İlber Ortaylı: O gün herkesin elinde Amerikan bayrağı vardı
İsmet İnönü'nün iki taraflı denge politikası izlediğini belirten Ortaylı, "İsmet Paşa Almanları sevmedi, İngilizlere fazla bayıldığını da söylemek mümkün değil ama yeri geldiğinde tercih etmiştir. Stalin Rusyası’yla gerildiğinde Batılılara daha çok yanaştı ama bu birlikte harbe girecek ölçüde olmadı" diye yazdı.
Ortaylı'nın Hürriyet'teki yazısı ÅŸöyle:
1962 yılı aÄŸustos sonunda büyük popülarite sahibi John F. Kennedy’nin baÅŸkan yardımcısı Lyndon B. Johnson geldi. Kendisini karşılayan BaÅŸbakan Ä°smet PaÅŸa’ydı. Ortalık yıkıldı. Ulus yine doluymuÅŸ, konvoy zor ilerliyor dediler. Ä°smet PaÅŸa’nın elinde iki bayrak, arabada dikildiÄŸi yer Ä°ÅŸ Bankası’nın önüdür. Johnson’ın da elinde iki bayrak vardı.
BENÄ°M çocukluÄŸumda ve ilk gençliÄŸimde Ankaralıların meÅŸgalelerinden birisi de dünyanın dört bir köÅŸesinden gelenleri karşılamaktı. Devlet ve hükümet baÅŸkanları sadece komÅŸu ülkelerden deÄŸil, artık uzaktan bile gelmeye baÅŸlamıştı. Birinin abartmasını hatırlıyorum: “Bir Çin’den geliyorlar, bir Maçin’den”. Ä°lkokuldayken Çankaya’da Pembe KöÅŸk’ün önüne dizildik. Bunun için ÅŸehrin ta öbür ucundan getirilmiÅŸtik. Ellerimize Irak bayrakları verdiler. Birkaç yıl sonra feci bir akıbete uÄŸrayacak olan genç kral Faysal, Celal Bayar’ın arabasında önümüzden geçti. Masallardaki çocuk kral imajımıza uygundu. Elimizdeki Irak bayrağını salladık. Dwight D. Eisenhower geldiÄŸinde Ankara’da yoktum. Yer yerinden oynamış. O zamanlar Türkler arasında Amerikan hayranlığı doruktaydı.
HERKESÄ°N ELÄ°NDE AMERÄ°KAN BAYRAÄžI
Ä°ran Åžahı Rıza Pehlevi geldiÄŸinde millet Prenses Süreyya’yı görmek için yollara döküldü. Hâlâ sebebini anlayamadım; arkada bir arabada ReÅŸide Hanım’la veya Adnan Menderes’le gelebilecekken Ä°ran Åžahı, Prenses Süreyya ve Celal Bey’le makam arabasının arkasına sıkışmışlardı. Yine elimizde bayraklar vardı. Kavaklıdere’nin üst kısmına okullar dizilirdi. Kızılay ve bugünkü Millet Meclisi arasındaki yolun iki kenarına gönüllü karşılayıcı yığılırdı. Keza EsenboÄŸa’dan yola çıkan konvoyu Dışkapı, Ä°smetpaÅŸa ve Ulus’ta da karşılayanlar çok olurdu. 1962 yılı aÄŸustos sonunda büyük popülarite sahibi John F. Kennedy’nin baÅŸkan yardımcısı Lyndon B. Johnson geldi. Kendisini karşılayan BaÅŸbakan Ä°smet PaÅŸa’ydı. Ortalık yıkıldı. Ulus yine doluymuÅŸ, konvoy zor ilerliyor dediler. Ä°smet PaÅŸa’nın elinde iki bayrak, arabada dikildiÄŸi yer Ä°ÅŸ Bankası’nın önüdür. Johnson’ın da elinde iki bayrak vardı. Konvoy Kızılay’a geldiÄŸi zaman seyirciler arasında ben de vardım. Gerçi millet Johnson’dan çok Ä°smet PaÅŸa’ya tezahürat yapıyordu. Ankara o tarihlerde ÅŸiddetli CHP taraftarıydı. Ä°smet PaÅŸa hatta yer yer tezahüratı kesiyordu. Ä°kisi de arabada dikilmiÅŸti, çünkü araba ilerleyemiyordu. Herkesin elinde Amerikan bayrağı vardı.
