Ezanın Türkçe okunmasını isteyenler nedense şapka da gelsin demiyor!
İnsan hafızası nisyan ile malûl. Yakın geçmişi bile hemen unutuyoruz. Bugünlerde “Ezan Türkçe okunsun” diyen CHP milletvekili Öztürk Yılmaz gündemde. Bundan 24 yıl önce yine böyle bir seçim öncesi MHP’den Ankara milletvekili adayı olan Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral da “Ezan Türkçe okunsun” demişti. Ve o zaman MHP barajı aşamamıştı da partiden ihraç edilmesine rağmen mağlubiyetin sebebi bu ezan olayına bağlanmıştı.
Ne demek istiyoruz? Şunları: Ezanın Türkçe okunmasını istemenin partisi yoktur. İslami hassasiyeti olanlar dışında yelpaze ister sağdan olsun ister soldan, bunun heveslileri her zaman oldu ve bundan sonra da olacaktır. Bu konunun perde arkasına bakıldığında söylenmiş çok sözlere rastlıyoruz. Bu vesile ile onları hatırlatalım dedik. Kahramanımız Mahmut Esat Bozkurt. Kim bu Mahmut Esat?
1892, İzmir'in Kuşadası doğumlu. İstanbul Hukuk’tan mezun ve İsviçre'ye giderek Lozan ve Friburg üniversitelerinde okuyup kapitülasyonlar hakkındaki tezi ile hukuk doktoru olmuş. İkinci Büyük Millet Meclisi'ne İzmir Mebusu seçildikten sonra önce İktisat Vekili ve 1924'te Adliye Vekili olmuş. medeni kanun, ceza kanunu, icra ve iflâs, deniz ve kara ticaret kanunları onun zamanında yapılmış ve Ankara Hukuk Mektebi yine onun zamanında açılmıştır.
İşte bu eski Adalet Bakanı aynı zamanda Türkiye’de ilk “inkılap tarihi derslerini” veren kişidir. Bu dersler zamanın enstitüsünde ve radyoda verilmiş, dersleri takip edenler tarafından kaydedilmiş ve kitap olarak da basılmıştır.
Birinci Meclis dualarla açıldı
Bozkurt’un anlatımından aktarıyoruz: “Birinci Millet Meclisinin açılma merasiminde, önce, Ankara’da Hacı Bayram Camii’ne gidilmiş, kurbanlar kesilmiş, dualar edilmiş, tekbirler getirilmiş, bu dini merasimle meclis açılmıştır. Birinci Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun, iki maddesini din prensibi teşkil etmiştir. Bu maddeler göre ‘Türkiye devletinin dini, din-i İslâm’ ve ‘Ahkâm-ı şer'iyenin infazına millet meclisi me'mur’ idi.Mecliste müezzin, beş vakitte ezan okur, imam cemaate namaz kıldırırdı. Dikkate değer ki kurtuluş savaşları zaferle taçlandıktan sonra, Atatürk Ankara'ya avdet etti. Meclis kapısı önünde resmi üniforması ile bekleyen imam efendi, Atatürk'ü durdurdu, ellerini kaldırdı, fakat dini duaya başlar başlamaz, Atatürk hiddetle: ‘Burada böyle şeylere lüzum yoktur. Bunları camide yapabilirsiniz! Biz savaşı dua ile değil Mehmetçiğin kanı ile kazandık!’ dedi ve imamı kovdu.
Bir defa da Rize seyahatinde medreselerin açılması için kendisine müracaat eden hocalara; hiddet ve şiddetle ve herkesin önünde ‘Para istiyorsanız size millet yetecek kadar verecektir. Açsanız karnınızı doyuracaktır. Medreseler bir daha açılmayacaktır anladınız mı?’ diye bağırdı.”
“Hiç unutmam, ikinci teşkilâtı esasiye (Anayasa) projesi vekillerden ve mebuslardan mürekkep hususî bir heyet tarafından Atatürk'ün reisliğinde Ankara istasyonundaki cumhur reisliği kalem-i mahsus (özel kalem) binasında konuşulurken, din ile ilgili maddelerin projeden çıkarılmasını ben teklif etmiştim.
Din ile devlet işlerinin birbirine karışması Türk milletinin felâket sebebi olduğunu ileri sürmüştüm. Yalnız bizim değil, hatta Roma Devleti’nin dahi inkıraz sebebinin Hıristiyanlık olduğunu iddia etmiştim.”
“General Karabekir fikirlerime asabiyetle hücum etti. Bay Fethi Okyar: ‘Canım böyle şeyleri karıştırmayalım. Biz ihtilâlci miyiz? Yoksa devlet idarecileri miyiz?’ diyerek meseleyi kapatmak istedi. Atatürk, zamanı gelir diyerek maddeler projede ibka edildi. Fakat gün geçtikçe hakikat kendisini göstermeğe başladı. 1926 yılında Millet Meclisi’nin tasdikine iktiran eden Türk Kanun-u Medenisinde ‘reşit, dinini intihapta serbestir’ maddesi vardı. Diğer taraftan Teşkilât-ı Esasiye’de mahut maddeler duruyordu. (Devletin dini, din-i İslamdır.) Bu müthiş tenakuz devam edemezdi. Mahut maddeler Teşkilât-ı Esasiye’de kaldıkça bir gün irticaın, yakasından tutarak inkılâbı mes'ul etmesi onun hak ve salâhiyeti icabı olurdu. Çünkü Teşkilât-ı Esasiye’ye muhalif hareket olunamaz. Nihayet 1928 yılında verilen bir takrirle meclisin müretteb adedinin üçte birisi, maddelerin tayyını taleb etmiş ve Türk devleti yeşil sarıklı Cumhuriyet olmaktan kurtularak, bugünkü modern laik halini almıştır. Ve bu muazzam hadise, sessizce hal olunup bitirilmiştir. Zamanı gelince işler böyle bitiverir.” “Reformacılar halka kendi dili ile hitap ederler. Halk kendi dili ile söyler. Bu İncil’in millîleştirilmesidir. Luter de böyle yaptı.
