Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İslam Düşünce Tarihinde Hariciler

Her ne kadar tarihsel arka planı ile birlikte değişik hadise ve faktörler, Hâricîliğin doğup Müslüman toplumun ana bünyesinden kopuşuna zemin hazırlamış olsa da, Hâricîliğin müstakil bir fırka olarak ortaya çıkışı, Sıffîn Savaşı’nın gerçekleştiği ortamda mümkün oldu.



Bununla birlikte bu hareketin kökenlerini Hz. Osman döneminde ortaya çıkan siyasal ve sosyal geliÅŸmeler içerisinde görmemiz mümkündür. Bu yüzden Hâricîler, Müslüman toplumun ana bünyesinden koparak ayrışan ilk farklılaÅŸma hareketidir. Hakem Olayı’na Allah’ın hüküm verdiÄŸi bir meselede baÅŸkaları hakem yapıldığı için karşı çıkmışlar ve arkasından hem Hz. Ali ile hem de Emevîler ve Abbasîler gibi siyasal iktidarlarla çetin bir mücadeleye giriÅŸtiler. Özellikle iman konusundaki görüÅŸleri ile dikkat çeken Hâricîler’e göre büyük günah işleyen dinden çıkar ve bu günahı işleyen devlet başkanına itaat gerekmez. Yine özellikle halifeliğin (devlet başkanlığı) sadece Kureyş’in tekelinde olmayıp tüm Müslümanların bu makama gelebilme hakkına sahip olduğunu savunmaları, dikkate değerdir.

Emevîler ve arkasından Abbasîler dönemi, Hâricîler için bir teÅŸekkül dönemi oldu. Bu dönemde artık Hâricîlerin temel fikirleri ortaya çıkarak, Ezârika, Necedât, Sufriyye ve Ä°bâdıyye gibi ana grupları oluÅŸumunu tamamladı. Bu dönem, Hâricîlik fikrinin ana omurgasıyla teÅŸekkülü ve tarihsel geliÅŸimi açısından önemlidir. Bu süreçte her ne kadar dört ana grup ortaya çıkmış olsa da, Hâricîlik hareketi içerisinde iki ana damarın bulunduÄŸu görülür; Birincisi, Ä°slam toplumlarındaki Hâricîlik algısını önemli ölçüde ÅŸekillendiren Ezârika, diÄŸeri ise adeta bu algının içinde kaynayıp buhar olan Ä°bâdîlik ile diÄŸer ılımlı gruplardır. Ezârika, kendi görüÅŸlerini kutsallaÅŸtırırken kendisinden farklı olan gruplara tamamen kapıları kapamış, dışlayıcı ve ötekileÅŸtirici bir dil ile adeta ÅŸiddeti öne çıkaran kapalı bir model ortaya koymuÅŸken; Ä°bâdîlik baÅŸta olmak üzere diÄŸer gruplar ise daha ılımlı ve yumuÅŸak bir söylemle uzlaÅŸma ve fikir alışveriÅŸine açık bir yöntemi öne çıkardılar ve günümüze kadar yaÅŸama imkânını elde ettiler. 

Hâricîler’in Müslüman toplumlar üzerindeki etkileri uzun yıllar hissedildi. Aradan yüzyıllar geçmesine raÄŸmen hem zihniyet yapıları, hem de pratik uygulamalarıyla Müslüman toplumları ciddi anlamda etki altına aldıkları gözlemlenmektedir. Kendilerinin dışındaki her mezheple ÅŸu veya bu ÅŸekilde iliÅŸkileri olmuÅŸ, diÄŸer mezhepleri bazı konularda etkilediÄŸi gibi, bazı konularda da onlardan etkilenmiÅŸtir. Bu yüzden Batılı ve DoÄŸulu pek çok araÅŸtırmacının dikkatini çekmiÅŸ ve üzerinde ciddi çalışmalar yapma gereÄŸi duyulmuÅŸtur. HâricîliÄŸi ortaya çıkaran siyasal ve toplumsal koÅŸullar, araÅŸtırmacılar tarafından her zaman ilgi gördü ve üzerinde farklı yorumlar yapıldı.

