Özel / Analiz Haber
Hayvan Haklarının Neresindeyiz?
Kanadalılar, en büyük metropollerde bile doğa ile iç içe, sincaplar, kirpiler, tavşanlar, köstebekler, ördekler ve envai çeşit kuşlarla birlikte yaşarlar. Şehlerin az biraz dışına çıkılır ise geyikler ve ayılarla her an karşılaşmak mümkümdür. Zaten tipik Kuzey Amerika toplumunun bir yansıması, hemen herkesin ya kedisi ya köpeği veya başka bir evcil hayvanı olur. Hayvanları istismar eden sirkler yerine, artistik-akrobatik gösterilere dayalı dünyanın en meşhur sirki “Cirque du Soleil”in bu ülkeden çıkmış olması pek tesadüf sayılmaz.
Soğuk memleket olmasına rağmen Kanadalılar, pek çok Amerikalı gibi “hödük” yani kaba değil, umumiyetle hassas insanlar. En ufak bir olayda genelde “kendilerini kusurlu bilir” haklı haksız hemen “özür” dilerler. Hatta bu özür dileme o kadar dillerine pelesenk olmuştur ki yerli yersiz duymanız pek de ihtimal dışı sayılmaz.
En büyük metropollerde bile doğa ile iç içe, sincaplar, kirpiler, tavşanlar, köstebekler, ördekler, kazlar ve envai çeşit kuşlarla, şehirlerin az biraz dışına çıkıldı mı geyikler ve ayılarla karşılaşmak mümkümdür.
Tabiat ile bu haşırneşirlik Kanadalılarda hayvan hakları konusunda hassasiyet oluşturmuş. Hayvanat bahçelerinde kafesler kurulmasına, hayvanların sirklerde çalıştırılmasına, yunus balıklarının havuzlara kapatılmasına çoğunlukla karşılar. Zaten yasal düzenlemeler de buna pek müsaade etmiyor. Ebetteki kuzeyde balina avı gibi kanlı manzaralara zaman zaman tesadüf edilmiyor değil. Ancak halkın genelinin bunu pek onayladığı söylenemez. Dolayısı ile tabiattan koparılmış ve yaşamları boyunca hapsedilmiş hayvanları kullanmak yerine artistik-akrobatik gösterilerle öne çıkan , dünyanın en meşhur sirki “Cirque du Soleil” de bu ülkeden çıkmış olması pek de tesadüf sayılmaz.
Cirque du Soleil
Sirk deyince akla genelde palyaçolar, çemberden geçen aslanlar, kılıktan kılığa giren şempanzeler, top oynayan filler, kaplanlar, develer, ayılar ve bilumum hayvanat-ı vahşiye gelir.
Ama Cirque du Soleil tamamıyla sanatsal ve artistik bir sirk! Zaten en büyük özelliği de hayvan istismarına tevessül etmemesi. Performans şovlarıyla dudak ısırtan, artistik numaralarla yürek hoplatan, akrobatik hareketlerle trapezlerden salınan ve tatbiki jimnastik gösterilerle şekilden şemale girip adeta “sekiz” olan sirkçi esnafı. Onları “ne garip temeşadır” deyü seyre dalan, bazen aklı başından gide yazan seyirci taifesi. |
Himaye-i Hayvanat
Osmanlı Himaye-i Hayvanat nizamnamesinde “Tulu-i semş den asr-ı vakte kadar hayvanlar iş görür”, yani Güneşin doğuşundan ikindi vaktine kadar hayvanlar çalışır, cuma günü külliyen tatil yaparlar deniyor, hayvan hakkı için kendi zamanının ötesinde bir yaklaşım sergileniyordu.
Tarih okudukça öğrendik ki sadece o zaman değil 300-400 sene önce bile, kışın çetin geçtiği yıllarda dağdaki kurtları ve yabani hayvanları yemlemek, göç ederken çeşitli müşküllerle karşılaşan leyleklere bakım yapmak, yaralı kedilere ciğer atmak, şehirdeki sahipsiz hayvanlarla alakadar olmak için kurulmuş çeşit çeşit vakıflar varmış.
Sırf bunun için akçe toplar, bağış alır ve çalışırlar ehli – vahşi demeden hayvanlara hizmet için uğraşırlarmış. Hatta Sultan III. Murad’ın yük hayvanlarına taşıyabileceklerinden daha fazla yük vurulmamasını veya çektirilmemesini emreden ve hayvanların mezbahalarda eziyet görmeden itlaf edildiklerinin sık sık denetlenmesini buyuran fermanı meşhurdur. Bugün hala Selçuklular-Osmanlılar’dan kalma binaların dışına yaptırılan kuş evlerine, yabani-sahipsiz hayvanlar için külliye ve hanların etrafına yerleştirilen su yalaklarına tesadüf ederiz.
