Kürsü
Aydın Ünal: Okul bahçelerinde 1940’ların faşist atmosferinden kalma ırkçı, ayrıştırıcı, ötekileştirici sözlerle format atılıyordu
Follow @dusuncemektebi2
Aydın Ünal- Yeni Şafak
Çok çabuk unutulmuÅŸ olabilir; ayrıca gençler deÄŸerini tam olarak kavrayamamış da olabilir: Son 16 yılda Türkiye’de devrim niteliÄŸinde reformlar yapıldı.
ÖrneÄŸin 10 yıl önce üniversitelerde baÅŸörtüsü yasağından ÅŸikâyet ediyorduk; bugün TSK’da, Jandarma’da, Emniyet TeÅŸkilatı’nda, mahkeme kürsülerinde baÅŸörtülü çalışanlar var.
Dün “Kürt” kelimesini bile telaffuz etmek rahatsızlık oluÅŸturuyordu; bugün devlet Kürtçe kitap basıyor.
Dün imam hatip okulları, üzerlerindeki baskı nedeniyle kapanma noktasına gelmiÅŸlerdi; bugün imam-hatipler Türkiye’nin en prestijli eÄŸitim kurumlarına dönüÅŸtüler.
Dün örneÄŸin Dersim’e Dersim demek imkânsızdı; bugün Dersim’e Dersim demek bir yana, orada yaÅŸanan katliamı serbestçe konuÅŸabiliyoruz.
Dün ilkokul çocuklarına okul bahçelerinde 1940’ların faÅŸist atmosferinden kalma ırkçı, ayrıştırıcı, ötekileÅŸtirici sözlerle format atılıyordu; Türkiye bugün bunu dahi aÅŸtı.
Türkiye’de harflerin, kelimelerin, kavramların üzerlerindeki yasaklar kalktı, düÅŸünceye vurulan prangalar kırıldı, ifade özgürlüÄŸünün önü açıldı, vesayet geriletildi, statüko sarsıldı.
Yapılan tüm bu reformları, “sessiz devrimleri” toplumun büyük kesimi de anlayışla karşıladı, onayladı. Türkiye rahatladı. Türkiye daha fazla huzura, daha fazla özgürlüÄŸe, daha fazla kardeÅŸliÄŸe kavuÅŸtu. Türkiye normalleÅŸme yolunda önemli mesafe katetti.
Bu sessiz devrim sürecinin, vesayeti besleyen diÄŸer alanlara da yayılmasını bekliyorduk. ÖrneÄŸin “resmi tarihin” daha fazla sorgulanacağını umuyorduk. Bir el tarafından yazılıp ders kitaplarına yerleÅŸtirilmiÅŸ ve ezberletilen tarih yerine gerçeklerin bütün çıplaklığıyla ortaya dökülmesini arzuluyorduk. Tarihi figürlerin “insanüstü” varlıklar, kutsal dokunulmazlar gibi anlatılması yerine hatalarıyla sevaplarıyla, oldukları gibi anlatılacağı, konuÅŸulacağı, tartışılacağı, eleÅŸtirileceÄŸi bir özgür zemin oluÅŸmasını arzu ediyorduk. Resmi tarihe, o tarih içindeki yasal kalkanlarla korunan figürlere, o figürlere atfedilen ideolojilere sığınmak suretiyle, varlığını idame ettiren vesayet kırıntılarının da zayıflatılacağını bekliyorduk.
Önümüze tam tersi bir tablo çıktı. Bütün o reformlara, bütün o sessiz devrimlere raÄŸmen, Türkiye döndü, dolaÅŸtı, az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti, gece gündüz yol gitti ve vesayetin bizatihi kaynağı olan anlayış ve ideolojinin gölgesi altına yeniden girdi.
Provokasyon olması muhtemel hadiseleri bir kenara bırakıyorum; ancak örneÄŸin “Ant” tartışması, örneÄŸin (hiçbir kitabını okumadım, hiçbir sohbetini dinlemedim, üslubuna ve bazı fikirlerine de karşıyım) Kadir MısıroÄŸlu’nun ve yaptığı ziyaret nedeniyle Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanımızın linç edilmesi, bunların doÄŸurduÄŸu tartışmalar ve alınan pozisyonlar, açık söyleyelim, 16 yıl sonra 1 arpa boyu yol gittiÄŸimizi gösteriyor.