Hâricîler’in Genel Yapı ve Özellikleri

Hâricî gruplar, Müslüman toplumların genel olarak yoksul, varlıksız ve bu yüzden hoÅŸnutsuz tabakalarından gelen kesimlerini oluÅŸturuyorlardı. Bunlar, Arap toplumunun geleneksel yapısı içinde sosyal ve ekonomik bakımdan en mahrum ve en alt düzeydeki toplumsal sınıflardan geliyorlardı.1 Ayrıca, toplumsal taban olarak ÅŸehirli olmayıp önemli ölçüde bedevî bir kültür ve yapıya sahip olmaları, onların hemen hemen tüm tarihlerine damgasını vuran önemli bir özelliktir. Bu yüzden onlar, çölde göçebe bir hayat yaÅŸayan ve medeni hayata intibak etme güçlüÄŸü çeken bedevî Arap karakterinin belirgin ögelerini bünyesinde taşımaktaydı. BedevîliÄŸin öne çıkardığı imaj, cahil, katı, sert ve inatçı bir insan tipidir. Bu yüzden olsa gerek, onlar da aynı özellikleri sergilemiÅŸlerdir. Ayrıca kendi içlerinde istikrarlı bir yapıları yoktu ve adaletsiz olarak algıladıkları siyasal sistemlere karşı sürekli bir ÅŸekilde mücadeleyi savunuyorlardı.

Hâricî gruplara bir bütün olarak bakıldığında, Ä°slam düÅŸünce tarihinde ortaya çıkan tepkisel din söylemi ile kabilevî zihniyetin ilk tipik temsilcilerinin onlar olduÄŸu görülür. Birer kabile toplumu ve kabile insanı olan Hâricîler, sert ve haÅŸin bedevi zihniyetinin dar kalıpları içerisinde kaldıklarından dolayı olsa gerek, tepkisel ve dışlayıcı bir din söylemini dillendiriyorlardı. Hâricî gruplar, genel olarak Müslüman toplumlardaki geliÅŸme ve ÅŸehirleÅŸme sürecine tepki gösterdikleri için de tepkisel bir söyleme sahiptiler. Öyle anlaşılmaktadır onlar, eski kültürlerinde direttikleri ve bu kültürden kopmayı istemedikleri için ÅŸehirleÅŸmeye ve yerleÅŸik hayata karşı çıkıyorlardı. Kitabi kültür ve sistematik düÅŸünceden yoksun oldukları için, olayları derinlemesine deÄŸil, yüzeysel ve basit bir ÅŸekilde analiz etmekteydiler. Câbirî’nin ifade ettiÄŸi gibi, “bedevînin dünyası, düÅŸünsel derinliÄŸi olmayan sade bir dünyadır”.2 Bu yüzeysel kültürün bir yansıması olarak farklı fikirlere ve eleÅŸtirilere tahammülleri yoktur; yine kendi fikirlerini baÅŸkalarına karşı dayanak ve argümanlarıyla savunmak yerine, ÅŸiddet ve baskı yoluyla benimsetmek eÄŸilimindedirler. Özellikle sözlü geleneÄŸe sahip, yerleÅŸik hayata geçememiÅŸ toplumlarda yetiÅŸen insanlarda bu eÄŸilimin son derece güçlü olduÄŸu görülür. Bu tavrın temelinde toplumsal alanda yaÅŸanan köklü deÄŸiÅŸime tepki göstermek vardır. Hızlı deÄŸiÅŸim, asabiyet ve katı dindarlık/taassup, bir araya geldiÄŸinde, artık tehlikeli politik/dini bir doktrinin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu nedenle olmalıdır ki, onların samimi olmaları ya da bol bol namaz kılmaları, Kur’an’ı yanlış ve aşırı biçimde yorumlamalarını engellememiÅŸtir. Onlar, yaptıkları aşırı yorumlarla Ä°slam’a giriÅŸi zorlaÅŸtırmış, çıkışı ise kolaylaÅŸtırmışlardı.3