Aç Ayı Oynamaz!
Kanadalıların hayvan haklarına verdikleri değeri görmek insanı sık sık hafızasını tazelemeye sevk ediyor. Çok değil bir kaç on yıl öncesine kadar İstanbul’da rastladığımız manzaraları hatırlıyoruz. Sokak sokak dolaşan tef, dabruka çalan ayı oynatıcılarını, ve onların ellerinde “mecburen” gösteriler yapan, çeşitli taklitlerle insanları güldüren zavallı hayvanları. Genelde adı “kocaoğlan” olan ayılar zorla oynatılır, “hamamda kadınlar nasıl bayılır” adlı en büyük (!) numaralarını sergilemeye zorlanırlardı.
“Aç ayı oynamaz” derler ama burunlarına çengel takılan, çivili sopalarla dövülen, sözde eğitimleri için ayakaltları yakılan, her yanları yara-bere içindeki bu zavallı ayılar mecburen oynuyordu. Ancak hayvanların uğradığı zulüm nedense kimsenin umurunda olmaz, insanlar adeta hayvana verilen eziyete değil 3-5 dakikalık keyiflerine bakardı. Birde üstüne üstük ayıcıya para verilir, alkış tutulurdu.
Karıncayı Kırınca Kanuni Sultan Süleyman ve Şeyhülislam Ebussuud arasında geçtiği rivayet edilen şöyle bir hikaye nakledilir. “Muhibbi” mahlası ile şiirler yazan Kanuni bir gün saray bahçesindeki gül ağacını karıncaların sardığını görür. Yanında bulunan şeyhülislama dönerek, bir bu karıncaları itlaf etmenin hükmünü manzum bir dille sorar.
“Dırahta ger ziyan etse karınca, ziyanı var mıdır anı kırınca” Şeyhülislam aynı vezinde ve üslupta cevap verir:
Yarın Hakk’ın divanına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca!
|
İstanbul’un Köpekleri
Avrupalı bir seyyah 1909’da yayınlandığı hatıratında sokak hayvanlarından şöyle bahseder; “Köpeklerin en çok sevildiği ülke hangisidir dersiniz? Türkiye! Orada onların hepsine ayırdetmeksizin yemek veriliyor. Hamile dişi sokak köpeklerinin doğum yapmaları için uygun köşelere ot veya samandan yatacak yer hazırlanıyor. Camiden çıkıldığında, onlara özel yapılmış peksimetler atılıyor. İstanbul’a sığınmış olmalarına hiç şaşmamalı.”
Bizans’tan beri İstanbul’un değişmez sakiniydi kediler ve köpekler. Fakat, dünyanın üçüncü kuduz enstitüsünü bu şehre kurduran Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile hayvanlarında rahatı kaçtı. Nasıl olduysa “Köpek adası” ya da “Hayırsız ada” felaketini yaşadı İstanbullular.
İttihat ve Teraki devrinde İstanbul’un sokaklarından toplanan 60 bin köpek,Marmara Denizi’nde, üzerinde tek bir ot bitmeyen yalçın bir kayadan ibaret Hayırsız Ada’ya sürüldü. Daha doğrusu götürülüp atıldı. Bu olaylara şahit olanlar bu dehçetli felaketi şu cümleler ifade edihyor.
“Kızgın güneşin altında kavrulan, karınca sürüsü gibi deveran eden, aç ve susuz köpeklerin hali, bu bir parmak kadar küçük taş yığınını feryat ve iniltiler saçan bir yalçın kayaya, ateş ve duman yerine çığlıklar püskürten bir yanardağa çevirmişti! İstanbul’a değin yankılanan bu feryatlar köpek havlaması değil adeta insan feryadıydı ve aylarca halkın kulaklarından silinmedi.” Cumhuriyet devrinde ise ilk resmi köpek itlafımız 1950 de yapıldı.
Belki bugün adalara sürülen köpekler, meydanlarında işkenceyle oynatılan ayılar yok ama havuzlara kapatılan, sopalarla dövülen, zorla antidepresanlar içirilen yunus balıkları hala şehrimizin havuzlarında hapis! Yunus parkları ülkemiz için bir medeniyet ayıbı. Ne yazık ki pek çok insan bu parkları ziyaret ederek zulüme ortak oluyor.
Kaynaklar: İrvin Cemil Schick, “İstanbul’da 1910’da gerçekleşen büyük köpek itlafı”, Toplumsal Tarih, Ağustos 2010; Taner Timur, “19.yyda İstanbul’un Köpekleri”, Tarih ve Toplum , Eylül 1993; Edhem Eldem, “İstanbul Köpeklerinin Hayırsız Ada sürgünü”, Toplumsal Tarih, Eylül 2010. |
Henüz yorum yapılmamış.