Kültür Sanat
Bir hesaplaşma romanı: Fetva Yokuşu
Taş ne kadar sert olursa olsun terbiye edilir, edilebilir. Yeter ki insanın/ustasının eline düşsün. Bilindiği gibi taş; zamana dayanaklılık bakımından önemli bir metafordur ancak “Fetva Yokuşu” romanında bu misyonu ile değil ölüme ve değişime şahitlik bakımından bir rol üstleniyor. Kâmil Yeşil yazdı.
İstanbul’u çok bilmem. İstanbul üzerine yazılan eserleri daha çok bilirim diyebilirim. İtiraf edelim ki İstanbul sevgimiz İstanbul’u yaşamaktan değil İstanbul üzerine okuduklarımızdan, dinlediklerimizden ve de seyrettiklerimizden kaynaklanıyor.
İstanbul’un nadir güzellikleri, tarihi yerleri ve maneviyatı ile ilgili olarak gittiğim yerler, götürüldüğüm yerlerdir. Ağa Kapısı da bu yerlerden biri. Fakülteyi İstanbul’da okuyan oğlum keşfetmiş, o götürdü. Ona bahsetmedim çünkü benim bildiğim Ağa Kapısı ile gittiğim Ağa Kapısı arasında bir ilgi yok.
Kim bu Ağa. Yeniçeri Ağası. Çünkü orada ikamet ediyor. Günümüzün Süleymaniye’si ve de İstanbul Müftülüğü’nün bulunduğu yer. Ordunun kumandanı Yeniçeri Ağası olduğu ve devletin üç ayağından birini teşkil ettiği için birçok olay, bu Ağa ile ilgili. Genç Osman’ın (II. Osman) Yeniçeri ocağını ilga edeceğine dair planını öğrenen Yeniçeri Ocağı’nın padişahı hal ve şehit ettiğini biliyoruz. Tıp, mühendislikte olduğu gibi bizdeki yenilikler asker yolu ile geldiği gibi; asker eliyle de engellenmiştir. Darbeler tarihini Genç Osman’ın şehadetiyle başlatan tarihçi var mı acaba? Olmalı. III. Selim, Nizam-ı Cedid’i ihya etmek isteyen Alemdar Mustafa Paşa askeri darbe ile hal edilmiştir. II. Mahmud, kendinden önce yaşanan sıkıntıları bildiği için elini çabuk ve sıkı tutmuş ve dahi Yeniçeri Ocağını lav etmiş ve Ağa’nın konağının da bulunduğu Ağa Kapısı’nı Şeyhülislamlığa tahsis edivermiştir. Ağa Kapısı da Şeyhülislamlığa devredilir ve adı Fetvahane olarak değiştirilir.
Konumuz tarih olmadığı ve bu bilgiler bir roman vesilesi ile lazım olduğu için bu kadar teferruatı yeterli buluyoruz.
Söz konusu edeceğimiz roman akademisyen yazar Durali Yılmaz’ın Fetva Yokuşu romanı.
Kitap adını, işte bu Fetvahane’nin değişmesinden alıyor.
Fetva Yokuşuromanının başkahramanı, idam cezasına çarptırılan yeniçerilerin infazında kullanılmak üzere 16. yüzyılda yaptırılan “Cellat Taşı”dır.
Sadece insanların günlük hayatlarında karşılaştıkları fıkhi/hukuki meselelerle sınırlı olmayıp devletin işleyişinde de temel bir meşruiyet kaynağıdır fetva müessesesi. Bu kurum üzerine inşa edilen Fetva Yokuşu, Şeyhülislamlığın İstanbul Müftülüğüne evrilmesini, hilafetin kaldırılmasını ve değiş-tiril-en toplumsal yapı ve hayat tarzının Cellat Taşı’nın şahitliğinde anlatıyor.
