Şark usulü Game of Thrones'ta üçüncü sezon oynanıyor: Başrolde Prens Selman
Daha önce Anadolu Ajansı Analiz sayfalarında yayımlanan “Şark usulü Game of Thrones” ve “Şark usulü Game of Thrones’ta ikinci perde” adlı iki yazımızda, özellikle 2017’den bu yana Ortadoğu’nun Türkiye, Mısır ve İran ile birlikte dört pivot ülkesinden biri olan Suudi Arabistan’ın hanedan yapısında meydana gelen değişimin bütün bölgeyi etkileyecek tebeddülât ve tahavvülâta gebe olduğunu ifade edeli çok olmadı. Nitekim kısa zaman içinde bu değişimler bir bir ortaya çıkarken, 2 Ekim’de Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda hunharca katledilmesi ve Türkiye’nin olayı ısrarla takip etmesiyle birlikte, şark usulü “Game of Thrones”ta yeni sezon başlamış görünüyor.
Öncelikle bölgenin nev’i şahsına münhasır yapısıyla en kapalı ülkelerinden olan, finansal açıdan tüm Arap dünyasının, mezhebi açıdan ise Körfez ve selefi akımların lideri olan Suudi Arabistan, bu zaviyeden bakıldığında Ortadoğu ve İslam dünyasında ağırlığı yadsınamaz bir ülke. Kral Abdullah’ın ardından 2015 yılında 79 yaşında tahta çıkan ve krallığın kurucusu Abdülaziz’in oğullarından olan mevcut kral Selman, bilim-kurgu filmlerinden çıkmış gibi beyaz küre etrafındaki fotoğrafla hepimizin hafızasına nakşedilmiş Trump’ın meşhur Ortadoğu seferinin ardından, o zamana kadar yatay seyreden ve kurucu kral Abdülaziz’in oldukça yaşlı oğulları arasından kral seçilme geleneğini değiştirip, yakın dönem Suud hanedan tarihinde görmediğimiz bir şekilde, otuzlu yaşlardaki oğlu Muhammed bin Selman’ı veliaht tayin ederek kendi hanedanını kurdu. Bu değişiklik yapılırken ise ABD’nin hanedan içindeki en iyi müttefiklerinden, çok tecrübeli eski içişleri bakanı Muhammed bin Nayif elimine edildi.
Muhammed bin Selman’ın sicili
2030 vizyonunun planlayıcısı, reformcu bir lider olarak piyasaya sunulan Muhammed bin Selman’ın müdahil olduğu dış politik konularda pek başarılı olamadığı efkâr-ı umumide kabul görmüş durumda. Yemen’de milyarlarca dolar harcayan Suudi Arabistan, Husîlere karşı başarılı olamadığı gibi, ülkede binlerce insanın açlık ve kolerayla karşı karşıya bırakan bir insani felakete sebep olmakla suçlanıyor. Çok gürültü koparılan ve Türkiye’nin destek çıktığı Katar sorununda da Suudi Arabistan herhangi bir sonuç elde edebilmiş değil. Dahilde de kadınların araba kullanabilmesi, ahlak polisinin rolünün azaltılması, kadınların sinema ve maçlara gidebilmesi ve benzeri birkaç kozmetik reform(!)dan başka bir ilerleme sağlanabilmiş değil henüz. Geçen yıl bu günlerde Ritz Carlton hadisesi olarak bilinen olayda, Ulusal Muhafızlar bakanı Mut’ib bin Abdullah ile hanedanın kasası konumundaki Suudi “tycoon”u Velid bin Talal gibi pek çok iş adamını yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına aldırmıştı. Ortadoğu’dan başka hiçbir yerde benzerine rastlanmayan eksantrik diğer bir olayda da Lübnan başbakanı Saad el-Hariri, Riyad’da bir müddet rehin alınıp istifa ettirilmiş, ardından Mısır, Fransa ve Kıbrıs yoluyla havadan Lübnan’a tekrar başbakan olarak dönmüştü. Bu hadise de genç prensin kısa sürede oluşturduğu kabarık sabıka dosyasına ilave edilmişti. İsrail ile iyi ilişkiler ve ABD destekli “Yüzyılın Anlaşması” projesiyle, İslam dünyasının Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal (harem) kenti olan Kudüs’ten Filistinlilerin tamamen sökülerek İsrail’e başkent yapılması planında, müstakbel hâdimü’l-Haremeyn’in rolü de prensin İslam dünyasındaki prestijini sarsıyor. Fakat Cemal Kaşıkçı’nın filmlerdekine benzer bir barbarlıkla katledilmesine uluslararası kamuoyundan gelen tepkiler, bütün bu hadislere tüy dikmiş görünüyor.
