Kürsü
Mustafa Öztürk- Felsefî düşünce alanında cari açık sorunumuz
Follow @dusuncemektebi2
Mustafa Öztürk- Karar
Epey zamandır bu köÅŸede dinî konularla ilgili yazılar pek yazmıyorum. Çünkü artık din konusunun haraç-mezat alınıp satılan bir metaya dönüÅŸtüÄŸüne, bu konuda sürekli konuÅŸmanın bir nevi lafazanlık anlamına geldiÄŸine, özellikle sükseli vaaz retoriklerinin yorgunluk ve usanç ürettiÄŸine inanıyorum. Bu yüzden, son zamanlarda doÄŸrudan doÄŸruya dinî konularla ilgili yazılar yazmaktan mümkün mertebe imtina ediyorum. Daha önceki birkaç yazıda ölüm, hüzün gibi konular üzerinde durmam bizi seven birçok insanın, “Hoca ilmî alanla ilgili çalışmaları askıya almış olmalı…” mealinde bir endiÅŸe ve kaygıya sevk etmiÅŸ görünüyor. Bu vesileyle belirtmek isterim ki ilmî çalışmalarımda duraksama veya askıya alma gibi bir durum söz konusu deÄŸil… Bilakis tefsir çalışmasıyla ilgili meÅŸguliyet kesintisiz olarak devam ediyor; hatta kimi zaman sabahlara kadar tefsir çalışması sürüyor. Üstelik tefsirin ilk cildi -inÅŸallah- bu ayın sonlarına doÄŸru okuyucuyla buluÅŸuyor. Ama takdir edersiniz ki sürekli olarak aynı konu üzerinde çalışmak hem zihnen hem bedenen yorucu ve yıpratıcı oluyor. Hele bir de atak hâlindeki hastalıklarınız sizi her dem hırpalıyorsa, iÅŸte o zaman tükenmiÅŸlik sendromu baÅŸ gösteriyor. Hem bu sendromun üstesinden gelmek hem de ilmî çalışmaların zihnî yorgunluÄŸunu kısmî olarak hafifletmek için hayata ve insanlık hâllerine dair yazılar yazmak az çok rahatlatıcı oluyor.
***
Hayata dair yazılarımdaki genel muhtevanın sözgelimi Dale Carnegie’in “Üzüntüyü Bırak YaÅŸamaya Bak” kitabına uygun ÅŸekilde deÄŸil de insan ruhunun sancılarına ve sıkıntılarına parmak basıyor olması temelde fıtrî yapım ve hayata pesimist bakışımla alakalıdır. Aslında insanoÄŸlunun hayata gözlerini açmaya ve yaÅŸamaya mecbur/mahkûm kılınmış bir varlık olması, varoluÅŸ hikâyemizi en başından sorgulamaya açık hâle getiriyor ve tam bu noktada derin anlam arayışı baÅŸ gösteriyor. Åžayet varlık ve hayat konusunda anlam boÅŸluÄŸu oluÅŸmuÅŸ ve bu boÅŸluk doldurulamamışsa, nihilist savrulmalar kaçınılmaz hâle geliyor. Sanırım sayısız insan varlık ve hayat konusunda bu tür savrulmalarla ömür tüketiyor. Ne yazık ki din dilimiz ve dinî söylemlerimiz varoluÅŸsal savrulmaları bertaraf edebilecek bir mahiyet ve muhteva arz etmiyor. Bu konuda kendisinden istimdatta bulunacağımız kelam ilminde ise hâlen zat-sıfat gibi konularla meÅŸgul olunuyor. Bütün bunların yanı sıra dinî söylem ile gerçek hayattaki eylem arasındaki uyuÅŸmazlık (mübayenet) çok can yakıcı bir sorun olarak karşımızda duruyor. Din üzerine konuÅŸmak ne yazık ki ahlâkî deÄŸer üretmiyor.