Fetva Yokuşu, Hilafetin kaldırılışına kadarki süreçte fetvanın ağırlığına işaret. Tarihî olayları Süleymaniye semtindeki Ağa Kapısı’nı merkeze alarak işlediği için tarihi bir roman. Bir taşı konuşturduğu için alegorik. Bir düşüncenin değişim sürecini ele aldığı için tezli bir roman.
Bilindiği gibi Yeniçeri Ocağı’nın çöküşü, ordu-millet olan Türk devletinin çöküşüdür.
“Taş oldum dayandım”
“Taş oldum dayandım” türküsünde olduğu gibi devletin/toplumun/medeniyetin çöküşündeki haksızlıklara, acılara, gözyaşına dayanmak ancak taş ve taş olmakla mümkündür. Bu bakından yazarın gayet isabetli bir imge, bir metafor seçtiğini söyleyebiliriz.
Bilindiği gibi taş; zamana dayanaklılık bakımından önemli bir metafordur ancak taş, romanda bu misyonu ile değil ölüme ve değişime şahitlik bakımından bir rol üstleniyor.
Tabiatın bir parçası olarak kendi halinde, toprak altında, bir yönü toprağa/yeryüzüne/hayata diğer yönü ile maziye, tarihine bağlı olarak orada öyle beklemektedir. Soğuk (her iki anlamda da soğuk), olan bitenden habersiz, kendi halinde uyuyan bu taş; bir gün toprak altından çıkarılır, yani hayata döner, insanların arasına karışır. Çıplaktır, korumasızdır ve yolculuğu ile tarih başlar. Bir at arabasına yüklenir ve İstanbul’a doğru yola çıkar. Yazar bu sayfalarda Dikili Taş ve cami sütunları olarak kullanılan direklerin, mermer sütunların İstanbul’a taşınması olayını ima eder. Yerin altından çıkarılmıştır ve fakat insanlar ona karşı ilgisizdir. İstanbul’da şekil almak ve işlenmek için bir mermer ustasına teslim edilir. Taş ne kadar sert olursa olsun terbiye edilir, edilebilir. Yeter ki insanın/ustasının eline düşsün. Usta, bir yeniçerinin tarifi doğrultusunda taşı yontar, şekillendirir ve işlenmiş mermerlerin yanına koyar. Taşın artık iki şekillendireni vardır. Usta ve Yeniçeri.
Bu anlatımda yeniçerinin zanaatkâr yönüne işaret edildiği gibi yeniçerinin başına gelecek beladan habersizliği, görünürdeki görünmeye işaret var. Gayet gösterişli olan taşta kendini beğenme duygusu baş gösterir. Yeniçeri, onu bir arabaya yükler ve Süleymaniye Camii’nin önünden geçerek Ağa Kapısı’na götürür. Binanın demir kapısının önüne yerleştirilir.
Kapı önü topluma şahitlik etmek demektir. Gece gündüz cereyan eden ne varsa o civarda, taşın gözleri önünde cereyan etmektedir. Yeniçeri erlerini gözlemler. Çünkü yeniçerilerin ürkek ve meraklı bakışlarını teksif etmiştir üstünde. Merak kısa zamanda cevabını bulur. Bir akşamüstü iki yeniçerinin başları taşın üstünde kesilecektir. Bembeyaz, günahsız, masum taş kıpkırmızı kanlara bulanmıştır artık. Okuyucu, bu sayfalarda adalet, ceza, zulüm kavramları arasında gider gelir. Taşın bir adı vardır artık: “Cellat Taşı”.
Türk geleneğinde ad alma/ad verme geleneğini hatırlatır yazar okuyucuya. Yeniçeri bir yandan dünyaya nizamat vermekte diğer yandan da bu nizama aykırı olduğunu düşündüğü kişileri bu cellat taşında cezalandırmaktadır.