Hâricî gruplar, siyasal konulardaki bakış açılarını Kur’an ayetleriyle temellendirmek suretiyle Kur’an’ı kendi görüÅŸleri doÄŸrultusunda yorumlayarak, siyasal tercihlerini iman alanına aktaran ilk toplumsal hareket olmuÅŸlardır. Bu yönüyle Ä°slam düÅŸünce geleneÄŸinde otoriteryen/baskıcı bir eÄŸilimin oluÅŸmasında ilk adımları atmışlardır. Ä°slam tarihinde köklü olarak kitlesel ÅŸiddete ilk baÅŸvuranlar, yine Hâricîler’dir. Bu yüzden ilk dönemlerde ortaya çıkan aşırı yorum, Hâricîlerin bir grubu olan Ezârika’dan gelmiÅŸtir. Ezârika, dinin temel kaynakları olan Kur’an ve sünnete parçacı bir mantıkla yaklaÅŸmış ve bunları literal ya da kategorik bir tarzda yorumlayıp bu çerçevede bütüncül olmayan bir anlayış geliÅŸtirmiÅŸtir. Kutsal metinleri kendi bütünlüÄŸü içerisinde deÄŸerlendiremeyiÅŸleri sebebiyle, Kur’an’ı yanlış anlamışlar ve bu bakış tarzı ve toplumsal psikoloji ile Müslümanlara karşı ÅŸiddete yönelmiÅŸlerdir.

Ä°slam DüÅŸünce Tarihinde Hâricîler

Pek çok tarihçi ve araÅŸtırmacı, Hâricîlerin doÄŸuÅŸunu Sıffîn Savaşı’nda yaÅŸanan tahkim hadisesiyle birlikte onların Hz. Ali’den ayrılmalarıyla iliÅŸkilendirir. Ancak ne var ki, HâricîliÄŸin ortaya çıkışının tek sebebi, Sıffîn savaşı ve bu savaÅŸ esnasında yaÅŸanan geliÅŸmeler deÄŸildir. Bu açıdan “HâricîliÄŸin doÄŸuÅŸunu yalnızca Sıffîn Savaşı ile açıklamak, arka plandaki diÄŸer nedenleri görmemizi zorlaÅŸtıracağından dolayı, Hâricîlerin doÄŸuÅŸ sürecinin doÄŸru anlaşılıp çözümlenmesine engel olacaktır”.4 Bu noktada Hakem Olayı, HariciliÄŸin ortaya çıkış sürecinde sadece zahiri bir sebep olarak görülebilir. Asıl sebepler, daha gerilerde Sıffin Savaşı, Cemel Savaşı, Hz. Ali’nin halife seçilmesi ve hatta Hz. Osman döneminde ortaya çıkan geliÅŸmelerle iliÅŸkilidir. Bu noktada HariciliÄŸin doÄŸuÅŸunun doÄŸru bir ÅŸekilde anlaşılabilmesi, Sıffîn Savaşı’ndan önceki hadiselere dönmeyi ve onları iyi analiz edebilmeyi gerektirir. Bu baÄŸlamda Hâricîlik fikrinin de ilk kez Hz. Osman aleyhtarı fitneden önce ortaya çıktığı ve bu isyan sırasında eyleme dönüÅŸtüÄŸü söylenebilir. Zira ilk Hâricîler’in bir kısmının bu isyana katılanlar arasında görülmesi, bu düÅŸünceyi teyit etmektedir. Zira Kûfe ve Basra’da bu karışıklıkları çıkaranlar arasında ilk Hâricî reisleri olan Zeyd b. Husayn et-Tâî, Åžureyh b. Evfâ el-Absî, Abdullah b. el-Kevvâ’ el-YeÅŸkûrî ile Hurkûs b. Züheyr es-Sa’dî gibi isimlerin bulunduÄŸu görülür.5

