Kürsü
Leyla İpekçi- İnsan: Akıp giden bir umman…
Follow @dusuncemektebi2
Leyla İpekçi- Yeni Şafak
Eski ÅŸarkılar eski kokular gibidir. Hatırlanmaya mahkûmdurlar. Gönül hafızasında hep derin dondurucuda dururlar. Bir sinyal alır almaz erimeye baÅŸlar, yüreÄŸinizi yakarlar kaldığı yerden. Geçenlerde gençliÄŸimin nefeslerinden biri, Charles Aznavour vefat ettiÄŸinde, eski ÅŸarkılara döndüm. Joe Dassin’lere, Moustaki’lere.
Yitip giden dünyanın sesini hatırladıkça anıların da benimle birlikte yaÅŸlandığını fark ettim. GençliÄŸimdeki biraz bohem, biraz romantik ruh halini yansıtan Fransız ozanlar bugünün küresel mega ÅŸehirlerinde ve sanal âlemlerde arÅŸivlik birer numune olarak kaldı. Devamı yok, çoktan karışmışlar bambaÅŸka iklimlere.
Fransızca; gençliÄŸimde ÅŸarkı söylediÄŸim, günlük tuttuÄŸum, ÅŸiir yazdığım, rüya gördüÄŸüm dil. Ozanlarıyla, filozoflarıyla, sosyologlarıyla. Anadilimde olgunlaÅŸacağım günlere gelene dek beni farklı kültürlerde gezdiren ilk yabancı dilim.
Evet, eski ÅŸarkılar sizi bir zamanlar olduÄŸunuz ve artık olmadığınız baÅŸka bir dünyaya taşırlar. Oraya dönersiniz ama dönen de bir baÅŸkasıdır artık. O ÅŸarkıları dinleyip söyleyen kiÅŸi, sanki sizden öte bir baÅŸkası gibi; deÄŸiÅŸen suların deÄŸiÅŸmeyen suyu gibi ıslatır durur yaÅŸlar yanaklarınızı.
Kap geniÅŸlemiÅŸtir muhakkak. Ben içindeki benlere her seferinde bambaÅŸka bir ben ile bitimsiz yolculuk! Ama yine de dökülür yaÅŸlar, geçip giden yıllar gibi.
*
70’li ve 80’li yıllarda Fransızcadan sonra Ä°ngilizceyle yaÅŸamış ve bambaÅŸka etkiler almıştım dünyanın ruhuna dair. John Lennon’ın Ä°magine ÅŸarkısıyla barışçı bir geleceÄŸe uçan kelebekler gibiydim bir dönem! Yine de hayatın anlamı üzerine ilk resmi dersimi lisedeyken felsefe hocamız Mösyö Piyer’den almıştım.
(Ki adını böyle Türkçe yazdırmıştır, daha önce de kalemimle andım onu baÅŸka vesilelerle.)
“Ama insan nedir” diye sorardı, elinde tebeÅŸir, kara tahtaya ruh sonsuzluk insan anlamına geldiÄŸini farz ettiÄŸimiz figürler çizer, karalardı. Cümlenin başındaki ‘ama’ vurgusu bana hep ilham verirdi. Sanki bizim sandığımızdan baÅŸka bir ÅŸeydir insan demek istiyordu. Kendisi bir rahipti, âşık olunca evlenmek istemiÅŸ, rahipliÄŸi bırakmıştı.
Dönem maddenin de mânâ olduÄŸunu bize unutturmuÅŸ iki kutuplu dünya dönemiydi. Dünya defalarca baÅŸka biçimlere, baÅŸka vakitlere evrildi, defalarca yıkıldı yapıldı içimizde.
Evet, bambaÅŸka bir dünya imiÅŸ. Sadece eski ÅŸarkılar deÄŸil, ÅŸarkıcılar, yüzler, ifadeler, vücut dilleri. Mesela Aznavuor alkışlar içinde sahneye gelip mikrofon elinde “daha dün 20 yaşındaydım” ÅŸarkısını pleybek yapmaya baÅŸlarken tıpkı aynı dönem bizdeki pop aranjmanları okuyan ÅŸarkıcılar gibi veya mesela Erol Evgin gibi sahnede hafifçe kıvrılarak dans etmeye baÅŸladığında ah dedim ah!
Artık bambaÅŸka bir dünyanın insanı olmuÅŸ hepsi. Ha Aznavour ha Evgin! Ama kalbimizde iz bırakmış ki, yeniden canlanabiliyor iÅŸte!
