Kültür Sanat
Osmanlıca mı, yoksa Osmanlı Türkçesi mi diyelim?
Follow @dusuncemektebi2
Esasında Osmanlıca tabirinin geçmişi 19. asrın ortalarına kadar uzanıyor. 1850’lerden sonra Osmanlıcılık tarz-ı siyâsetinin tesiriyle edebiyatı ve dili de tanımlarken Türk değil, Osmanlı kelimesinin tercih edildiği olmuş. Ekrem Sakar yazdı.
Aranızda baÅŸlığı okuduktan sonra “Ä°kisi de olabilir”, “Aralarında ne fark var ki?”, “Osmanlıca yanlıştır. Tabii ki Osmanlı Türkçesi!” diyenler oldu mu bilmiyorum. Yazmanın zevki biraz da burada, okuyucunun nasıl tepki vereceÄŸinin sürpriz olması. Benim soruya cevabım “ikisini de diyebiliriz” olacaktır. Aslında birincisi yanlış, ikincisi ise eksik. Yani aralarında doÄŸrusu ve tamı yok. Bundan ötürü bir de teklifim var ama öncelikle ÅŸu tabirlerin geçmiÅŸine bir göz atalım:
Osmanlıca ya da Osmanlı dili
Osmanlıca adlandırmasına karşı çıkanlar bu isimlendirmenin altında bir suiniyet arıyorlar ve bir dönemin ve zihniyetin tezahürü olduÄŸu iddiasındalar. Bir öteleme, unutturma, yok sayma politikasının gereÄŸi olarak uydurulduÄŸunu söyleyip Osmanlı'yı baÅŸka bir ulus gibi göstermek isteÄŸinden kaynaklandığını savunuyorlar. Elbette bir zamanlar yeni Türkiye’nin, Osmanlı’nın bir devamı deÄŸilmiÅŸ gibi gösterilmeye çalışıldığı ve ecdadın kendisi de dahil yapıp ettiklerinin hor görüldüÄŸü tarihi bir gerçek; ama mezkur adlandırma bundan kaynaklanmıyor. Esasında Osmanlıca tabirinin geçmiÅŸi 19. asrın ortalarına kadar uzanıyor. 1850’lerden sonra Osmanlıcılık tarz-ı siyâsetinin tesiriyle edebiyatı ve dili de tanımlarken Türk deÄŸil, Osmanlı kelimesinin tercih edildiÄŸi olmuÅŸ. Mesela milliyetçi aydınlardan Nâmık Kemâl’in meÅŸhur makalesi “Lisân-ı Osmânî’nin edebiyâtı hakkında…” diye baÅŸlar. Ali Emîrî (Osmânlı Târîh ve Edebiyât Mecmûası, sayı 2, s. 31) ve Ahmed Mithat (Osmânlıca Kırâat Kitâbı 1-2) gibi aydınlar da bu tabiri kullanmakta bir beis görmezler. Dahası Mehmed Salâhî’nin Kâmûs-ı Osmânî, Ali Nazîmâ ve Fâik ReÅŸâd’ın Mükemmel Osmânlı Lugati, Ahmed Cevdet’in Ä°lâveli Osmânlıca Cep Lugati gibi sözlüklerinde de Türkî deÄŸil, Osmânî sözcüÄŸü kullanılmıştır. Hatta Türkçeyi ilk kez Osmanlıca’nın dışında bağımsız bir dil olarak gördüÄŸü ve kabul ettiÄŸi söylenen Ahmed Vefik PaÅŸa bile sözlüÄŸüne Lehçe-i Osmânî adını vermiÅŸtir!
Peki, o zamanlar “Osmanlıca” ve aynı manaya gelen “lisân-ı Osmânî” (Osmanlı dili) tabirlerine karşı çıkan münevverler olmamış mı? Bittabi olmuÅŸ. ÖrneÄŸin bunlardan birisi olan Åžemseddîn Sâmî, “lisân ve cinsiyet müÅŸârünileyhin zuhûrundan ve bu devletin tesîsinden eskidir. Asıl bu lisânla mütekellim olan kavmin ismi ‘Türk’ ve söyledikleri lisânın ismi dahi ‘lisân-ı Türkî’dir” der. (“Lisân-ı Türkî (Osmânî)”, Hafta Mecmûası, I/12, s. 177-178) Nitekim kendi sözlüÄŸünde Osmanlıca maddesinde “Osmânlılara mensûb ve âid: Osmânlıca lisân” derken böyle bir adlandırmanın varlığını inkâr etmemekle birlikte sözlüÄŸüne Kâmûs-ı Türkî adını vermiÅŸtir. Zaten daha önceki yüzyıllarda kaleme alınmış yazma eserlere bakıldığında da hep “lisân-ı Türkî” tabirinin geçtiÄŸi görülecektir. Bu ÅŸekilde kullanmaya devam edenler de daima olagelmiÅŸtir. Mesela 1876 Kânûn-ı Esâsî’sinin 18. maddesinde “devletin lisân-ı resmîsi olan Türkçe” tabiri geçmektedir.