Hz. Ali döneminde müstakil bir siyasal grup olarak ortaya çıkışlarından itibaren Hâricîler, Müslüman toplumları meÅŸgul eden pek çok önemli soru ve sorunu gündeme getirmiÅŸlerdir. “Müslüman kimdir?”, “Müslüman toplumu nasıl bir toplumdur?”, “Müslüman toplumunun haklı lideri kim olmalı ve otoritesi nasıl gerçekleÅŸmelidir?” ve “Günahkâr bir fiile karşı Müslüman toplumunun tepkisi nasıl olmalıdır?” gibi temel sorular6, mahiyeti itibarıyla hem siyaseti, hem de dini ilgilendiriyorlardı. Bu yüzden Hâricîler, Ä°slam düÅŸünce tarihinde özellikle inanç konularıyla ilgili önemli tartışmalar baÅŸlatan ilk gruplardan biri olarak görülebilir.

 

Hâricî grupların içinde en aşırısı olarak kabul edilen Nâfî’ b. Ezrak (65/685) ve taraftarları, aşırı düÅŸünce tarzlarını sonraki süreçte gerek teori, gerek pratikte en uç noktalarına kadar götürmüÅŸlerdi. Bu grubun ayırt eden en önemli unsur, ÅŸiddetti ve ortaya konulan ÅŸiddet eylemleri, tekfir kuramlarının bir yansıması ve sonucuydu. Zira onlara göre Müslüman toplumu, saf mü’minlerden oluÅŸan bir toplum olmayıp içerisinde müÅŸrik olan insanlar bulunmaktaydı. Toshihiko Izutsu’nun da ifade ettiÄŸi gibi, büyük bir ihtimalle onlar, ÅŸirk kavramının asli etimolojik anlamını bir kenara bırakıp onu genellikle kışkırtmak amacıyla kullanmışlardı.7 Yine onlara göre, aynı bakış açısından hareketle, büyük günah iÅŸleyenler, artık küfür ve ÅŸirk sınırları içinde girdiklerinden dolayı Müslüman olarak kabul edilmedikleri için, Müslüman toplumunun dışına çıkarılmalıydı; hatta bu yüzden öldürülmeleri gerekiyordu. Öyle görünüyor ki Ezârika’nın anlam dünyasında büyük günah ile küfür birbirine eÅŸitti. Onlar, önemli ölçüde bedevî kültürün de bir yansıması olarak, büyük günahların teorik tahlili ve kavramsal yapısı ile uÄŸraÅŸmadıklarından, büyük günahın nasıl tanımlanacağı ile deÄŸil, büyük günah iÅŸleyenin başına neyin gelmesi gerektiÄŸi gibi pratik sonuçlarla ilgileniyorlardı.8

Ezârika’nın bakış tarzında Müslüman toplumun Kur’an üzerinde temellendirilmesi gerektiÄŸi gibi önemli ve önemli olduÄŸu ölçüde pratiÄŸe aktarılması güç bir anlayış vardı ve onlar bu zorlu anlayışı, pratiÄŸe aktarma sürecinde debelenip durdular. Hamid DabaÅŸî’nin ifadesiyle, bu temelin hangi kurumsal düzen içerisinde formüle edileceÄŸi ve ÅŸartlarının ne olduÄŸunu tam olarak ortaya koyamadılar.9 Bu, onlar için oldukça önemli bir problemdi ve onların hareket noktası, yukarıda ifade edildiÄŸi gibi, Müslüman toplumun temiz olmadığı ve saf olmayan unsurlar taşıdığı düÅŸüncesiydi. Dolayısıyla bu aşırı topluluÄŸun mücadelesi, kâfirlere karşı olmayıp özellikle ironik biçimde Müslümanlara yönelikti; çünkü onların esas meselesi, Müslüman olanlar ile olmayanlar arasında deÄŸil, Ä°slâm toplumu içindeki sahteler ve sahte olmayanlar, yani “saf mü’minler ile saf olmayanlar” arasındaki çeliÅŸkiydi. Böylece onlar, küfür misyonunu Müslüman toplum içine getirerek toplumla hesaplaÅŸma yoluna gittiler.10 Onlar, dar, grupçu ve katı anlayışlarını, “tek ve mutlak hakikat” sayarak bu sığ anlayışı, kitlelere zorla kabul ettirme çabası içine girdiler ve bu çabayla özellikle Emevîlere yönelik pek çok ayaklanmanın öncülüÄŸünü yaptılar.