Nitekim bu hadisenin üzerinden çok geçmeden, uzun süredir Londra’da tıpkı merhum Cemal Kaşıkçı gibi (nasıl oluyorsa) “gönüllü sürgünde” yaşayan ve geçtiğimiz günlerde evininin önünde Suudi Arabistan’ın Yemen savaşındaki tutumunu protesto eden göstericilere bundan mevcut yönetimin sorumlu olduğunu kameralar önünde ilan eden, prensin amcası Ahmed bin Abdülaziz, İngiltere veya ABD’nin baskısıyla, başına bir şey gelmeyeceği hususunda Suud yönetiminden garanti almış olmalı ki memleketine döndü. Şüphesiz bu memlekete dönüş, daha ziyade Muhammed bin Selman tarafından siyaset minderinin dışına itilen, tabir caizse ağır sıklet, deve dişi gibi prensleri çok mutlu etmiş görünüyor. Haberlere bakılırsa, hanedanın ağır topları Ahmed bin Abdülaziz’i çok sıcak bir şekilde karşılamışlar. Bu arada Velid bin Talal’ın kardeşi Halid de sessiz sedasız hapisten çıkarılmış.
Peki bundan sonra ne olur?
Bu noktada prensin kaderi ABD’nin elinde. Zira İran’a karşı güneyde Suudi Arabistan liderliğinde bazı Körfez ülkeleri ve Mısır ile İsrail’den oluşan bir cephe kuran ABD’nin nasıl bir tavır alacağı, Suudi hanedanında nasıl bir değişiklik olacağı hususunda bir ipucu verebilir. “Yüzyılın Anlaşması” ve “Güney Cephesi”nin mimarlarından Trump’ın damadı Jared Kushner, ülkenin stabil kalması açısından veliaht prensin varlığının önemli olduğunu düşünüyor. İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu da Suudi Arabistan’ın istikrarının bölgenin stabilizasyonu açısından ne kadar mühim olduğunu ifade etti. Bundan birkaç yıl önce, gün gelecek Suudi Arabistan’ın istikrarı İsrail için çok önemli olacak denseydi, herhalde buna kargalar dahil, hepimiz gülerdik. Ama burası Ortadoğu ve her şey mümkün. Ancak bu noktada son kararı Trump’ın tutumu belirleyecek. Zira bölgedeki en önemli müttefiki olan Türkiye’yi kaybetmiş durumdaki ABD, şayet İsrail ile birlikte İran’a karşı bir tutum takınacaksa, mutlaka Suudi Arabistan’a ihtiyacı olacak. Nitekim Trump da son günlerde attığı sosyal medya mesajında “Game of Thrones” dizisinin meşhur repliği “kış geliyor”a atıfla, İran için “yaptırımlar geliyor” diyerek, böyle bir ortamda Suudi Arabistan’da bir yönetim değişikliğine gidilmeyeceğinin ilk ipuçlarını vermiş görünüyor. Gelecek günlerin ne getireceğini bekleyip göreceğiz. Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim: “Şarkta oyun bitmez”.
Kaynak: AA - Dünya Bülteni
Henüz yorum yapılmamış.