Merkezle çevrenin en gösterişli buluşması: Müslüm Gürses
“Müslüm Gürses, arabeskçiler arasında en fazla ciddiyetle algılanandı. Aslına bakarsak, Orhan Gencebay arabeskin kurucu ve yaygınlaştırıcısı sayılabilecekken, Müslüm Gürses özellikle 80 sonrasında en alt tabakaya hitaben yapmış olduğu müziklerle çok özel bir yere gelmiştir.” (Caner Işık/Nuran Erol, Arabeskin Anlam Dünyası -Müslüm Gürses Örneği- Bağlam Yayınları, Mayıs 2002, s.89)
Cumhuriyet tarihinin en önemli alternatif müzik hareketi olan arabeskin taşıyıcı isimlerinden Müslüm Gürsesüzerine bugünlerde vizyona giren film (“Müslüm”, Ekim 2018) bir kez daha “Baba”nın doldurduğu sosyolojik ve müzikal alanı hatırlamayı zorunlu kılıyor.
Özellikle 2000’lerden itibaren arabesk müziğin artık form değiştirdiğini gözlemliyoruz. Her şeyden evvel onu besleyen toplumsal katmanın kendisi büyük bir dönüşüm yaşadı. Ben karşılık bulduğu sosyoloji ile bağlantılı biçimde arabeski üç döneme ayırmanın mümkün olacağını düşünüyorum. Birincisi bütünüyle kendinden önceki göç hareketliliğinin birikimini müziğe yansıtan 1970’ler. Yani kırın hızla büyük kentlere taşınması, gecekondulaşma, yabancılaşma, arafta kalma hallerini içerisinde barındıran periferinin bütün ruh haritasına müzikal karşılık üreten bu yıllarda Türkiye’nin sadece nüfus bakımından değil, politik temsil ve söylem açısından da büyük hareketliliğinin yaşandığı zaman diliminden bahsediyoruz. Arabeskin devlet (siyasal, kültürel, ekonomik merkez) tarafından yok sayıldığı, yasaklandığı, müziğimizi ve kültürümüzü yozlaştırdığı tezi üzerine oturan 70’lerde bu türün bütün görmezden gelme ve ötekileştirilme süreci boyunca adetaküllerinden doğduğunu, engelleme çabalarına rağmen plak ve kasetlerinin milyonlara ulaşan satış rakamlarını elde ettiğini hemen belirtelim.
İkinci dönem ise 1980 sonrası. Bahsettiğimiz ve 1970’ler boyu politik olarak sağı (AP, MSP, MHP) ve nadiren solu ile (Ecevitli CHP yılları mesela) merkezi zorlayan periferinin artık yavaş yavaş ekonomik ve siyasal iktidarı bölüşmeye başladığı dönemdir aynı zamanda 80’ler. Bu bir bakıma 1950’lerde (DP,Menderes) merkeze girişinin yolları açılan çevre’nin, iktidarı paylaşmaya hazır olduğunu ispata yönelmesidir. Yani Turgut Özal’ın ürettiği liberal politikaların neticesinde sadece ekonominin değil, kültürün de merkez’e ait mekanlarda kendisini ifade edebilmesi olarak açıklayabiliriz. Hatırlayalım, bu dönemde ilk kez düzenlenen 1. Müzik Kongresine (1988) devlet tarafından arabesk müziği temsil etmesi için Hakkı Bulut davet edildi (her ne kadar bir netice çıkmasa da, devletin arabeski resmi olarak tanıması açısından önemli), ANAP’ın seçim müziklerini yine arabesk türün en tanınmış eserleri belirledi.
Arabeskin taşıyıcı isimleri
Ben 1970’leri çözümlerken arabeskin taşıyıcı isimleri bakımından Orhan Gencebay’ın yanına Ferdi Tayfur’u ve Hakkı Bulut’u da koymayı yeğlerim. 80 sonrası ise bu isimlere İbrahim Tatlıses’in yanı sıra -kendi özel dinleyicisi açısından- çok daha geniş kitlelere ulaşması dikkate alındığında Müslüm Gürses’i katabiliriz. Kuşkusuz daha farklı damarları da bu çözümlemeye eklemek lazım. Ayrıca 80’lerin arabeskinde belirleyici olan en önemli isimlerin başında bence Burhan ve Uğur Bayar kardeşler geliyor. Ki hem İbrahim Tatlıses’in hem de Müslüm Gürses’in asıl çıkışlarını yapmalarının arkasındaki teknik destek (beste, orkestrasyon, sahne vs.) ve prodüksiyona baktığımızda bu adrese ulaşırız.
