eserler/yapılar olduğunu söyler. Yine ona göre edebiyat da şehir gibi izlenir/seyredilir, şehir de edebiyat gibi okunur. Bu bölümlerde ileri sürülen tez ve iddiaları desteklemek için verilen kaynak ve dipnotlar esere esaslı bir entelektüel derinlik kazandırmıştır.
Eserin asıl ana gövdesini Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinin “şehir ve medeniyet” eksenli okumalarının yapıldığı bölüm oluşturmaktadır. Yahya Kemal, fethinin ilahî bir eylem olduğunu belirterek kendisine kutsiyet atfettiği İstanbul’un, Türk edebiyatına hakkıyla yansımadığını, onun güzelliğinin edebî eserlere yeterince yansıtılamadığını ifade etmektedir.
İstanbul gezileri
“Düşlerinde yolculuk yaparak mazide yaşayan”Yahya Kemal; Albert Sorel, Camille Jullian gibi Fransız aydınlardan edindiği tarih şuuruyla geçmişe döner, bugünü geçmişin iz düşümünde anlamlandırmaya çalışır. O, Türk tarihinde iki önemli kırılma noktası olan 1071 Malazgirt Zaferi ile 1453 İstanbul’un Fethi’ni çok özel bir yere koyar. Günümüz siyasi konjonktüründe bu iki zaferin öneminin her geçen gün daha da arttığı ve bir nevi devlet politikası hâline getirildiği düşünülürse Yahya Kemal’in bu tespitlerinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılmış olacaktır.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal’in fethin havasını solumak ve fetih hatıralarını hissetmek için İstanbul’u; özellikle sur diplerini, kemer boylarını, sokakları, abide eserleri yorulmamacasına adım adım, semt semt sürekli gezdiğini ifade eder. Bu gezintilerin pek çoğunu birlikte yaptığını da belirtir.
Kitaptan öğreniyoruz ki Tanpınar’ın Beş Şehir’deki “İstanbul” denemesi bu gezintilerin meyvesi olarak kaleme alınmış. Yine öğreniyoruz ki Tanpınar, kendisinin Yahya Kemal’in öğrencisi olduğu türünden yapılan ispatlama gayretkeşliklerinden de ve dedikodulardan da rahatsızdır.
Orhan Okay Hoca; millî hayatı, imtidat/devamlılık fikrine göndermede bulunarak “devam ederek değişmek, değişerek devam etmek” şeklinde ifade eden Tanpınar’ın Beş Şehir adlı eserinin kitabi bir bilgiye dayanmadığını, aksine yazarın eserde anlattığı şehirleri en az iki veya daha uzun yıllar oralarda kalarak şehrin havasını, suyunu tattığını; mimarisini, kültürünü, insanların gündelik yaşamını bizzat müşahede ettiğini söyleyerek eserin sadece bir deneme değil, aynı zamanda şiir üslubu ağır basan bir monografi olduğunu belirtir.
Üsküp bir Müslüman şehridir
Aslen Üsküplü olan Yahya Kemal, doğup büyüdüğü bu şehre çok özel bir önem atfeder. Üsküp onun için tam bir Müslüman şehridir, Selanik ise “Yahudi ve gâvurla karışık bir ağyar diyarı”dır. Yine onun gözünde Üsküp anneyle, Selanik babayla özdeşleşir. “Kaybolan Şehir” isimli şiirinde Üsküp için “Firuze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o/Yalnız bizimdi, çehre ve ruhiyle bizdi o.” ifadelerini kullanılır. Yine aynı şiirde “Üsküp ki Şar Dağı’nda devamıydı Bursa’nın/Bir lale bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.” mısralarıyla Üsküp’ün Bursa’yla benzerliğini dile getirir. Tanpınar’ın Yahya Kemal isimli şümullü eserinde belirttiği[2] üzere şair bu şiire önceleri “Üsküp” ismini vermiş fakat sonraları bunu değiştirip “Kaybolan Şehir” yapmıştır.
Avrupa şehirleri içinde en çok Paris’in etkisi görülür Yahya Kemal’in üzerinde. 1903 yılında henüz yirmi yaşında bile değilken kaçıp gittiği ve dokuz sene havasını, suyunu, ruhunu emdiği Paris onun için “Başka yıldızlarda hayat” ve “His ve haz yüklü kâinat”tır. Sabahına uyandığı Paris onu çocuklar gibi sevindirir. Öyle ki ömrünü Paris’te noktalamayı isteyecek kadar sever bu şehri. Tanpınar’ın dediği gibi şiir okuyuşu, hitap şekli, tenkitleri, itiyatları, kahve zevki, jest ve mimikleri tam bir Fransız, hatta Parislidir. Fransızcayı Paris’e gidince öğrenen Yahya Kemal; Victor Hugo, Alfred de Mussed, Charles Baudelaire gibi önemli Fransız yazar ve aydınlarını Paris’te okuma fırsatı bulur. Paris gibi, Paris’in yazarlarına da tutkundur, kendi ifadesiyle “koyu Baudelaire-perest”tir.