Dili tarif ederken Osmanlıca tabirinin kullanılmasında sadece siyasi rüzgârların etkili olduÄŸu söylenemez. Osmanlılarda kullanılan dil her zaman Türkçe, Arapça ve Farsçadan mürekkep bir lisan olarak görüldüÄŸü için “elsine-i selâse” (üç dil) olarak tanımlanmıştır. Ancak o zamanlar dilde Arapça ve Farsçanın tesiri ne kadar fazla olursa olsun Türkçe, söz dizimi baÅŸta olmak üzere milli olan özelliklerini daima muhafaza etmiÅŸtir. Ayrıca Osmanlı bir devletin ismidir ve diller hiçbir zaman siyasi hâkimiyetlerle mahdut kalmamışlardır; bu nedenle de Osmanlıca tabiri malum olduÄŸu üzere yanlıştır.
Osmanlı Türkçesi
Bu tabirler üzerine daha evvel yazılanlarda, Osmanlıca’nın yanlış olduÄŸunu belirtilmesine ve doÄŸrusunun Osmanlı Türkçesi olduÄŸunun dile getirilmesine raÄŸmen Osmanlı Türkçesi tanımlamasının noksan kaldığı üzerine bir ÅŸey söyleyenine tesadüf etmedim. Osmanlı Türkçesi dediÄŸimiz zaman Osmanlıların Türkçesini, yani Osmanlı’da konuÅŸulan Türkçeyi kastederiz ve bu ÅŸekilde dili, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin kuruluÅŸ ve dağılış tarihleri içine hapsetmiÅŸ oluruz. Dağılış tarihini esas almak belki bir derece mümkündür; zira sınırlar oldukça daralmış ve Türkçe konuÅŸan kitle daha küçük bir coÄŸrafyada yoÄŸunlaÅŸmıştır. Bunun yanı sıra dile harf inkılabı ve tasfiyecilik gibi keskin müdahalelerde bulunulduÄŸu için dil büyük bir baÅŸkalaşım geçirmiÅŸtir. Lakin Türklerin Anadolu’ya geliÅŸ tarihinden ta OsmanoÄŸullarının Türk beyliklerini bir çatı altında toplamasına kadar geçen sürede dildeki deÄŸiÅŸim oldukça yumuÅŸak ve tabiidir. ÖrneÄŸin böyle yaparsak beylikler döneminde yazılan Kur’an çevirileri, peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, nasihatnameler, tıpla, avcılıkla ilgili kitaplar ve rüya tabirleri gibi telif ve tercüme eserleri dışarıda bırakmış oluruz. Hacı PaÅŸa’nın AydınoÄŸlu Fahreddîn Îsâ Bey’e ithaf ettiÄŸi Åžifâü’l-eskâm ve Devâü’l-âlâm adlı tıp kitabından tutun da Ä°nançoÄŸulları beylerinin yazdırdığı Türkçe tefsirlere kadar birçok eser Osmanlılar Anadolu’da birliÄŸi saÄŸlamadan önce kaleme alınmıştır. Yani mesele Osmanlılıksa, Türkçenin en büyük ÅŸairlerinden olarak nitelediÄŸimiz Yunus Emre bile ÅŸiirlerini Osmanlı Türkçesiyle yazmıştır diyemeyiz.
Osmanlı Türkçesi tabiri, Türkçeyi sadece tarihi olarak deÄŸil, coÄŸrafi olarak da sınırlandırır. Sözgelimi “AÅŸkun ey dilber gönül tahtına ÅŸâh olmuÅŸdurur / Sûretün cân mülkine hurÅŸîd ü mâh olmuÅŸdurur” diyen Safevî devletinin kurucusu Åžâh Ä°smâîl’in Hatâî mahlasıyla yazdığı ÅŸiirlerin diline ne diyeceÄŸiz? “Vahdetün nûrı mıdur yâ âfitâb-ı sûretün / Cennetü’s-sevdâ mıdur yâ hâl-i sevdâsı lebün” diyen Karakoyunlu hükümdarlarından CihânÅŸâh’ın Türkçe ÅŸiirlerini nereye koyacağız? “Ne ihtiyâç ki sâkî vere ÅŸarâb sana / Ki öz piyâlesini verdi âfitâb sana” diyen Sâib-i Tebrîzî’nin beytini hangi dil olarak kabul edeceÄŸiz? Velev Sultân Süleymân BaÄŸdat’ı fethetmeseydi, yine en büyük ÅŸairlerimizden biri olan Fuzûlî, Osmanlı topraklarında yaÅŸamamış olacaktı ve yazdıklarına nasıl Osmanlı Türkçesi diyebilecektik? GörüldüÄŸü üzere Osmanlı Türkçesi tabiri bu cihetten de eksik kalmaktadır.