Bahsettiğimiz dönemde sözler 70’li yıllardaki kadar çileci ve isyankar değildir çünkü karşılık bulduğu sosyoloji Özal ile beraber büyük bir imkan yakalayarak merkez’e yönelebilmenin cazibesini görmüştür. Bir ayağı merkez’de (ekonomik anlamda küçük işletmelerle mesela) bir ayağı henüz periferide olan bu dönemi Tatlıses ve Müslüm Gürses üzerinden açıklamak akla yatkın geliyor. Merkeze yönelenleri İbrahim Tatlıses, henüz periferide, gecekonduda (mekan, ekonomi ve kültür olarak)kalanları ise Müslüm Gürses temsil eder. Bu yüzden Gürses’in müziğindeki tematik durum 80’lerde de hâlâ 70’lerin ruhunu taşımayı sürdürür. Caner Işık ve Nuran Erol’un Müslüm Gürses dinleyicisi üzerine yaptıkları akademik çalışmayı merkez alan kitaplarında söyledikleri gibi “İbo faydacı bir anlayışla yaşamını kurarken, Müslüm Gürses sistemin dışında bir yaşama olan özlemin temsilcisi oldu” (s.89) da denilebilir.
Merkezin ikinci savunması
90’lar ise merkez’in çevre’ye yaptığı ikinci savunmanın yıllarıdır (Birincisi, köklerini 60’ların sonuna doğru çekebileciğimiz ve asıl ürünlerini 70’lerde veren Anadolu Pop-Rock’tır. Çünkü merkez’deki seçkin ailelerin kolejli çocukları tarafından temsil edilen bir müzikal arayışıdır bu). Ve savunma, “patlayan” Türk pop müziğinin sayesinde gerçekleşir. Ancak şunu hemen belirtelim ki, Türk pop müziği kaçınılmaz bir şekilde arabesk müziğin sularına girip çıkmak zorunda kalmış ve hatta kimi önemli sanatçıları arabesk nitelik taşıyan albümler dahi çıkarmışlardır zaman zaman. 90’larda yaşanan patlamayı hazırlayan en önemli çalışmalardan birisi olan Sezen Aksu’nun “Sen Ağlama” albümü, pekâlâ arabesk bir bellek üzerinden dinlenebilir.
2000’ler Türkiye’de siyaset ve sosyolojinin 1950’lerden itibaren sıkıştırmaya başladığı merkez’i bütünüyle ele geçirmeye ya da benim düşünceme göre periferinin merkez’in özel konforuna duyduğu özlemleri, açlıkları artık giderebilecek politik ve ekonomik güce ulaştığı ve ona hızla benzediği yıllar olarak tanımlanabilir. En önemlisi çevre’nin merkeze yönelik yolcuğu nihayete erdiği ve zaten mekan anlamında (gecekondu) arabeski besleyen çatışma durumu kalmadığı için bu yıllarda üçüncü ve nihai bir döneme girildiği söylenebilir.
Merkezle çevrenin en gösterişli buluşması Müslüm Gürses’in Türk popu içerisinde ayrışık duran ve yaptığı müzikal form ile başından itibaren merkez dediğimiz kentsoylu katmanın bütün ruh hallerini eserlerinde anlatanBülent Ortaçgil’in bir şarkısını okumasıdır bana göre. “Nerdesin Firuze” filminde Gürses’in bir Ortaçgil şarkısı olan “Sensiz Olmaz”ı kendi geleneğine bağlı biçimde yorumlaması Türkiye’nin artık kaçınılmaz biçimde yüzleşmek zorunda kaldığı merkez ve çevre katmanlarının artık iç içe geçen, birbirlerine benzeyen ve kendilerini yeniden tanımlamak zorunda oldukları gerçeğinin göstergesi biçiminde düşünülebilir.
En iyi figür Müslüm Gürses
Her şeyden evvel arabesk müzik beslendiği öyküsünü tamamlamış ve artık yeni şarkılar, yeni taşıyıcı isimleri doğal olarak çıkartamamış, müzikal formu teknik anlamda pop müziğin altyapı özellikleri ile bütünlenen melez bir tür ortaya çıkarmıştır. Bu dönüşümü en güzel okuyabileceğimiz figür Müslüm Gürses’dir bana göre. Beslendiği “en alttakiler” kentte doğmuş, kentin bütün kurumlarına tanıklık etmiş, dedeleri ve babaları gibi belleklerinin bir tarafı ne taşrada ne de bir tarafı merkez’de dolaşan arafta bir ruh halinin ötesinde bütünüyle kente ait bir bilinç taşımaktadırlar.
Klasik arabesk bu açıdan kente ilk gelen dedeler (1950-70 arası) ve bahsettiğimiz sürece tanıklık etmiş babalar (1980-2000 arası) kuşağının temalarını taşıyan ve onların zamanlarının teknik dili ile öykülerini (mesela hızlanmış ve öne çıkmış darbuka ritimleri ile) anlatırken, artık günümüzde yeni durumlar ve haller söz konusudur. Dolayısı ile bu ruh halinin teknik dili de dönüşecektir (bilgisayar destekli altyapı ve ritmler). Gürses, Ulus Müzik’ten çıkan ve yer yer caz formuna yaslanan aranjeleriyle oldukça sıra dışı bir çalışma ortaya koyduğu albümünden itibaren bu değişimi gözleyebileceğimiz en önemli adımları attı. HattaTeoman’ın “Paramparça”sını seslendirmesi ise tam anlamıyla bir meydan okumadır. Merkez’e doğru büyük bir özgüven ile haykırılan bir meydan okuma hem de.
Selçuk Küpçük - Dünya Bizim
Henüz yorum yapılmamış.