Ezârika’nın başını çektiÄŸi Hâricî gruplar, dinin temel kaynakları olan Kur’an ve sünnete parçacı bir mantıkla yaklaÅŸmış ve bunları literal ya da kategorik bir tarzda yorumlayıp oldukça dar bir anlayış geliÅŸtirmiÅŸlerdir. Bu yüzden Kur’an ayetlerini kendi bütünlüÄŸü ve baÄŸlamı içinde deÄŸerlendirememiÅŸlerdir. Ezârika, bu yüzden dar bir çevreye hitap etmiÅŸ ve sürekli radikal bir tutum içinde katı çözümler üretmiÅŸtir. DoÄŸal olarak, varlığını uzun süre devam ettirememiÅŸ, düÅŸmanları olan Emevîler tarafından ortadan kaldırılmışlardır.11

Hâricîler’in diÄŸer bir grubu olan Necedât ise, Ezârika’nın aksine, temel Hâricî anlayışları korumakla birlikte, daha ılımlı bir bakış tarzını ortaya koymuÅŸ, bu noktada Necde b. Âmir (72/691), Nâfî’ b. Ezrak’a göre daha mutedil bir çizgi oluÅŸturmaya çalışmıştı. Bunu onun, Nâfî’ b. Ezrak’a yazdığı mektuplarda ifade ettiÄŸi görüÅŸlerde görmek mümkündür. Zira Necde, Hâricîler arasında farklı tartışmaların yapıldığı bir dönemde Ezârika’dan ayrılmıştı. Åžöyle ki o esnada Hâricîler, “kendilerinden olmayan kadın ve çocukları öldürmek, doÄŸru bir ÅŸey mi? Ä°nanan ya da inanmayanların çocuklarının öteki dünyadaki durumu ne? Onlar, dost mu ya da düÅŸman olarak mı görülmeli? Onlar, cennete mi, ya da cehenneme mi gidecekler? Hâricî olmayanlardan miras almak ve Hâricî olmayan bir kadınla evlenmek doÄŸru ve meÅŸru bir ÅŸey mi? Tanımadığın kiÅŸinin arkasında namaz kılınabilir mi? Ä°nanmayan müÅŸrikleri korumak, zorunlu bir ÅŸey mi, yoksa deÄŸil mi? Zorunlu deÄŸilse, nerede zorunlu deÄŸil?” gibi soruları gündeme getirip kendi aralarında tartışıyorlardı.12

 

Hâricîler, kendi aralarında bunları tartışırlarken Necde b. Âmir, Ezârika’ya göre daha ılımlı görüÅŸler ortaya koydu. Necde, kendilerinden ayrılarak hicret edenlerin, Ezârika’nın iddia ettiÄŸi gibi münafıklar gibi olmadığını; aksine onların da, Müslümanların haklarına sahip olduÄŸunu, bu yüzden onlar için muhacirlerin hukukunun geçerli olduÄŸu söylemiÅŸtir. Bu durumda Necde’ye göre, onların can ve mal güvenliÄŸi de bulunmaktaydı. Yine Necde, insanların iÅŸledikleri bireysel günahlarından ötürü toplumdan dışlanmamaları gerektiÄŸi kanaatindeydi. Ona göre, ancak günahta ısrar etmekten dolayı insan, müÅŸrik olur. Dolayısıyla bir günah iÅŸleyip onda ısrar etmeyen kimse Müslüman’dır.13 Ayrıca Necde, biraz da geniÅŸ topraklara hükmetmeleri sebebiyle, yaÅŸanan hayatın karmaşıklığını fark etmiÅŸ ve Kur’an’daki esasların özel durumlara uygulanmasında ictihada duyulan ihtiyacı kabul etmiÅŸtir.14 Onlar, iman-küfür ve iman-amel iliÅŸkisi, büyük günah meselesi, kaade, takıyye ve imamet/siyasal otorite meselesi gibi konularda daha makul görüÅŸler ortaya koyarak süreç içerisinde sosyalleÅŸmeye ve diÄŸer Müslümanlar ile uzlaÅŸmaya doÄŸru giden bir deÄŸiÅŸim çizgisini temsil etmiÅŸlerdir. Bu noktada Necde b. Âmir’in dinde temel esaslar ile fer’î esaslar arasında ayrım yapması da oldukça önemli bir bakış açısını yansıtmaktadır.