Öte yandan, insanın hayat macerası adeta birbiri ardınca sökün eden ağır imtihanlarla geçiyorsa, ister istemez teodise ve kötülük sorunuyla ilgili yakıcı sorular zihne üÅŸüÅŸüveriyor. Ä°ÅŸte o zaman Ä°mam Gazâlî’nin “leyse fi’l-imkân ebdau mimmâ kân” (Ä°mkân dâhilindeki âlemler içerisinde bu âlemden daha iyisi yoktur) ÅŸeklindeki aşırı optimist (iyimser) görüÅŸüne acı acı gülümsemek gerekiyor. Gazâlî’nin, “Âlemdeki her ÅŸey son derece güzeldir; bundan daha güzeli olamazdı” demekle aynı kapıya çıkan bu sözü, insan hayatındaki yakıcı ve yalın acıları aÅŸağılamak gibi bir anlam içeriyor. Kısacası, teodise ve kötülük sorunu gibi çetrefil meseleler hâlen ikna edici cevaplar bekliyor. Benzer ÅŸekilde ilâhî adaleti merhametle, iyiliÄŸi mutlak kudretle baÄŸdaÅŸtırmaya çalışmak da ciddi güçlükler içeriyor. Mu’tezile’nin “vücûb alellah” fikrini eleÅŸtirmek maksadıyla kurgulanan ihve-i selâse (üç kardeÅŸ) hikâyesinden örnek vermek gerekirse, bu hikâyeye göre üç kardeÅŸten ilki mümin, ikincisi kâfir, üçüncüsü de çocuk olarak ölüyor. Mümin kardeÅŸ epeyce yaşıyor ve cennetle ödüllendiriliyor. Kâfir de yetiÅŸkinlik çağında ölüyor ama küfrü yüzünden cehennemlik oluyor. Çocuk ise azaptan kurtuluyor, fakat cennete giremiyor. Bu yüzden, “Ey Rabbim! Bana ömür verseydin de sana itaat ederek yaÅŸayıp cennete girseydim” diyor. Allah ona, “Seni yaÅŸatsaydım günah iÅŸleyip cehennemlik olacaktın. Bunu bildiÄŸim için sana merhamet edip çocuk yaÅŸta canını aldım” diye cevap veriyor. Bu cevap üzerine üçüncü kardeÅŸ cehennemden, “Rabbim! Peki, niçin benim canımı masum bir çocukken almadın da onca sene yaÅŸattın?” diye serzeniÅŸte bulunuyor.
***
Ä°ÅŸte bunun gibi teolojik ve felsefî problemler varlık ve varoluÅŸ üzerine düÅŸünüp dertlenen insanın beynini/zihnini zonklatıyor. Yaz tatilinde ÅŸezlonga kurulup güneÅŸin tadını çıkarır gibi yaÅŸamak ve hayattan azami nispette zevk almak emeline sahip insanlar nezdinde ise bu tür sorunlara kafa yormak muhtemelen abesle iÅŸtigal gibi bir mana ifade ediyor. Öte yandan, varoluÅŸsal sorunlar felsefî boyutlu olunca teolojik argümanlar tek başına kâfi gelmiyor. Ne yazık ki bu toprakların çocukları bilhassa felsefe alanında fikir, görüÅŸ ve kavram üretemiyor. Dilimizin kelime ve kavram daÄŸarcığı derin felsefî konuları tartışmaya pek elveriÅŸli görünmüyor. Dolayısıyla felsefî içerikli hemen her görüÅŸ ve kavram özensiz tercümelerle Batı’dan ithal ediliyor. Bu yüzden de felsefî düÅŸünce alanında ciddi bir cari açık sorunu ortaya çıkıyor. Bütün bunlar bir yana, günümüzde hem deizm, ateizm, nihilizm gibi akımların giderek yaygınlaÅŸması hem de genç kuÅŸağın geleneksel din anlayışına esaslı tepkiler koyması teolojik düzlemde üretilen görüÅŸ ve fikirlerin sadra ÅŸifa olmamasının yanında Ä°lahiyat alanında özellikle felsefe ayağının yetersiz kalması gibi sorunlarla da yakından ilintili görünüyor. Bu yüzden, ne yapıp edip felsefî düÅŸünce alanındaki cari açıklarımızı kapatmamız, bu alanda imal-i fikirde bulunmamız icap ediyor. Kısacası, felsefeyi sevmek gerekiyor.
Henüz yorum yapılmamış.