Sosyal Medya

Kürsü

Leyla İpekçi- Hangi savaştan bahsediyoruz?

Leyla İpekçi- Yeni Şafak



Sadece kan gölüne dönen Ortadoğu’dakinden mi? Bitince yeniden başlamayanı hangisi? Galibi belli olunca barışı sabit olarak tesis edebilen bir zafer türü var mı herkesçe kabul gören?
 
Bu sorular sonsuz sayıda çoğaltılabilir. Velhâsıl savaşı bizim dışımızda görmek gerçeğin üzerine örtü çekmek demek. Bu bir tür yabancılaşma hatta.
 
Savaşın insan ile kaim olduğunu ve kesintisiz devam ettiğini aslında eskiye oranla bugünün küresel tüketim ve iletişim kültüründe idrak etmemiz çok daha kolay. Çünkü bilgi çağı dediğimiz bu dönemde her şey kadar savaş da alenileşti.
 
Ama nasıl bir ilahi cümbüş ise savaşın bütün şiddetiyle devam ettiğini bizden perdeliyor bunca bilgi, bunca görsel veri, algı tasarımı, iletişim yöntemi. Peki ne oluyor? Savaş hep bizim dışımızda bir yerlerde devam ediyor!
 
Bizim medeni dünya olarak bir dahlimiz yok. Hiçbir suçumuz, gerekçemiz yok, zaten birilerinin savaşmasına vesile olma ihtimalimiz de yok. Elimizden ne gelir ki diyerek oturduğu yerden “ilkel, çaresiz, barbar” kitlelerin çatışmasını izleyen birer pasif dünya vatandaşıyız! Ancak bu şekilde nimetlerinden yararlanabiliriz bu küresel çağın.
 
***
 
İçimizdeki yangının ateşine savaşın nasıl yakıt taşıdığını görmediğimiz sürece oturduğumuz yerde kimleri kimlerle savaştırırsak savaştıralım, bu katliam bir gün sona erer mi sahiden? Ortadoğu kan gölü iken damarlarımızda vızır vızır dolaşan kan henüz oluk oluk toprağa akmamışsa nereye akar?
 
Kini, kibri, öfkeyi, hırsı, hasedi, şehveti, nefreti, iddialaşmayı, bencilliği, vurdumduymazlığı, yalancılığı, tamahı, kıskançlığı katledemediğimiz sürece hiçbir savaşın galibi olmayacağız. Ne içimizdeki ne dışımızdaki.
 
Birbirimizi katletmeye devam ediyorsak, asıl zaferlerin toprakta kazanılmadığını öğrenemediğimiz için.
 
Mazlum iken direnmek elbet hak. Ama zalimin saldırganlığı bu hakkın dosdoğru kullanımına da ket vuruyor büyük ölçüde. “Küçük savaştan büyük savaşa döndük” hadisinden mülhem, nefisle cihadın Mısri’nin dizelerinde yankısını bulduğu gibi: “Adavet kıma kimseyle, nefsin yeter sana düşman, ki asla senden ayrılmaz, ömür ahir olunca ta!”
 
Nihayetinde gerçeğimizin manası geçmişte de gelecekte de hep aynı sırrı mayalıyor: İçimizdeki kötü huylarla olan savaşımızı kazanmadan yeryüzünde hiçbir savaşın galibi olamayacağız.
 
***
 
Evet arzdaki arşa, yeryüzünde iken yâr yüzüne bakalım biraz da. Çünkü kelimelerin bir araya gelerek kast ettikleri manayı bir köşe yazısı boyunca yükseltme gayreti dahi bu savaşta bir mücadeleye delalet ediyor.
 
Gerçeğin ilmine talip olanlar için: Nefsimizi bilme niyetiyle aslımıza dönme ameli bu. Savaş evet nefsin teslim alınmasıyla sona eriyor. Selamete çıkılınca. Başka bir deyişle Müslim olunca, yani nefsini Müslüman edince.
 