Hâricîler içerisinden çıkmış olan gruplardan Sufrîler, kendi içlerinde tartışılmış olan teorik konuların geliÅŸtirilmesine Necedât’tan daha ileri düzeyde katkı saÄŸladılar, bu yüzden “Hâricîler’in nazariyatçıları” olarak adlandırıldılar. Zira onların içinde inanç esaslarını sistemli bir ÅŸekilde açıklamayı deneyen ilk grup, Sufrîler’dir. Yine Sufrîler, Kuzey Afrika’da Midrârîler15 isimli bir devlet kurarak siyasal anlamda önemli bir tecrübe yaÅŸamışlardır. Sufrîler, mezheplerinin geliÅŸme dönemlerinde Kuzey Afrika’da Ä°bâdîler’le bir takım mücadeleler içine girdiler; bu süreçte bazıları, Ä°bâdıyye’nin görüÅŸlerini benimseyerek Ä°bâdîlik içerisinde varlıklarını sürdürdüler. Ayrıca bazı Sufrîler, Kuzey Afrika’nın kırsal kesimlerinde günümüzde de yaÅŸamaktadırlar.  

Hâricîlerin diÄŸer bir grubu olan Ä°bâdîler, Hâricîler arasında ılımlı görüÅŸleri ile tanınmaktadırlar. Bu yüzden olsa gerek Hâricî gruplar arasında tarih boyunca varlıklarını sürdürerek günümüze gelmiÅŸlerdir. Kur’an’la birlikte sünneti, Ä°slam dininin en önemli temel kaynağı olarak kabul eder.16 Ä°bâdîler’e göre, kendileri gibi düÅŸünmeyen ve kendilerine muhalif olan diÄŸer Müslümanlar, müÅŸrik deÄŸillerdir. Zira onlar, Allah’ın varlığını ve birliÄŸini benimseyip Allah’ın kitabını ve Hz. Peygamber’i kabul ederler. Ä°bâdîler, bu noktada diÄŸer Müslümanların Allah’ı inkar etmedikleri, sadece O’na karşı görevlerinde kusur iÅŸledikleri için nimet küfrü içinde olduklarını düÅŸünürler.17 Ä°bâdîlerin bu görüÅŸlerinde diÄŸer Müslümanlarla bir arada yaÅŸama tecrübelerinin ciddi anlamda etkisi olduÄŸu anlaşılmakta olup bu yüzden çeÅŸitli münasebetler kurmuÅŸlardır.   

Ä°bâdîler, Hâricî mezhepleri içinde düÅŸüncelerini geliÅŸtirip sistematize etmeyi baÅŸaran en önemli mezheptir. Bu yüzden onlar, karşılaÅŸtıkları problemlerin çözümü için kendilerine özgü bir usûl geliÅŸtirmiÅŸlerdir. Bu baÄŸlamda, öncelikle Kur’an ve sünnete baÅŸvurmayı tercih etmiÅŸler; burada bulamadıkları çözümü, Câbir b. Zeyd (93/712), Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme (145/762) ve Rabî’ b. Habîb (175-180/791-796) gibi mezhebin önemli isimlerinin görüÅŸlerinde aramışlar; eÄŸer bunlarda da tatmin edici bir çözüme ulaÅŸamazlarsa, Ebû Hanîfe ve Åžâfiî gibi Sünnî alimlerin görüÅŸlerine baÅŸvurmuÅŸlardır.18 Ä°bâdîler, Kuzey Afrika’da Abdurrahman b. Rüstem öncülüÄŸünde Rüstemîler Devletini kurdular19, ilerleyen dönemlerde hem Ä°slam dünyasının ana gövdesini teÅŸkil eden Sünnîler’e daha yakın oldular, hem de kendilerine özgü itikâdî ve fıkhî sistemlerini devam ettirme imkan ve ÅŸansına sahip olmuÅŸlardır. Ä°bâdîler’in günümüzdeki temsilcileri, Umân baÅŸta olmak üzere Cezayir, Tunus ve Libya gibi Kuzey Afrika ülkelerinin merkezden uzak kırsal bölgeleri ile Sudan, Mali, Madagaskar, Tanzanya ve Zengibâr gibi bölgelerde, hatta az sayıda da olsa Irak ve Mısır’da yaÅŸamaktadırlar.