Yazar Mehmet Güneş’in de belirttiği üzere “Yahya Kemal biraz Üsküplü, biraz İstanbullu, biraz da Parislidir. Her bir şehrin onun kimliğinin şekillenmesinde büyük tesiri vardır.” Onun zihin dünyasında Üsküp anneyle, İstanbul vatan ve cananla, Paris de sanat ve eğlenceyle özdeşleşir.[3]
İki düşünürün de ufku Osmanlı coğrafyası kadar geniş
Yahya Kemal ve Tanpınar’ın eserlerinde geçen bütün şehirlerin nicelik bakımından bir yekûnu tespit edilmiş midir bilinmez, ama sadece söz konusu bu kıymetli inceleme dahi dikkate alınsa büyük ihtimalle çok şaşırtıcı sonuçlara ulaşılabilir. Payitaht’tan Kurtuba’ya, Kudüs’ten Saraybosna’ya, Üsküp’ten Petersburg’a, Paris’e, Londra’ya, Roma’ya, Venedik’e açılan geniş yelpaze aslında her iki düşünürün de ufkunun Osmanlı coğrafyası kadar geniş ve kuşatıcı olduğunu göstermiyor mu? Doğu ve Batı medeniyetlerine ait her bir şehir üzerinde estet geçişler yapıp sanatkârane betimleme ve tahlillerle şehirlere âdeta yeniden bir ruh ve canlılık kazandırmak; edebiyat, resim ve mimari sanatlarını yerli yabancı çeşitli düşünce ve sanat akımlarının da tesiriyle haddeden geçirircesine bir kalemde temaşa etmek ancak Osmanlı bakiyesi topraklarda yaşayan Yahya Kemal ve Tanpınar gibi şair ve düşünürlerin gösterebileceği bir meziyettir. Bu iki şair ve yazarın eserlerindeki hazineyi Şehre Yansıyan Medeniyet, Edebiyata Yansıyan Şehir/Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde Şehir vesilesiyle bir kez dahahatırlamış oluyoruz.
Kitapta geçen şu anekdot çok düşündürücüdür. Bu anekdot hem medeniyet-şehir ve insan anlayışımızı hem Yahya Kemal ve Tanpınar’ın şehre bakışını hem de eserin üç yüz elli kadar sayfayla anlatmaya çalıştığı fikri, temayı az da olsa ifade etmeye yarayacaktır:
“Yahya Kemal bir şehrin manevi atmosferinde diriler kadar ölülerin de etkin olduğu düşüncesindedir. Bir kez kendisine Türkiye’nin ne kadar nüfusa sahip olduğunun sorulması üzerine ‘80 milyon’ cevabını verir. Orada bulunan kişilerden biri yeni nüfus sayımına göre Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık on milyon olduğunu söyler. Yahya Kemal’in “Ben ölenlerimizi de saydım. Cevabım doğrudur. Zira biz onlarla beraber yaşarız.”[4]
***
Kaliteli eserler vücuda getirmek zordur
Gayemiz, dört başı mamur, derinlikli ve bütünlüklü bir anlatımla eseri tanıtmak değil, aksine sadece genel hatlarıyla bilgi verip gerisini okuyucunun takdirlerine bırakmaktır. Eserin bütününü sınırlı sayfalarla hakkıyla anlatabilmek bizim için şimdilik kabil değildir. Zira yukarıda da ifade ettiğimiz üzere eser çok zengin donelerle oluşturulmuş ve bu doneler akademik hassasiyetle başarılı bir şekilde bir araya getirilmiştir. Mübalağa kabul edilmeyecek ise şunu rahatlıkla söylemek mümkündür; ciddi bir okurun, altını çizmeden geçeceği, sayfaların sağına soluna notlar düşmeden ve hayret etmeden okuyacağı neredeyse bir bölüm, bir başlık hatta bir sayfa yok gibidir. Çünkü hem şehir ve medeniyet kavramı hem Türk edebiyatının iki önemli aydınının eserlerindeki zengin muhteva yeni şeyler öğrenmeye oldukça elverişli, mümbit alanlardır. Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi zirve şahsiyetlerin külliyatlarını ve bunlarla ilgili kaleme alınmış yüzlerce makale, deneme, kitap gibi inceleme ve araştırmaları ciddi bir ilim adamı titizliğiyle inceleyip sistematize etmek ve böylece nitelikli bir eser vücuda getirmek her şeyden önce bütün takdirlerin üzerindedir.
Hiç şüphesiz kaliteli eserler vücuda getirmek zor bir iştir. Yoğun bir zihnî, fikrî ve fiilî disiplinden geçerek ve de ince eleyip sık dokuyarak oluşturulmuş eserlerin yarınlara kalma ihtimali diğer eserlere göre çok daha fazladır. Bu tür eserler nitelik çıtasını daha yukarılara çektiğindendir ki insan kolay kolay eser/kitap beğenemez oluyor. O konuda sığ ve düzeysiz konuşan alelade kişilerin sözlerine fazlaca itibar etmek istemiyor. Tıpkı Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey ve Biz isimli şahane romanında oldukça veciz bir şekilde dile getirdiği gibi “İnsan iyi kitaplara kavuştuktan sonra, alelâde kimselerin sözlerine karşı müşkülpesent davranıyor.”
Sözünü ettiğimiz bu eser de yorucu bir işçilik neticesinde vücut bulmuş nitelikli bir inceleme. İnsan, okuyunca “iyi kitaplara kavuştuğu” hissine kapılı veriyor hemen. Bu yüzden eserin nitelikli edebî kamuoyunda bir yankı uyandıracağı ve önemli bir boşluğu dolduracağı muhakkak. Eserin bu yönüyle Yahya Kemal ve Tanpınar söz konusu olduğunda en azından “şehir ve medeniyet” bağlamında akla gelebilecek kaynak eserlerden biri olacağını düşünüyoruz.
Mustafa Gülali
[1]Güneş, Mehmet (2018): Şehre Yansıyan Medeniyet Edebiyata Yansıyan Şehir/Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde Şehir, Hece Yayınları: Ankara.
[2]Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011, s.190.
[3]Güneş, Mehmet, a.g.e., s.262-263.
[4]Güneş, Mehmet, a.g.e., s.177.
Henüz yorum yapılmamış.