Åžimdi bunu söyleyince fırsatçılar ortaya dökülüp siyasi iktidarı suçluyorlar. Ä°yi de, Türkiye’nin 16 yıl sonra dönüp dolaşıp kürkçü dükkânının önüne gelmesi, Kemalizm dükkânı önünde gezinmesi, siyasi iktidarın suçu mudur, siyasi iktidarın meselesi midir?
(SaÄŸ) siyasi iktidarlar toplumu dönüÅŸtürmek gibi bir misyona sahip deÄŸillerdir; onlar toplumun yansımasıdırlar. Toplumu siyasi iktidar dönüÅŸtürmez. Ülkenin sanat ve fikir iklimini siyaset ÅŸekillendirmez. Tam tersine, toplumu deÄŸiÅŸtirecek olan, siyasete de istikamet çizecek olan ülkenin cesur sanatçısıdır, mütefekkiridir, münevveridir.
16 yıl sonra ülke gelip vesayeti besleyen bir ideolojiye güzelleme yapıyorsa, hatta tarihi ve müktesebatı bu ideoloji karşıtlığı üzerine inÅŸa edilmiÅŸ yazarlar bile keskin bir dönüÅŸ sergiliyorsa, bu, siyasetin, siyasi iktidarın kusuru asla deÄŸildir.
Åžimdi çıkıp, “aman efendim iktidar ÅŸöyle yapıyor, böyle yapıyor” diyerek mazeret üzerine mazeret üretenler olacaktır. Kimse kusura bakmasın. Sanatçı, mütefekkir, münevver önce cesur olacak. Sonunu düÅŸünen kahraman olamaz. Korkaklar zafer anıtı da dikemezler, toplumu da dönüÅŸtüremezler. Tefekkürünü cesarete deÄŸil de ulufeye baÄŸlayan, mütefekkir deÄŸil “paralı kalem” olur.
Ha, evet, sorunlar var. Özellikle de içimize sızmış yanaÅŸmalardan yönelen bir “linç etme” ya da “hain ilan etme” sorunumuz var. ÖzeleÅŸtiriyi “ihanet” olarak görme sorunumuz var. Ä°yi de, sanatçının, mütefekkirin, münevverin kavgası dışardan ya da kendi mahallesindeki yanaÅŸmalardan gelecek saldırıya raÄŸmen cesaretle doÄŸruyu söyleme, iyi iÅŸ yapma kavgası olmalı deÄŸil midir?
Bakınız; ülkenin muhalif simsarı içi zırva dolu kitap yayınlayıp hem malı götürebiliyor, hem de istismara açık kitleleri peÅŸinden sürükleyebiliyor. Savcı öldürüp Yunan’a kaçanı, Komünistlerin kucağına sığınanları muteber gören bir zihniyetin, öyle ya da böyle, fikirlerinden ve eserlerinden baÅŸka hiçbir ÅŸeyi olmayan Kadir MısıroÄŸlu’nu ve onu ziyaret edenleri linç etmesi, buna cüret edebilmesi, siyasi iktidarın deÄŸil, senin, benim, hepimizin kusurudur. Bu zihniyete karşı verilecek mücadele aÄŸlamakla, ÅŸikâyet etmekle, mazeret üretmekle olmaz; teÅŸvik almadan, ihale kovalamadan, en önemlisi de linçten, “hain” damgası yemekten korkmaksızın, çekinmeksizin, ortaya fikir koymakla, eser koymakla olur.
Ne yani, Recep Tayyip ErdoÄŸan, o kadar iÅŸinin gücünün arasında bir de çıkıp roman mı yazsaydı, hikâye mi yazsaydı, film mi yönetseydi, ülkenin fikri, tarihi meselelerini ele alan kitaplar mı telif etseydi? Bu iÅŸleri de ona havale etmek yerine, mazeretlere sığınmadan, onun kadar cesur olunsa, bugün Kürkçü dükkânının, Kemalizm dükkânının önünde geziniyor olmazdık. 16 yıl sonra 1 arpa boyu yol gittiysek, saÄŸa sola deÄŸil, aynaya bakalım.
Henüz yorum yapılmamış.