*
Evet, benim gibi kültürümüzün mayasındaki ilâhilerle türkülerle, KaracaoÄŸlan ÅŸiirleriyle, NeÅŸet ErtaÅŸ türküleriyle veya “sordum sarıçiçeÄŸe” sözleriyle deÄŸil de ÅŸansonlarla, Mozart’la Bach’la veya Ajda, Sezen, Hümeyra, Tanju Okan gibi ÅŸehir ÅŸarkıcılarıyla filan büyümüÅŸseniz insanlığın bütün farklı kültürlerini ‘yerli’ kılabiliyorsunuz.
Çünkü gönle aldıklarınız size ev oluyor, sizden oluyor, size has oluyor. Ve yine çünkü kalbe dokunan her ses, her ritim size muhatabınızın Hak olduÄŸunu hatırlatıyor. Sanatın ruhu iÅŸte! Artık ÅŸu gavur, bu ecnebi diye deÄŸil, ÅŸunu sevdim ÅŸu beni esinledi diye bakıyorsunuz.
Ve sonra da sevginizin ispatı geliyor hayatınızda. Mozart’tan aldığınız sesi romanınızda umulmadık kelime terkiplerine dönüÅŸtürebiliyorsunuz. Ya da Mısrî ve Yunus ilahilerini iÅŸitmeye baÅŸladığınızda ‘gizli hazine’nin kıymetini bilebiliyorsunuz.
Ä°lla gönlünüzdekilerle yazdırır çünkü size kendini bir roman. Ya da sanat diyelim, sizi esinleyen her ÅŸeyle oluÅŸmuÅŸ bir estetik terkiptir. Edebiyat kendi üst mertebelerinizin kelimeye bürünmüÅŸ suretidir.
Ä°nsan sevdiÄŸini içine alır, kendine katar ve o olur, dönüÅŸe dönüÅŸe. Buna kısaca aÅŸk diyoruz. Ana malzememiz, ana temamız çünkü aÅŸk. Hayatta da sanatta da. Hangi coÄŸrafyada, hangi millette kültürde yetiÅŸirse yetiÅŸsin hiç tanımadığınız bir sanatçı bazen sizdeki aÅŸkı alenileÅŸtiriyor, size iade ediyor manayı. Alırız, öper gönlümüze koyarız.
*
Yarım asrı devirmiÅŸseniz evet dünya usul usul çekilmeye baÅŸlıyor sizden. Bazen de hızla. Gençlerin tavırlarındaki umursamazlık, kendini verememe hali ve üÅŸengeçlik mesela çok yormaya baÅŸlıyor sizi. Kopuk iliÅŸkilerden, asosyal tavırlardan, ulu orta benlik kavgalarından ÅŸikâyet etseniz ihtiyar ve anlayışsız oluyor, hatta konu dışı kalıyorsunuz.
Dünyanın tınısı kaldığı yerden devam ediyor. Ama siz onun ritmine ayak uyduramıyorsanız derhal göze çarpıyorsunuz. Ve böyle birini gençler ancak idare ediyorlar, çok ciddiye almadan. Anlayın artık yaÅŸ ilerlemiÅŸ, “sizin zamanınız” bir daha geri gelmeyecek.
Ama tüm deÄŸiÅŸimlerinizi içinizde barındırdığınızı idrak edince geçip giden anıların da eski olmadığını anlıyorsunuz. Åžimdinin sonsuzluÄŸuna alıyorsunuz hepsini, bugüne dahil olan her geçmiÅŸ, geleceÄŸe akan bir deniz gibi, bütün zamanları birleÅŸtiriyor içinizde.
Varsın dünya hızla çekilsin karasularımdan diyorsunuz. Ä°çimden binlerce yıl geçiyor, on binlerce ırmak akıyor ummana.
Her birimizin gönlü kıyısız okyanus. DeÄŸiÅŸen akışların deÄŸiÅŸmeyen suyunda hayat gemisi süzülmeye devam ediyor. Ufukta bir yelkenli gibi. El sallıyorsunuz ama veda niyetine deÄŸil.
Çünkü damlanızdaki deryada yüzmeye baÅŸladıkça yelkenli de, deniz de, el sallayan sizin gibi ummana dahil oluyor. Evet insan akıp giden bir umman. Dünyaya sığar mıydı ki zaten!
Henüz yorum yapılmamış.