Hadiste geçtiği üzre günahlar insanın kalbinde bir nokta bırakır önce. Her bir günah bir nokta ile iz bırakır. Sonra bakmışsınız kalp o noktaların altında kararıverir. Cellat Taşı da yaşar bu kararmayı. Kan zaten kuruyunca kararan bir şeydir. Cellat Taşı hem kararmakta hem idam satırının altında silinmez izler, rahneler, çentiklerle bu cezalara ait işaretler almaktadır. Yıllar geçer, nesiller ve cellatlar, satırlar değişir. Suç ve suçlular mahiyet değiştirir ve fakat Cellat Taşı’nın vazifesi değişmez. O kendisine ölüm için gelenler başta olmak üzere asırlara şahitlik eder.
Yeniçeri Ocağı’nın tarihi
Konusunu tarihten alan Fetva Yokuşu, 16. yüzyıldan itibaren üç kıtaya hükmetmeye başlayan Yeniçeri Ocağı’nın da tarihidir bir bakıma. Asker (ordu-millet) üzerine kurulan Osmanlı’nın çöküşü, Yeniçeri’nin çöküşüyle, bozulmasıyla başlar. Tecdidin ordudan başlaması gerçeği ile askeri darbelerin Türkiye’ye getirdiği noktayı aynı anda düşündüren roman, bu yönü ile ilginçtir ve benzerlerinde ayrılır. Cellat Taşı’nın en önemli şahitliği arasında 1622’de (Yeniçeri) Ağa(sı) Kapısı’na getirilen Genç Osman’ın katli vardır. Bilindiği gibi Yeniçeri Ocağı’ndaki başıbozukluğu ilk fark edenlerden biridir Genç Osman. Ocağı kaldıracak ve yerine yeni bir ordu kuracaktır. Eli silahlı kurumu kaldırmak kolay değildir oysa. Bu niyetini izhar edince yeniçeriler tarafından katledilir.
Bu hadise Cellat Taşı’nın önemli şahitliklerindendir. Kendisini buraya getiren, temizleyen, unutulmaktan kurtaran, temizleyen, insan ve tarih içine çıkaran Yeniçeri, bu ölümlere bir zulmü ve üstelik padişahı ekleyince, kendisinde ölümü tadan Yeniçeriler için üzülen taşta, muhabbet artık sönmeye yüz tutar ve Cellat Taşı, yeniçeriye öfke doludur. Tarihin bu sayfaları ile mutabık giden roman toplumsal sürece de ayna oluyor. Buna göre halkın can ve namus güvenliği kalmamıştır. Yeniçerilerin kendilerinde gördükleri güç, onları zorbalığa sürüklemiştir. Bu otorite boşluğu IV. Murad’ın otoritesine kadar devam edecektir. Padişah bu dönemde Cellat Taşı’na yeni kardeş taşlar ekleyecek ve otoriteyi böyle sağlayacaktır. Çok geçmeyecek genç yaşta ölecek nizam tekrar bozulacaktır. Cellat Taşı, sadece askeri nizamın değil iktisadın da bozuluşuna şahitlik eder. Esnaf ve halk, Şeyhülislam’ın da desteğini alır ve (Yeniçeri) Ağa Kapısı’ndaki ve Topkapı Sarayı’ndaki isyanlara şahit olur. Romanın bu sayfalarında şeyhülislamlık ve fetva, dini cevaz olgusunun tarihine ve oynadığı role dair ihsaslar ve eserin Fetva Yokuşu olan adı ile derin irtibatı önemlidir.
Sadece iktisadi ve askeri ve de içtimai meseleler değil İstanbul yangınları ile de meşhurdur. Romanın bu sayfalarında İstanbul’u tehdit eden yangınlarla da karşılaşırız. Yazar bu yangın olgusunu daha sonra bir yangında kül olacak olan kız lisesinin yanışına da zemin hazırlamaktadır. 1660 yılında büyük İstanbul’da büyük bir yangın çıkar. Cellat Taşı da bu yangına şahittir. Çünkü alevler Ağa Kapısı’nı da küle döndürür. Yeniçeri memleketi zaten yangın yerine çevirmiştir. Devletin bekası teşekkül ettirilen teşkilat bu kez tehdit unsuru hâline gelmiştir. Kabakçı Mustafa önderliğinde ayaklanan ve Alemdar Mustafa Paşa’yı öldüren Yeniçeriler, Cellat Taşı’na yeni kelleler getirmekte ve her istediklerini yaptırmaktadırlar.