UÄžURSUZ BÄ°RÄ° DÄ°YE BAKILIYORDU
Ä°ki yıl sonra Ä°nönü, ünlü sözünü etti; bu sefer baÅŸkan olan Johnson’un mektubu ölçüyü taşırmıştı. Zaten uÄŸursuz biri olarak bakılıyordu. Sevilen Kennedy’nin arkasından gelmiÅŸti. Fail-i meçhul cinayetin arka planındakileriyle bir arada ismi anılıyordu. DoÄŸruyu yalanı kim bilebilir. Kıbrıs meselesi için yazılan tehditkâr, küçümseyici ve sınırlayıcı ifadeli mektuba karşılık Ä°smet PaÅŸa da ünlü lafını etti: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır.” Bir müddet sonra yeni dünya kuruldu mu bilmiyorum. Ä°smet PaÅŸa dış seyahat için Amerika’dayken koalisyonun Yeni Türkiye Parti’sinden (YTP) ortağı Ekrem Alican ve arkadaÅŸları istifa edip koalisyonu dağıtıverdiler. Sadece bakanlarından Fahrettin Kerim Gökay istifa etmemiÅŸ ve YTP’den ayrılmıştı.
ALMANLARI SEVMEZ Ä°NGÄ°LÄ°ZLERE BAYILMAZDI
Ä°smet PaÅŸa Almanları sevmedi, Ä°ngilizlere fazla bayıldığını da söylemek mümkün deÄŸil ama yeri geldiÄŸinde tercih etmiÅŸtir. Stalin Rusyası’yla gerildiÄŸinde Batılılara daha çok yanaÅŸtı ama bu birlikte harbe girecek ölçüde olmadı. Yakın çalışma arkadaşı olan Numan MenemencioÄŸlu gibi diplomatlara alenen Alman partisinde partizan rolü oynamayı telkin ettiÄŸi anlaşılıyor. En azından dönemi inceleyen Selim Deringil’in kitabında bu böyle açıkça görülüyor (Denge Oyunu-2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası). Zaten Numan MenemencioÄŸlu niçin Almancı olsun ki? Böyle bir altyapısının bulunması için ne Cihan Harbi’nde onlarla müttefik olmuÅŸtu ne de Alman kültürüne yakınlık duyan Türklerdendi. Her ÅŸey bir mizansendi. Ä°smet PaÅŸa NATO’ya girmeyi hatta savaÅŸtan sonra herkes kadar istedi ama su söz doÄŸrudur: “Almak istediler de girmedik mi?”
TARÄ°HÄ°MÄ°ZÄ°N EN RENKLÄ° YALPALAMA DÖNEMÄ°NDEYÄ°Z
Dünün politikası bugünkü politika deÄŸildir. Türkiye en azından 30 senedir baÅŸka yerlerde geziniyor. Aslında tarihimizin en zor, en renkli yalpalama dönemindeyiz. Türkiye deÄŸiÅŸiyor, dış politikası da deÄŸiÅŸiyor. Bir zamanlar bizim Amerikancı diye bağırdığımız, “Morrison” adını taktığımız Süleyman Demirel hakkında 1971-1972 yılında yazılan, Avusturya’daki DoÄŸu Enstitüsü’nde Sosyalist ülkelerin raporlarını okurken hayretle gördüm. Amerika’nın nüfuzunu silen, sosyalist bloka yakınlaÅŸan bir lider olarak kutsanıyordu. Demek ki çok dengeli bir politika dönemine epeydir girilmiÅŸti.
Yakın tarihte fazla uzaklaÅŸmak doÄŸru deÄŸil. O günü o günde bırakmak lazım.
TROYA MÜZESÄ° KUTLU OLSUN
1795’te ünlü Alman edebiyat tarihçisi ve filolog Friedrich August Wolf, “Prolegomena ad Homerum” yani “Homer’e Mukaddime” adlı eserinde “Ä°lyada” ve “Odisseas” gibi bir eserin Homer’e ait olmadığını, muhtelif ÅŸairler tarafından söylenmiÅŸ mitlerden yani naÄŸmelerden oluÅŸtuÄŸunu belirtir. Bu tez çok tutunmuÅŸtu. Taraftarlarına “Åžarkı Avcıları” (Lied Jaeger) denirdi. Yalnız çok ironik olan bir ÅŸey Homer’den bile ÅŸüphe eden Wolf’un Ä°skoç destanı “Ossian”ın gerçekten eski bir eser olduÄŸunu ve bilinmeyen bir ÅŸairin çok kuvvetli olduÄŸunu ifade etmesi olmuÅŸtur. Oysa “Ossian” adlı Ä°skoç epopesini sözde bulanlar deÄŸil yazanlar Macpherson kardeÅŸlerdi deniyor.