Atatürk de böyle yaptı.
Kur'an Türkçe oldu.”
Demiral ve Özgür Yılmaz gibi kişiler gözden kaçırmış olmalı veya önce ezandan başlayalım sonra sıra Kur’an’a gelir diye düşünüyor olmalılar. Mahmut Esat Bozkurt adı geçen kitapta inkılap tarihi için özellikle “İhtilal Tarihi” diyor. İhtilalin kanlı; inkılabın ise yumuşak geçiş oluşunu göz önünde bulunduran Bozkurt’un bu seçeneklerin kanlısından yana aldığı tavrı özetleyen bir hadise de şapka ile ilgili.
Şapka mı zafer, Musul’un alınması mı? Tabii ki şapka!
İlk inkılap derslerini bizzat Gazi’nin emri ile verdiğini söyleyen Esat Bozkurt ve arkadaşları için Batı medeniyeti tecezzi/parçalanma kabul etmez. Bir medeniyeti öz olarak almak yetmez şekil olarak da almak gerekir. Bozkurt şöyle diyor: “Batı medeniyeti ve herhangi bir medeniyet, bir kültür, ayrılık kabul etmez. Ya hep alınır. Yahut hiç alınmaz. Tıpkı dinler gibi. Nasıl arz edeyim? Meselâ birisi diyor ki, ben Müslüman olacağım amma, namazla orucu kabul etmem. Üst tarafını benimserim. Böyle Müslümanlık olmayacağı gibi; Hıristiyanlık da bunun gibidir.” “(Bugün) Millî zeybek elbisesi ile bile gezmek yasaktır. Çünkü şekaveti (eşkıyalığı) tahrik eder mahiyette görülmektedir. İşte fes de bunlar gibi. Hatta dayandığı zihniyet bakımından bunlardan da fena.”
“Şapka giymek ne demek? Bütün terakkinin başında bu mu gelir? Evet ve bundan hiç şüphe edilmemelidir. Şapka giymekle, ilerlemelere mani olan bu kara engel söküldü, yıkıldı, yerin debine geçirildi. Büyük yürüyüş yolları açıldı. Atatürk bir gün, lütfen bu hususta fikrimi sormuşlardı.
O sırada Musul işi aleyhimizde neticelendiği için, rahmetli hayli sıkıntılı idi. Şu cevabı vermek cesaretinde bulundum: ‘Şapka giymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür!’ Atatürk hafifçe gülümsediler. Ve başlarını bir kaç defa eğerek beni taltif ettiler.”
Cevaplanması gereken sorular
Toprak, tarih, gelecek, coğrafya ve de bugüne kadar süregelen sınır, Türklük ve de petrol gibi sorunların çözümü neye bağlı imiş anladınız mı? Ayağında çarığı, sofrasında ekmeği olmayan Anadolu insanına şapka giy-dir-ilmesine. Anadolu şapkayı giysin de Musul önemli değil. Pekiyi şimdi ne oldu? Musul da gitti şapka da. Ezanın Türkçe okunmasını isteyenler nedense şapka da gelsin demiyor. Neden acaba? Kendileri giymedikleri için olabilir mi? Kim bilir belki de bir gün onu da isteyeceklerdir. Söz buraya gelmişken sormadan geçmeyelim. Çünkü bu soruyu bizim Film Adamlar’da bir ağa soruyor. Diyor ki “Kurban, dilimiz Kürtçe. Fekat bize ezanı Türkçe okuttular, dinlettiler. Dedem “Tan-reee ulediiir” deye okidi ezanı. Bizim Kürtçe okumamiz gerekmez miydi?”
Öztürk Yılmaz’ın bu soruya da mutlaka bir cevabı olmalı.
Öztürk Yılmaz ve diğerlerinin normalde vali olarak göndermemiz gereken bir yere bugün Başkonsolos olarak gönderiyoruz. Öztür Yılmaz da Musul’da konsolos idi.“Musul’u kaybettik ama halkımıza şapka giydirdik bu zafer bize yeter” diyen Mahmut Esat Bozkurt gibi Öztürk Yılmaz ve Demiral de “Ezan Türkçe okunsun da Sivas’tan ötesi Türkiye’nin toprağı olmasa da olur” derlerse şaşırmam.
Onlara Türkçe ezan konusunda fetva verecek kişi Pensilvanya’da oturuyor. Ona başvursunlar. Belki ezan bile istemez o. Ne de olsa dinler arası diyalogcu kendileri.
Kâmil Yeşil - Dünya Bizim
Henüz yorum yapılmamış.