Sonuç

Ä°slam tarihinde Müslüman toplumun ana bünyesinden koparak ilk farklılaÅŸma hareketini oluÅŸturan Hâricîler, baÅŸlangıçta siyasal bir hareket olarak ortaya çıktılar, daha sonra ise kendilerine özgü itikadi görüÅŸler ortaya koyarak müstakil bir fırka oluÅŸturdular. Hâricîler, hem siyaset hem de özellikle iman alanındaki görüÅŸlerini süreç içerisinde kendilerine özgü biçimde harmanlayarak itikâdî alana taşıdılar. Emevîler döneminde özellikle Kûfe ve Basra gibi önemli ÅŸehirlerde ciddi biçimde faaliyetlerini sürdürdüler; Emevîler’in yıkılmasından sonra aynı ÅŸekilde Abbasîler döneminde faaliyetlerini devam ettirdiler. Bu dönemde Hâricî gruplar, artık merkezi yerlerden çekilerek kırsal bölgelerde bir muhalefet hareketi olarak varlıklarını sürdürmüÅŸlerdir.

Esasında Hâricîlik, Ä°slam toplumunda ortaya çıkan sosyo-kültürel deÄŸiÅŸime ve ÅŸehirleÅŸme sürecine uyum saÄŸlayamayan bedevi unsurların yeni geliÅŸmelere yönelik sosyo-psikolojik tepkilerini ifade eder. Bu yüzden daha çok bedevî unsurlar arasında zemin bulan Hâricî fırkaları, ilk ortaya çıktıkları ÅŸekilde günümüze gelememiÅŸ olup kendi içlerinde pek çok deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸramıştır. Hâricîlerle ilgili eserlerde onlar, sürekli dinî ve siyasî konularda aşırı görüÅŸ ve uygulamalarıyla ön plana çıkan bir fırka olarak tanıtılmıştır. Oysa Hâricîlerin hepsi aynı niteliklere sahip olmayıp, tüm gruplarını aynı kategoride deÄŸerlendirmek, doÄŸru ve bilimsel bir bakış açısı deÄŸildir. Çünkü içlerinde Ezârika gibi çok sert, katı ve ÅŸiddet yanlısı bir fırka bulunduÄŸu gibi, daha esnek bir karakter ortaya koyup yumuÅŸak bir dil ve söyleme sahip olan gruplar da vardır. Bu gruplar içerisinde Ä°bâdîler gibi ılımlı bir fırka bulunmaktadır. Ä°bâdîler, mutedil bir tavır içerisinde olup tavır ve tutumlarını daha çok meÅŸru zeminlerde ifade etme ve ortaya koyma eÄŸilimindedirler. Onlar, aşırı Hâricî görüÅŸlere her zaman karşı çıkmış, bu yüzden diÄŸer Hâricî fırkalarına nispetle uzlaÅŸmaya ve fikir alışveriÅŸine daha açık bir tavır sergilemiÅŸlerdir. Ä°ÅŸte onların Ezârika gibi ÅŸiddet yanlısı aşırı fırkaları tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolurken; Ä°bâdîler ile Sufrîler, ılımlı ve uzlaÅŸmaya açık yapılarından dolayı varlıklarını sürdürerek günümüze gelmiÅŸlerdir.

Kaynak: Harun Yıldız - Beyaz Tarih

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.