GENÇ TUNÇ ÇAÄžI
Heinrich Schliemann adlı Baltık Almanı bir çocuk hiçbir iyi mektep görmediÄŸi halde ve bir yerlerde erkenden çalışmaya baÅŸlamasına raÄŸmen Yunanca, Latince gibi eski dilleri büyük bir merak ve hızla öÄŸrenmiÅŸti. O Homer’i okumayı seviyor ve ona inanıyordu. Troya Savaşı da bilinmeyen bir menkıbe deÄŸil gerçek olmalıydı. Bizim Hisarlık Tepe’den birçok Avrupalı seyyah bahsetmiÅŸti. Oraya “Troya” diyorlardı. Bu bir höyüktü. Hatta Çanakkale’deki konsoloslardan Frank Calvert orada baÅŸarısız ve kısa bir kazı yapmıştı. Schliemann aynı yerde kazılara devam etti. Katman katman bir ÅŸehir çıkıyordu. Bu katmanları yeterince anlayıp deÄŸerlendirecek bir arkeolojik bilgiye sahip deÄŸildi. Zaten 1870’lerde çok kimsenin bu konularda derinliÄŸi olduÄŸu söylenemez. Üsten alta yedinci katmana gelindiÄŸi zaman iÅŸçilerden gizli bir ÅŸekilde Troya Savaşı’nı yapan Kral Priamos’un altın eserlerine rastladı. Bunlar Anadolu’nun genç tunç çağına ait altın gümüÅŸ karışımı elektron eserlerdi.
‘ÅžARLATAN’ DEDÄ°LER
Eserleri Atina Müzesi’ne kabul ettiremedi. Var olan eski eserler mevduatına göre izin almış fakat ahde vefa etmemiÅŸti. Hükümete haber vermeden eserleri kaçırmıştı. Çaresiz Rusya’ya baÅŸvurdu. Ermitaj Müzesi’nin yetkilileri ne akademik ne de profesör olmayan bu adamın getirdiklerine inanacak deÄŸillerdi. “Åžarlatan” diye deÄŸerlendirildi, eserler alınmadı. Almanya’ya sattı. Berlin müzelerinde bulunan bu Troya hazinesi (Katiyen Kral Priamos deÄŸil, sözü edilen Truva Savaşı’ndan daha önceki bir döneme aittir) Ä°kinci Dünya Savaşı’nda bütün Berlin müzelerindeki eserler gibi zarar gördü. Neyse ki Almanların Rusya’da yaptığı yaÄŸmaya karşı çok hırslı olan Stalin’in emriyle Berlin’e giren Kızıl Ordu bu gibi eserleri alıp taşıdı.
PUÅžKÄ°N’DE UYUDULAR
Moskova’da PuÅŸkin Müzesi’nin bodrumuna konan ve beÄŸenilmedikleri için sergilenmeyen Matis ve Picasso’yla birlikte 50 yıllık bir uykuya yattı. Ancak Sovyetler BirliÄŸi deÄŸiÅŸime uÄŸradıktan sonra bu eserlerin orada olduÄŸu açıklandı ve orada kalıyor. Bence PuÅŸkin Müzesi çok iyi bir müze, turları ve uzmanları iÅŸlerini seven bir grup. Çok ziyaretçisi var. Almanlara sorsanız hangi hakla kendilerine isteler ama oralara girmesinin hiç de doÄŸru bir tarafı yok. Schliemann ortalama Alman’ın gözünde unvanlı bilim adamlarını yapamadıkları kadar büyük bir keÅŸif yapan, kendini yetiÅŸtiren gayretli bir halk çocuÄŸuydu. O dünyanın dışındakiler Schliemann’ı böyle deÄŸerlendirmiyor ama önemli biri olduÄŸu doÄŸru.
TALÄ°HSÄ°Z KAZILAR
O kadarla kalınsa iyi, yeni Schliemann adayları da çıkıyor. Bundan 30 sene evvel UNESCO’da milli komisyondayken Adıyaman Nemrut’a yaptığımız bir gezide karşımızda Hollandalı bir iÅŸadamı çıktı. Kendince bir vakıf kurmuÅŸ, bakanlara ve ilgi kiÅŸilere o vakfın amblemlerini ve ÅŸiltlerini veriyordu. Nemrut’ta kazı yapmak istiyordu. Mıcır gibi taÅŸlarla yükseltilmiÅŸ, örtülmüÅŸ mezar odalarının başına neler geleceÄŸini ve heykellere ne olacağını söylemeye gerek yok. Bazen böyle efsaneleÅŸmiÅŸ adamlar özenti kahramanlığa da yol açabiliyorlar.
Troya kazılarının talihi çok iyi gitmemiÅŸtir. Son olarak Manfred Osman Korfmann ve bugün de Rüstem Aslan Troya kazılarını bir hayli yola koydular. Daha iyi bir kalıntı haline dönüÅŸtü, gezenler daha iyi anlıyorlar ve asıl önemlisi 10 Ekim 2018 günü, Çanakkale Merkez ilçesine baÄŸlı Tevfikiye köyünde Troya Müzesi binası orijinal ve bir zengin müze olarak açıldı. Kutlu olsun.
Henüz yorum yapılmamış.