Taşa baş koyma sırası yeniçerilerde
Cellat Taşı üzgündür, öfkelidir, küskündür. Onun için tek hedef Yeniçerilerden alınacak intikama şahitlik etmektir. Bunu da II. Mahmud yapacaktır. Yeni bir ordu kurulduğunu gören Yeniçeri, Genç Osman zamanında yaptığı gibi At Meydanı’nda ayaklanır. II. Mahmud, yeniçerileri topla sindirir. Esir alınan asi yeniçeriyi de Ağa Kapısı’na getirterek Cellat Taşı üzerinde idam ettirir.
Muradına kavuşan Cellat Taşı bu kez bu vahşete üzülecek ve avludaki kellelerin meydana getirdiği tepelere şahit olacaktır. Tehdit ortadan kalkmıştır. Cellat Taşı’na cemiyet olayları kalır izlenmek için. Kısmen sükûnet ve rahatlık devridir ve o da sessizliğe gömülür. Kısa bir süre sonra Ağa Kapısı elden geçirilir ve Şeyhülislamlık makamına tahsis edilir. Adı da “Fetva Kapısı” olur.
Eserin adı Fetva Yokuşu’nu tekrar ima ve ihsas. Fetva müessesenin makamı olan Şeyhülislamlık, devlete, cemiyete ve cemiyetler arası birçok meseleye fetva verecek ve herkes bu kapıya müracaat etmek zorunda kalacaktır. Zamanla bu bina da yetmeyecek ve Fetva Kapısı’nın avlusuna ek binalar yapılacaktır. Cellat Taşı, 1909 Nisan’ına kadar biraz sükûnet içindedir. 1909 Nisan’ında Fetva Kapısı’na tekrar iş düşmüştür. Talat Bey gelmiş ve Şeyhülislam Mehmet Ziyaüddin Efendi’den II. Abdülhamid’in tahttan hal fetvasını istemiştir. Cellat Taşı uzun tarihinde Abdülhamid’in hallini de görür. Taş olmak kolay değildir. Madem taşsın göreceksin, dayanacaksın. Bu kez işi siviller ele almış kan dökülmeden iktidar değişmiş, daha doğrusu II. Abdülhamid Han kan dökülmesini önleyerek tahtından feragat etmiştir. Başvuru vasıtası araçsallaştırılan fetva müessesesidir. Biz gene romanın adındayız. Artık Osmanlı, çöküşün eşiğindedir ve tarih sahnesinden silinmeye doğru yol almaktadır. Cellat Taşı’nın şahitliğinde. Devletin manevi direği olan Fetva Kapısı bu fetva ile kendi sonunu da hazırlamıştır. Çünkü hukuk çökerse geriye pek bir şey kalmaz. Mülkün temeli adalettir ve fakat mülkü elinde tutanlar, onu zulüm ile ele geçirmişlerdir. Fetva makamı eski ağırlığını kaybetmiştir. Halkın günlük işleri ile meşguldür.
Derken fetva kapısı tekrar hatırlanır. Çünkü Anadolu işgal edilmiştir. Anadolu’daki hareketi fetva ile durdurabileceğini düşünen işgal kuvvetleri Padişah’ı ve Şeyhülislamlığı ağır baskı altında tutmaktadır. Kerhen bir fetva çıkarılır Anadolu hareketi hakkında. Bu fetva, müessesenin başına gelebilecek en trajik hadisedir. Fetvaya karşı fetvalar vardır. Halk aslında bunun en anlama geldiğini bilmektedir. Halk sonuçla ilgilidir. Anadolu’da kazanılan zafer, Fetva Kapısı’nda da heyecan ve coşku doğurur. Bu coşku çok sürmeyecek ve Halife Abdülmecid son halifeliği üstlenecek, şeyhülislamlık lav edilecek ve Ağa Kapısı, Fetva Kapısı; İstanbul Müftülüğü olacaktır. Şer’i Siciller binası da Kız Lisesi’ne dönüştürülecektir.