Kötü huylarımızın müsebbibi kendimiziz. Suçu dışımızdaki düşmanlarda arasak da köklü çözüm atan el ile tutan elin bir olduğunu nefsimizle savaşırken kendi misalimizde öğrenmek, idrak etmek.
 
Buradan başlasak savaşa. Levhaya yazılırken devrede devrede getirdiklerimiz dışında ne var? Huy derken, içinde hu’yu barındırmıyor mu? Yani hepsi dahil! Yok edilecek bir düşman yok aslında. Peki kiminle ve nasıl savaşacağız?
 
***
 
Amaç düşman olarak gördüğümüz ne varsa kendimize dönüştürmek olsa. Savaştığının da kendin olduğunun idraki olsa. Yeryüzünde dökülen kanın ‘bir’ olduğunu ispat etmek mümkün olabilirdi.
 
Ayrılığın, çokluğun olmadığını ancak böyle sıcak savaş meydanında düşman askerleriyle boğuşurken anlayabilenler var muhakkak. Şahit olanlar, şehit olanlar. Biz ise oturduğumuz yerden düşmanlık çoğaltarak, fitne fesadı besleyerek nefsimizin kötü huylarını besliyoruz aslında.
 
Düşman olarak gördüğümüz kim varsa nefsimizden birer suret. Biziz bizzat! Manasını tabir etmemiz gereken gerçeğimiz bu. Çünkü başkaları diye baktığımız, onlara bakışımız yine ancak nefsimizi bildiğimiz kadar.
 
‘Ben’i başkalarıyla sınırlıyoruz. Nefsinin zaafları yerine bu kendi dışımızda bizi savaştırmaya aday gördüğümüz bahaneleri (başkalarını) düşman ilan ediyorsak: Onlarla (nefsimizin suretleriyle) kim bilir daha kaç devir mücadeleye devam edeceğiz?
 
Böyle biter mi savaş? Hangi savaş bitebilir ki böyle, nefsimizi rehin almadan?
 
***
 
Döktüğüm düşmanın kanı da benimmiş diye ispat edebilenler: Kanın ardındaki canın (nefsin) bir olduğunu, hepimizin tek bir nefisten yaratıldığını ki ayetten mülhem, müşahade edenler olmalı aynı zamanda.
 
Yani ‘kanlı yeryüzü’nde tabiri caizse yârin ‘can yüzü’nü görmüş olanlar. Celaldeki cemali.
 
İşte nefsine arif olanların ve savaş meydanında nefsini feda edenlerin zaferi! Evliyaullahın. Salihlerin. Hak dostlarının. Onların ‘diri’ olmaları ne müthiş bir iz sürme imkânı veriyor bize.
 
Yeryüzünde onca şiddetiyle savaşlar devam ediyorsa, düşmanı yendiğimizde savaş bitmiyorsa: Gerçek zaferi henüz kazanamadığımız içindir. Hz. Peygamber işareti vermiş işte: Medine’yi; kalbin nurlanmış şehrini kurunca Mekke’yi savaşmadan fethetmek mümkün.
 
***
 
İşte ‘büyük savaş’a niyet edip nefisleriyle gayret edenler, teslim olanlar, mürşid-i hakiki’yi bulup terbiye edilmeye talip olanlar bu zafere yürüyen yolcular şimdi. Yârin yüzünü görmeye bir başka deyişle kendi hakikatlerinin nuruna kavuşmaya aday olanlar…
 
Razı olmadan mutmain olmayacak gönül. Nefsin en alt mertebesinde kullandığımız küresel savaş dilinin sözcüklerine ne kadar miraç ettirebilirsek kalem de manayı o kadar geniş ve katmanlı ifade edebilecek.
 
Öyleyse gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırmaya niyet edenlere kelimeler azık olsun. Yazılanlar da dil de gerçeğe yaklaşacak, yaklaştıracak. Ta ki kalmaya düşman olacak kimse. Sonsuz çeşidin ve çokluğun içinde ‘bir’ olmaya.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.