Türk dili ve grameri üzerine araÅŸtırma yapan Batılılar (Redhouse, Barker, A. Davids, C. Wells, Hagopian, J. Madden…) yaptıkları çalışmalara ya “Türk dili” ya da “Osmanlı Türkçesi” adını vermiÅŸlerdir. Yani bugün “Osmanlıca” diyenler dövülürken deÄŸnek vazifesi gören “Osmanlı Türkçesi” tabirinin Batılı araÅŸtırmacılar tarafından kullanılmaya baÅŸlandığını bugünkü adlandırma sorununu çözmediÄŸini söyleyebiliriz. Bu mevzuda dikkat edilmesi gereken nokta dilin ve malzemesi dil olan edebiyatın ([1]), siyasi devletlerin sınırlarını aÅŸan ve tamamen milli bir karakter taşımasıdır. Yani diÄŸer sanat dallarından bahsederken devlet esas alınıp “Osmanlı’da müzik”, “Osmanlı resmi” vs. tabirleri kullanılabilir. Keza kiÅŸiler baz alınıp “Osmanlı ÅŸairleri”, “Osmanlı’da müzehhipler” ÅŸeklinde tabirlerden istifade edilmesinde de bir sakınca yoktur.
Peki, ne diyelim?
Åžemseddîn Sâmî, yukarıda bir parçasını zikrettiÄŸimiz yazısında Orta Asya’daki devletleri kastederek “Bize kalırsa o aktâr-ı baîdedeki (uzak ülkelerdeki) Türklerin lisânıyla bizim lisânımız bir olduÄŸundan ikisine de ‘Lisân-ı Türkî’ ism-i müÅŸtereki ve beynlerindeki farka da riâyet olunmak istenildiÄŸi hâlde onlarınkine ‘Türkî-i Åžarkî’ ve bizimkine ‘Türkî-i Garbî’ unvânı pek münâsibtir” diyerek “Batı Türkçesi” tabirini önermiÅŸtir; gelgelelim bu, harf inkılabından ve dil devriminden önce yapılan bir tekliftir. Vakıa son yüzyıldır konuÅŸtuÄŸumuz Türkçe kuÅŸkusuz “Batı” ismini daha fazla hak ediyor. “Eski Türkçe” tabiri Göktürkler ve Uygurlar zamanında kullanılan Türkçeye, Orta Türkçe ise Anadolu’dakinin yanında Harizm Türkçesi ve Ä°dil Bulgarcası gibi uzak coÄŸrafyalardaki Türk dillerine de iÅŸaret ettiÄŸi için eski ve ortak kelimeleri de bu soruna bir çözüm getiremez. Teoman Duralı Hoca “klasik Türkçe” tabirini kullanır. Lakin bunu kabul edebilmek için dilin 16. asırdan evvel de klasik olma vasıfları kazandığının ve 18. yüzyıldan sonra klasiklikten uzaklaÅŸmadığının ispat edilmesi gerekmektedir. Benim bu meseleye yönelik naçizane teklifim “OÄŸuzca” olacaktır. Bazıları bununla Eski Anadolu Türkçesini kastederler fakat bencileyin Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti kuruluncaya kadar kullanılan dile kadar teÅŸmil edilebilir. Her ne kadar Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yılları arasında kullanılan dile kesin ayrım çizemesek de Arapça ve Farsça kelimelerin ve tamlamaların fazlalığı ve cümle uzunluÄŸu gibi belirgin farklılıklar sayesinde ne zaman sona erdiÄŸi hakkında aÅŸağı yukarı bir tarih biçilebilir.
Yazıyı sonlandırmadan ÅŸuna iÅŸaret etmemiz iyi olur: Hanedan esas alınarak dilin adlandırılması Osmanlı’ya özgü deÄŸildir. Karahanlıca, ÇaÄŸatayca, Uygurca, Göktürkçe vb. adlandırmalar da mevcuttur. Mamafih bunlar Osmanlıca kadar sorunlu deÄŸildir; çünkü mevzubahis edilen dönemsel dillerin kullanım alanı, o hanedanın sınırları altında yazılmış, belirli özellikler gösteren eserlerden ibarettir. Kimse bunları baÅŸka bir millet veya toplum olarak algılamaz ve hanedan isimlerinin yanlarına “Türkçesi” diye ilavede bulunmak lüzumsuzdur. Åžimdilik efradını cami, aÄŸyarını mani bir adlandırma öneren çıkmadığı için Osmanlıca, Osmanlı Türkçesi, Osmanlı Dili; istediÄŸimizi diyelim. Osmanlıca diyenlere de yanlış söylüyorsun diye kızmayalım. Adlandırma üzerine tartışmak yerine daha ziyade dilin kendisini öÄŸrenmek ve eski kitaplarımızı okumak bize çok ÅŸey katacaktır.
Ekrem Sakar/Dunyabizim
Henüz yorum yapılmamış.