Cellat Taşı için hüzünlü günler
Yangınları ile meşhur olan İstanbul’da çıkan bir yangın Kız Lisesi’ni kül edecek ve yerine yapılan betonarme bina da günümüzün Botanik Enstitüsü olacaktır. Artık Cellat Taşı’nın pek bir fonksiyonu kalmamıştır. Sıcak bir yaz günü, avluya bir vinç gelir ve Cellat Taşı’nı havaya kaldırdığı gibi, duvarların dışındaki bir çınar ağacının dibine bırakır.
Tekrar sessizliğe bürünen Cellat Taşı için hüzünlü günler başlamıştır. O artık üstüne yanına yöresine çöp konulan bir yerdir. Çöplüktür. Çöpleri toplamaya gelen çöpçüler küreklerini Cellat Taşı’na vurdukları için parçalanmıştır.
Bu parça parça oluş, devletin parçalanmasından bir mecazdır.
Cellat Taşı, dönemsel gerçeklikler üzerine kurulu bir roman olduğu için tarihi roman kategorisine alınabilir. Cumhuriyet’in getirdiği toplumsal değişimleri (Kız Lisesi, Müftülüktekilerdeki kıyafetlerinin değişimi, fes yerine şapka vs.) ele aldığı için sosyolojik romana dahil edilebilir.
Tarihi romanların birkaç handikabı vardır: 1. Belgesel olanlar kuru bir esere dönüşür. Yazar, olayları kronolojik olarak işler ve bu bir nevi eseri edebi olmaktan uzaklaştırır.
2. Kurgu, tarihsel gerçekliğin önüne geçer. Bu kez okuyucu ve işin aslını bilenler, tarihte böyle olaylar yok, bunu nerden çıkarıyorsunuz diyerek edebi esere yüklenir.
Cellat Taşı’nın tarihsel gerçekliğine diyeceğimiz yok. Ancak edebi değeri tartışılır bir eser olduğunu söyleyeceğiz.
Taşın konuşması okuyucunun seviyesine göre onu masal, efsane, fabl türüne götürebilir. Bunda bir sakınca yok. Roman kurgusu içinde yazarın görüşlerini emanet ettiği konuşucu, kahraman olarak Cellat Taşı büyüklere uygun değil. İkincisi aşk, bireye yönelmiş hayat kırıntıları yok. Oysa eserin edebî dil kazanacağı temalar bunlar. Elimizdeki tarihi romanlar (Küçük Ağa) bir aşk hikayesi çevresinde ailevi değerleri de ele alacak şekilde kurgulanmıştır ki bu teknik, küçük bir toplum olan ailenin devlet oluşunu da hatırlatır.
Durali Yılmaz, akademisyen bir yazar. Romanlarının konusunu da tarihten seçiyor ve açıktan olmasa da gizli bir hesaplaşmayı gündeme getiriyor. Derdi olan bir yazar o. Ashab-ı Kiram’ın hayatından seçtiği sahneleri anlatan Çilekeş Müslümanlar eseri bu derdin derinliğini de gösterir. Yazarın akademik bir bilgi birikiminden gelmesi onu alelade olmaktan kurtarıyor. Ne vardı Fetva Yokuşu; içinde aileyi, aşkı, tutkuyu esas alan bir tema ve kişiler etrafında örülseydi. Tam bir filmlik olurdu doğrusu.
Durali Yılmaz, Fetva Yokuşu, Beka Yayınları.
Kâmil Yeşil
Henüz yorum yapılmamış.